• Sonuç bulunamadı

Gelene Ek Midir Mustafa Kutlu’da Gelenek

1.3. Hikâyemizde Mustafa Kutlu

2.1.1. Gelene Ek Midir Mustafa Kutlu’da Gelenek

Cânıma bir merhâba sundu ezelden çeşm-i yâr Öyle mest oldum ki gayrın merhâbasın bilmeden (Ahmet Paşa) Mustafa Kutlu’nun insanları rüştünü idrak etmeden kocayan nesillerin aksine rüştünde küçülen büyük insanların ‘hal’idir diyebiliriz. Kutlu modern hız ve haz kulvarında nefsini yuvarlayan modern insanın ziyanda olduğunu akletmiş ve bu noktadan hareketle vahyin kurtarıcılığına iman ederek hikayeleri üzerinden okurlarını Hakk’a ve sabra davet eder. O göçtü kervan kaldık dağlar başında söyleminden niyaz ederek ümidin yakarışında, hikâyelerindeki insanları geleneğin değerler dünyasıyla ve onun elde kalmış toplumsal son kırıntı folklorik öğeleriyle buluşturmaya çalışır. Kambur Hafız’ın yorganları iki dünya arasında beynamaz kalan Süleyman’ın, Süheyla’nın Ümmü Rümeysa’dan kendine miras kalan ahlaklı duruşuyla Engin’e hidayet izinin, Gülpaşa Çavuş’un oğlu Yadigar’ın ‘toprak olmadan yaşayamam’ inadının, Dava delisi Kerim’in Murat Abi’ye olan dava vefasının, İlhan’ın babaannesinden tevarüs eden ‘Rabbi yessir/ Vela tuassir/ Rabbi temim/ Bilhayr.’ duasının, Cihan’ın yanık salâsında göz göz dökülen Zehra’nın geleneğe dair romantik sığınağıdır.

“Müminler yalnızca kardeştir”73 sosyolojisindeki ferdi yazan Mustafa Kutlu, geleneği “Bir”de iman eden ferdin tecessüm hali olarak görür. Muhyiddin Arabi’nin “namazı yalnız başına kılsa da o imamdır çünkü melekler onun cemaatidir.”dediği fert sözünü geleceğin geçmişine çevirmiş olup, gözüne modernite tarafından iliştirilmeye çalışılan masivaya hikmet penceresinden bakarak inanmanın halini yaşar.

‘Ete kemiğe büründüm/ Yunus diye göründüm’ diyen Mustafa Kutlu fertleri görünenin, etin kemiğin ardındaki lahuti alemden gelen can değeriyle varlığa bakmaya çalışır. Modernitenin görüntüde kurmaca ettiği gerçekliğin yüzyıllar önce

      

reddini veren Yunus’un bu mısraları, Mustafa kutlunun insanlarında nasihat olmuş, onların kesret âleminde aldanmamaya çabalamasına ve çabalatmasına rehber olmuştur. Görünenin dayanılmaz göz ağırlığından kurtulmaya davet eden Mustafa Kutlu, Hasan Kazzaz’dan İmam Kuşeyri tarafından aktarılan: “Zaruret olmadıkça yememek, uykuya Mağlup olmadan uyumamak ve mecburiyet olmadan konuşmamak.”74 düsturuna uydukça fert felaha erer der. Kişi bu üç şeyi dikkatli kullanırsa geleneğin halini yaşayabilir ve kendini modernizmin tüm nefsanî terörist faaliyetlerinden koruyabilir.

Kutsalla kurduğu ilişkide zihninin faaliyetlerini anlamlı kılmaya çalışan kulluk bilinci kişiyi nefsin edilgen bir kölesi olmaktan çıkarır, bizatihi “hal ehline malumdur”75 edasında etken kılar.

“Ne zaman ki âlemde yaratılmış ne varsa onlardan biri olarak (ve elbette eşref-i Mahlukat olduğunu kavrayarak) kulluğunun bilincine varacak; o zaman etrafına sevgi ve merhamet ile bakmayı öğrenecek. İşte o zaman Yunus Emre’nin dediği gibi dağlar, taşlar,ve seherde öten kuşlar ile Mevlâsına yönelecek.”76

Kutlu’da, bunca yıllık hikaye yazarlığının zihinsel arka palanında manevi dinamiklerin dışa dönük, zahiri bir zenginlik ve genişlemeyi değil; içe dönük bir derinlik ve yüceliği hedef alan bir geleneğin izlerini görürüz. Meseleyi hikâyecimizin modern yaşam alanı içinde varlığa bakışını yansıtan sözleriyle açarsak:

“Bu bir bakıma zâhire nisbetle bâtını daha kıymetli kılıyor. İlke böyle konulunca medeniyet unsurları da bu ilkelerden neşet eden nisbetlere, gelişmelere, biçimlere ulaşıyor. Meseleye şehir ve ev bağlamında bakalım.

       74  Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, 5.bs., İstanbul, Dergah Yayınları, 2009, s.194.  75  Sır, s.10.   76 Şehir Mektupları, s.86. 

Evimiz sokağa değil bahçeye açılır. Sokağa bakan yüzün insan boynunu aşan duvarında pencere dahi yoktur. Çokluk taştan yapılır ve sağırdır. Sokağa bakan kafesli pencereler bu taş kısmın üzerinde yükselen ikinci katta bulunurlar.

Evet, ev bahçeye yani içe açılır. Burası mahrem bir alandır. Çiçek, meyve, sebze, havuzda su ile bir bakıma tabiatın devamıdır. Güzel ve ferahtır. Saydığımız unsurlar ile tezyin edilmiş, zenginleştirilmiştir. Evin dışı sade ve vakur durur. Tezyinat varsa eğer evin içindedir. Oymalar, bezemeler, ahşap göbekli tavanlak, yüklük ve çiçeklikler hep bu iç güzelliğine adanmıştır.(…)

Şehrin merkezine mahalleyi bağlayan yol camiye çıkar. Bizim şehrimizde meydan olmadığı malumdur. Lâkin hepten yoktur demek de pek mümkün değildir. Bizim meydanımız camidir. Âvlusu ve kendisi. Bütün yollar camiye çıkar ve insanlar orada toplanırlar. Camilerin de bilindiği gibi, dış yüzünden ziyade içi zenginleştirilmiş, bezenmiştir.77

Gelenek, bu günden baktığımızda bizde kendimizin tamamlanmayan tarafıysa ve biz sürekli tamın tamlamasının arayışındaysak; bu hikâyelerinde bizi yazan Mustafa Kutlu’da da olan bir arayıştır. Onun hikâyesi bir bakıma, bizdeki geleneğin değerlerine yönümüzü döndürmek amacıyla, içimize tutulan aynadır. Bu aynaya göz verdiğimizde bize modern yaşam içerisinde nasıl ve nerede duracağımızı:

“İçteki değer, kalbin safiyetinde, ahlakta, takvada, merhamette, şefkatte, hürmet ve hizmette saklı. İçimizi güzelleştiren, zenginleştiren, derinleştirip yücelten; dışa açıldığında bir potansiyel olarak bütün eylemlerimizde bize güç veren bu değerlerdir. Âdeta sarayın iç hazinesi gibi.” 78

sözleriyle gösterir.

      

77

 Akasya ve Mandolin, s.15. 

Modern yaşamın parametreleri içinde dar bir alana sıkıştırılarak muhafazakar reflekslere tabi tutulmaya çalışan gelenek ve kurumlarının halini ise şöyle akatarır Kutlu:

“Hayatımızın rengini neler belirliyor? Eskiden olsa idi; kuş sesi, su sesi, ezan sesi, kağnı gıcırtısı, yağmurda toprak kokusu, yeşilin her tonda görüntüsü falan derdik. Bütün bunların algılanabildiği, rahmet olarak kavranabildiği, sakin ve durgun bir hayatımız vardı.”79

Eskiden durgun ve sakin olan hayatımız şimdi hangi rengi almıştır:

“Önce motor sesi. Evet o. O ses duyuluyorsa, motor işliyorsa hayat kazandığı ritim, yeni ivme içinde; yeni yön ve hız içinde sürüyor demektir. Çarklar dönüyor, enerji bir kapatan ötekine boşalıyor, bir vardiya nöbeti başkasına gönül rahatlığı içinde bırakıyor demektir. Ekmekler fırından alınıyor, civciv yumurtadan çıkıyor, erimiş maden potaya dökülüyor, bombanın pimi çekiliyor demektir. Ulaşım, iletişim, üretim, tüketim, çek ve bono, borsa ve banker, arzu ve keder, ihtiras tramvayı işliyor demektir.(…) Her şey gittikçe hızlanmaktadır. Yüz metre koşucuları sekiz saniyenin altına iner, sürat arabalarının tekerleri yerden kesilir; araba uçak, uçak uzay aracı olur. Uzay aracı göz açıp kapamadan gözden kaybolur.

Hayatın rengi yok. Galiba biz de yokuz.”80

Lakin “Bütün bunların üstüne sevda sözleri söylemeliyim”81 diyen Mustafa Kutlu, “Akşamı ve ırmağın şarkısını dinliyorum. Yıldızların nasıl eğilip yeryüzünü

       79 A.e.  80  A.e.  81  Erdem Beyazıt, Sana, Bana, Vatanıma, Memleketimin İnsanlarına Dair, Şiirler, İstanbul, Beyan,  2011, s.64. 

selamladığını, yaban lâlelerin boyun büküşünü, vakur kayaların sükûn içindeki hareketini. Bir kalbim olduğunu duyuyorum.”82 edasıyla gelenek algısına dair son sözü, şehrin değişimine karşı direnen, dükkanını yola terk etmeyen Yorgancı Hafız için dile getirdiği:

“Zaman…Her zaman aynı. Güneş aynı, ay aynı, ağaçlar ve insanlar aynı, sevgi ve merhamet, korku ve ümit aynı. Dualar aynı. Kıble tek.”83 sözdür.

Benzer Belgeler