• Sonuç bulunamadı

Garkolur katresinde kevn ü rneklin Gizlenür zerresinde her dü cihan.48

"Aşk muhabbette ifrattır, yahut müfrit, çok fazla, aşırı muhabbettir. Bazıları demiştir ki, akıl ile idare edilen

sevgi-G ü V E R C I N sevgi-G E R D A N L I C I

de hiçbir hayır yoktur. Heva, hoşlanınak, garaz, arzulamak, meyl, gönül kaptırmak ancak bir aşk hareketinden olur.

Kadıniann kadrini bilen ve onlann sırlannı, inceliklerini bilen kimse, onlan sevmekte zahitlik yapmaz. Aksine ka­

dınları sevmek arif olanın kemalinden, olgunluğundan­

dır."49

"Aşk şehveti, bedenin bütününe yayılır. Tıpkı suyun yün ipliğine yayılması, hatta rengin bir renkli cisimde ya­

yılması gibi." so

"Sevginin sebebi güzelliktir. Çünkü güzellik, bizatihi se­

vilen şeydir. Sevgi üç mertebe üzeredir:

1-Tabii sevgi:

Bu avamın sevgisidir. Gayesi hayvani ruh konusunda ittihad, bir araya gelmedir. Eserleri, tezahürleri şehvet ve aksiyon bakımından sonunda nikahtır. Zira sevgi şehveti insanın bütün mizacına ve bünyesine yaydır. Tıpkı renkli bir şeyde rengin yayılması gibi. Tabü sevgi kendi cis­

mani maksatlarına nail olunan sevgidir. Mahbub, sevgili buna ister sevinsin isterse sevinınesin, hiç farketmez. Gü­

nümüzde insanların çoğunun sevgisi böyledir. Tabii sevgi iki nevidir: Tabii ve unsuri sevgi. Tabii sevgi kendi zatın­

dandır. Egoist bir sevgidir. Burada seven sevileni ancak onun malı olarak ve lezzet, zevk için sever; sevilenin ken­

disi için değil.

2- Ruhani

sevgi:

Bunun gayesi, mahbuba, yani sevilene benzemektir. Sevilenin rızasını, gönlünü kazanmak için gayret sarfetmektir. Sevdiğini, sevdiği için, onun şahsı için sevmesidir. Çünkü tabii sevgide seven sevileni ancak kendi nefsi için sever. Leyla'nın Mecnun'u sevmesi ruhani aşk makamındaydı. Çünkü konuştuğu herşeyde "Leyla! Ley­

la! ... " diye haykırıyordu. Zira kendisinin Leyla için kaybol­

muş olduğunu sanıyordu.

3- ildhi sevgi:

Bu sevgi ise, Allah'ın kullara olan, kullann da Allah' a olan sevgisidir. Bu sevgi Allah'ın bizlere olan

İ B N H A Z M V E E D E B I KI$ 1LiCI

sevgisidir."Sl "İlahi aşk, en kudretli tecellisini güzel insan çehresinde gösterir. Fakat bu bakış temiz olmalı, her türlü çirkin ihtiraslardan uzak bulunmalıdır. Gerek mahbubun gerek mahbubenin öyle bir hisle temaşası, ilahi aşka maz­

har kılar ve Hakka eriştirir."52

Bu bilgileri genel bilgi olarak değerlendirip İbn Hazm'ın anlayışına geçebiliriz artık. İbn Hazm

Güvercin Gerdanlığı

'nda

'Aşkın mahiyeti'

adlı bölümde birçok ünlü ki­

şinin aşklarını yazarken aşk anlayışını da belirtiyor. İnsan­

Iann aşkın mahiyeti üzerinde tam anlamıyla anlaşamadık­

larını ifade ettikten sonra "Benim düşüneerne göre aşk, ruhiann çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalannın birleştirilmesidir. Bu birleşme onlann en yüksek temel öge­

lerinde meydana gelir"53 diyor. Devam ederek, "bu birleş­

me ruhların yüksek konumlarındaki elverişli durumlara uygun bir biçimde ve bu durumlann, ruhun şekillendirdiği bütün içerisinde birbirine az ya da çok yakın olmalarına göre meydana gelir. Her şekil kesinlikle kendine uygun olan şekli arar bulur"54 demektedir.

Aşkın çok çeşitli türleri olduğunu il�ri süren İbn Hazm, en yüksek sevginin Allah için sevişenferin aşkı olduğunu kesin bir şekilde vurgulamaktadır. Bunu da 'gerçek aşk' di­

ye nitelendirmektedir.

Bunları belirttikten sonra, şimdi de İbn Hazm'ın yaşadı­

ğı aşklan inceleyelim. Ve kendi dilinden dinleyelim: "Ço­

cukluğumda kendi başımdan geçen bir öyküyü anlatayım size: Kendi evimizde büyüyen genç bir earlyeye aşık ol­

muştum. O zaman onaltı yaşındaydım. Yüz güzelliğiyle, zekasıyla, iffetiyle, temizliğiyle, alçak gönüllülüğüyle ve tatlı sözlülüğüyle olağanüstü güzeldi. Ciddiydi, ağırbaşlıy­

dı. Oldukça sempatikti. Sevimliydi. Çok edepliydi. Kusur­

suzdu, az konuşurdu. Bakışı öne eğikti. Çok ölçülüydü.

Ayıpsız ve kusursuzdu. Bir yere ayrılırken gönül çekici,

G ü V E R C I N G E R D A N L I {'; J

birşey isterken oldukça tatlıydı. Uzaklaşırken bile çekingen tavrını korurdu. Onu bu halde görmeye değerdi. Oturur­

ken yavaş otururdu. Çok vakarlıydı, soğukkanlılığını tatlı biçimde korurdu. Onu elde etmeye kalkmak bir cüret işiy­

di. Onun gönlünü kazanmak için can atanlar pek çoktu.

Ancak umutları onda karşılık bulmazdı. İşte, yüzü tüm gö­

nülleri kendine çekerken, davranışı ona yaklaşanları uzak­

laştınyordu. Geri çevirişi ve soğuk davranışı ona öyle bü­

yüleyici bir özellik veriyordu ki başkaları hoşgörülü ya da cömert davranarak bile bu büyüleyiciliği gösteremiyordu.

İşinde kendini ciddiyete adamış gibi gözükür, yaptığını ciddi yapardı. Kendisini işe tam verirdi. Dalga geçmezdi.

Ayrıca çok güzel ud çalardı.

Ona gönlümü kaptırdım. Büyük bir aşkla sevdim onu.

Aşağı yukarı iki yıl boyunca, normal konuşmaların dışında ağzından tek bir sözcüğü duymak, beni kabul ettiğini işit­

mek için elimden gelen herşeyi yaptım. Nafile! Tüm çaba­

larım boşa çıktı.

Bir şenlik dolayısıyla bizim evde düzenlenen bir toplan­

tıyı hatırlıyorum. Benzeri toplantılar yüksek sosyete evle­

rinde sık sık düzenlenirdi. Bizim evdeki kadınlar, Allah rahmet etsin, kardeşimin karısı o toplantılarda biraraya ge­

lirdi. Ayrıca bizim himayemize sığınmış azadlı kölelerimi­

zin ve hizmetçilerimizin kadınları vardı. Hepsi son derece sevimli ve kibardı. Gündüz bir süre bizim evde kaldılar, sonra evimizin bir bölümünü oluşturan taraçaya geçtiler.

Burası bahçeye nazırdı. Buradan bütün Kurtuba şehri görü­

lüyordu. Bu taraçanın duvarlarında geniş demi ... çitler, par­

maklıklar vardı. Kadınlar demir parmaklıkların aralıkların­

dan şehri seyretmeğe başladılar. Ben de aralarında bulunu­

yordum. Hatırlıyorum, onun hangi aralıktan seyrettiğini aramaya başladım. Ona yaklaşmaya çalışıyordum. Yakın varlığından yararlanmak istiyordum. Fakat o, yakınına

gel-İ B N H A Z M V E E D E B I K l ş i L i C I

diğimi farkeder farketmez hemen o aralığı bırakıyor, biraz ilerdeki başka bir aralığa gitmeye hazırlamyordu usulca. O zaman ben gene ona yaklaşma yollarını anyordum; fakat o gene küçük oyununu oynuyor, bulunduğu aralığı bırakıyor yandakine kayıyordu. Kuşkusuz benim kendisine delicesi­

ne aşık olduğumu biliyordu. Fakat oradaki kadınlardan hiçbiri aramızda olup biteni farketmemişti. Çünkü çok ka­

labalıktılar. Hepsi şehrin değişik manzaralarını seyredebil­

mek için bir aralıktan öbürüne geçiyordu. -Bil ki, kadınla­

rın kendilerine gönül verenlerin izini sürme yetileri, gece karanlığında bile kolayca iz sürebilen iz sürücülerin yetile­

rinden daha keskindir. Bu konuda hiç şaşmazlar, hiç yaml­

mazlar.- Sonra, bahçeye indiler. Orada yaşlı bayanlarımız ve genç kızlanmız, bu genç cariyenin efendisi olan bayan­

dan onun bir şarkı söylemesi için istekte bulundular. Efen­

disinin emri üzerine udunu aldı. Enstrumanı o kadar alçak­

gönüllüce ve edeplice akord etti ki hayatımda bir benzerini görmedim. Kuşkusuz hayranların gözünde hayranlık du­

yulamn güzelliği kat kat artar. Sonra Abbas bin el-Ah­

nef'in55 şu dizelerini şarkı olarak söylemeye başladı:

"Ben bir güneşle büyülendim ki, battığı zaman battığı yer sanki bir gelin odası mahremiyetine sahip.

Profilden bakılınca parşömen tomarları kıvrımlarını