• Sonuç bulunamadı

3. FİLM ARAŞTIRMALARINDA BİR ÇÖZÜMLEME YÖNTEMİ: GÖSTERGEBİLİM

3.1. Göstergebilimsel Görüntü Çözümlemesinde Yaklaşımlar

“Göstergebilim adı ilk defa İngiliz filozof John Locke (1632-1704) tarafından, “An

EssayConcerning Human Understanding” (İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir

Deneme) adlı eserinde “semeiotike” yani “göstergeler öğretisi” olarak nitelediği bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır” (Deely, 1990: :113).

Gösterge, antik zamanlardan beri felsefecilerin ve bilim adamları’nın düşünce

ürettikleri bir kavram olmasına karşın bilim olarak 20. yüzyılın başlarında İsviçreli dilbilimci ve modern dilbilimin kurucusu Ferdinand de Saussure’ün fikirleriyle şekillenmiştir. Saussure’ün ölümünün ardından öğrencileri onun ders notlarını kaynak olarak kullandıkları “Cours de Linguistique Générale” (Genel Dilbilim Dersleri, 1916) ismiyle yayınlamışlardır. Kitabında göstergebilimi, göstergelerin toplum yaşamı içindeki yaşamını inceleyecek bir bilim olarak tanımlamıştır (Saussure, 1998: 46). “Saussure, dilleri dilbilimin inceleme alanına alırken, dil dışındaki göstergelerin işleyişini araştıracak bir bilim dalının kurulmasını öngörür ve bu bilim dalını Fransızca semiologie terimiyle adlandırır” (Rifat, 1992: 23).

Saussure, kavramla işitim imgesinin birleşimine gösterge, demiştir. Burada işitim imgesine örnek olarak sözcükleri vermiş ve kavrama taşıyıcılık ettiği için gösterge olduğundan bahsetmiştir. Duyumsal bölümün uyandırdığı kavram, bütünün de varlığını içermektedir. Diğer iki kavram olan gösterilen ve göstereni de şu şekilde açıklamıştır; “Bütünü belirtmek için gösterge sözcüğü kullanılmalı, kavram yerine

gösterilen ve işitim imgesi yerine de gösteren terimleri benimsenmelidir” (Saussure,

1998:111).

Amerikalı pragmatist filozof Charles Sanders Peirce (1839-1914), Saussure le aynı dönemde göstergebilim üzerine çalışmalar yapmıştır. Mantığın biçimsel gösterge öğretisi olduğunu savunduğu kendi gösterge kuramını oluşturmuştur (Peirce, 1984: 227). Saussure gibi göstergeleri farklı ve birbirine zıt öğeler olarak görmemiş ve görüntü, belirti, simgeyi bir mantık çerçevesine koymuştur. Ona göre mantıkla birlikte açıklanmalıdır. Zaten mantığı biçimsel gösterge öğretisi olarak ele almıştır ve herhangi birşeyin yerini alan birşeydir. Yerini tuttuğu şey onun nesnesidir (Parsa, 1999: 16).

85

Peirce, anlamı incelemek için gösterge, göstergenin yorumlayanı ve göstergenin nesnesi arasında üç köşeli bir ilişkiyinin zorunlu olduğunu savunmaktadır. “Bir gösterge kendinden başka bir şeye, yani bir nesneye göndermede bulunur ve birisi tarafından anlaşılır, yani yorumlayanın zihninde bir etki yaratır” (Fiske,2003: 64-65). Charles Sanders Peirce göstergebilimi kendisi, nesnesi ve yorumlayanı üzerinden bir sınıflandırma yapmıştır. Göstergeleri, üçlükler halinde bölümlere ve her bir üçlüğü kendi içinde sınıflara ayırmıştır. Bunlardan nesnesi bağlamında oluşturduğu gösterge üçlüsünü Peirce, gösterge ve nesnesi arasındaki ilişkiye dayalı olarak sınıflandırmıştır. “Gösterge ile nesnesi arasındaki doğrudan bağlantıya dayalı

belirtisel gösterge (index) gösterge ve nesnesi arasındaki benzerlik ilişkisine dayalı görüntüsel gösterge (icon) ve gösterge ile nesnesi arasındaki nedensizlik ilişkisine

dayalı simgesel gösterge (symbol) demiştir” (Fiske, 2003: 70). Bu üçlü grubu daha ayrıntılı ele alalım;

Belirtisel gösterge, (indice) “Bir durumun, bir olgunun varlığını doğal olarak içeren

ya da ortaya koyan olgudur” (Guiraud, 1990:130) Fiske, “belirtisel gösterge için nesnesi arasında doğrudan varoluşsal bir bağlantının bulunduğu bir göstergedir” der (Fiske, 2003: 47). Belirtilerin sonucunda yorumlayana bağlı olarak anlam kazanan göstergelerdir. Burnu akan bir insanın nezle olabileceği, kırık bir vazonun yere düşmüş olabileceği gibi.

Belirtisel göstergelerde bitişiklik ilişkisi vardır. Dumanın ateşin göstereni olması doğada dumanla ateşin bitişik biçimde bulunmasına dayanır. İkonik göstergelerde ise benzerlik ilişkisi bulunur. Birinin fotoğrafı ile kendisi arasındaki ilişki bu türden bir yapıyı işaret eder (Kıran ve Kıran, 2006). “Görüntüsel göstergeler (fr. signe iconique) nesne ile aynı fiziksel özelliğe sahip değillerdir ama nesnenin gösterdiği özelliğe benzer bir yapıyı belirtir” (Eco, 1992: 37).

Görüntüsel gösterge, temsil ettiği şeyle görüntüsel olarak benzerliği bulunan

göstergedir. Buna en iyi örnek fotoğraftır. Gösterilenin gösteren tarafından yeniden üretilmiş veya temsil edilmiş halidir. “İkon olarak da adlandırılan görüntüsel gösterge, nesnesi gibi görünür ya da onun gibi ses çıkarır. Görüntüsel gösterge

86

nesnesine benzeyen, nesnesinin niteliğini paylaşan göstergedir (Gripsrud, 2002: 110; Fiske, 2003: 46). Günay’ın tanımına göre, “görüntüsel göstergede (fr. icöne), bir yansıtma durumu söz konusudur. Yani, gösterge kendi nesnesini (görüntü) yansıtır. Bu türe en iyi örnek olarak fotoğraf verilir. Fotoğraf (görüntü) gerçek nesnesini yansıtır” (Günay, 2002: 162). Görüntüsel göstergelerin en önemli özelliği işaret ettikleri nesneyle fiziki bir benzerlik söz konusudur.

Simgesel gösterge, sözcükler, rakamlar, trafik işaretleri, piktogramlar gibi

nesnesinin yerine geçen göstergelerdir. Toplumsal olarak uzlaşmaya varılmış kavramların yerine kullanılan göstergelerdir. Yorumlayanı ortadan kalktığında özelliklerini yitirirler. Simgeler kullanım amaçlarına göre görüntüsel gösterge olabilme özelliğine sahiptir. Simgeye örnek kum saatinin zamanı, kurukafanın ölüm tehlikesini temsil etmesi sayılabilir.

Sinema göstergebilimi üzerine ilk çalışma 1964'de Christian Metz'in Communications'un 4 no.lu sayısında yayınlanan "sinema dil mi yoksa dil yetisi mi?" başlıklı makalesidir. Metz bu çalışmasında sinemayı eklemli dil olan doğal dil ile karşılaştırır ve sinemanın dili (fr.langue) olmayan bir dil yetisi (fr. langage) olduğunu söyler, cünkü sinemanın en kücük birimi ve göstergesi olan çekimin (plan) doğal dilde karşılığı yoktur; doğal dilin göstergesi olan sözcük, (moneme) biçimbirim ve sesbirimlerden oluşur. Diğer bir deyişle, dil ilk aşamada biçimbirim, ikinci aşamada da sesbirimde oluşan çift eklemliliğe sahiptir. Bunun yanında, sinemanın en kücük anlamlı birimi olan çekim (fr. plan) böyle bir eklemlemeden yoksundur. Anlamdan yoksun olan sesbirimlerin karşılığı sinemada yoktur, sinemada gördüğümüz herşeyin bir anlamı vardır. Bu nedenle, sinema dilinin en kücük birimi olan çekim, doğal dilde ancak bir sözceye karşılık gelebilir. Diğer yandan, her dilin sınırlı sayıdaki scsbirimleri gibi, "görüntüler sınırlı değil, sonsuz sayıdadır" (Metz: 2012:71).

Metz, sinema göstergebilimi üzerine yaptığı çalışmalarda Saussure’ün etkisinde kalmıştır. Sinemanın bir dil olgusu olmasından yola çıkmış, sözel dil ve film dili arasındaki benzerlikleri ve ayrımları inceleyerek yaklaşımını oluşturmuştur (Sivas: 2012: 536).

87

İyi öyküler anlatılmasının sinemanın bir dili olmasına bağlı olmadığını, iyi öyküler anlattığı için sinemanın kendisinin bir dil olduğunu savunan Metz, "görüntüler sınırlı değil, sonsuz sayıdadır" demiştir (Metz: 2012:71).

Metz'in geliştirdiği sinema göstergebilimi, sinema dilbilgisini oluşturmak için, sinema diline yapısal dilbilim yöntemleriyle yaklaşır. Göstergenin nedensizliği, dilin anlam üretmede önemli boyutu olan dizisel ve dizimsel boyutu, dilin çift eklemliliği, düzanlam, yananlam boyutu sinema dilini incelerken temel aldığı konulardır. Bunun nedeni, doğal dilin daha düzenli ve daha iyi bilinen bir dizge olmasıdır (Bağder, 1999: 145). Metz, seyirci’nin filmde anlatılan iletiyi anlamlandırma aşamasında kullandığı 5 düzgüden bahsetmiştir;

1. Görsel ve işitsel algılama.

2. Filmde gördüğümüz nesnelerin tanınması.

3.Kültürümüz sayesinde ya da filmdeki düzgüler yoluyla ayırdına

varabildiğimiz nesnelerle ya da nesneler arasındaki ilşkilcrle ilgili yananlamların ve simgelerin bütünü.

4. Büyük anlatısal yapıların bütünü.

5. Sinemasal dizgeler bütünü. Bunlardan sonuncusu dışında diğerleri sinemasal değildir (Bağder, 1999: 146-147).

Metz’e göre her imge bir sözcük ya da anlambilimle eçdeğerli olmanın ötesinde 5 temel özelliğe sahip bütünsel bir önermeye benzemektedir.

1. Filmsel imgeler, sonsuz sayıdadır.

2. Önermeler gibi yönetmen, yapımcı gibi filmi üretenlersayesinde var olabilirler.

3. Sözcüklerin aksine izleyiciye sonsuz sayıda bilgi iletmektedirer.

4. Önermeler gibi istenildiğinde çoğaltılabilinen günçelleştirilmiş

birimlerden oluşmaktadırlar.

5. Diğer imelerle olan karşıtlığa bağlı olarak bir anlama sahip olmaktadırlar (Metz, 2012: 37)

88

Edebi öykü ve film arasındaki farkı tanımalrken Metz, izleyicinin algılayabilmesi için bir gösterenler sekansına dönüştüğünü ve bu sürenin edebi oykülerde okuma süresine denk geldiğinden bahsetmektedir (Metz, 2012: 32).

Film göstergeleri ile ilgili araştırma yapan bir diğer isim de Peter Wollen dır. Araştırmalarındaki yaklaşım Peirce’ın kine benzer. O da Metz’in film araştırmaları hakkındaki görüşünü paylaşır. Ancak onun öne sürmüş olduğu yaklaşımı yeterli bulmamıştır ve Peirce’ün mantık üzerinden anlamlama kuramını sinemaya uygulamıştır. Wollen’a göre filmde görüntüsel ve belirtisel göstergeler daha baskın durumdadır ve simgesel göstergeler ikinci planda ve sınırlı olarak kullanılmaktadır. Wollen, Peirce’ün gösterge için önerdiği üç kategoriyi sinemaya uygulamış ve ancak bu üç boyutun birleştiği noktada sinemanın bir dil ve yetkin bir gösterge olacağını öne sürmüştür (Sivas, 2012: 536). “Sinema bir dildir çünkü metinleri vardır; anlamlı bir söylemi vardır. Fakat sözel dilin aksine önceden var olan bir koda bağlanamaz” (Wollen, 2008: 108).

Avrupa göstergebilimin önemli kuramcılarından biri olan Umberto Eco, Saussure ve Peirce’ü eleştirmiş fakat onlardan açıkça etkilenmiştir. İlke olarak göstergebilimin yalan söylemekte kullanılabilen her şeyi inceleyen bilim dalı olduğunu savunmuştur (Eco, 1982:135).

Sinema, televizyon, fotoğraflar, çizimler, resimler gibi her türlü görüntüsel gösterge iletim ortamına geçmiş oan nesneler, varlıklar, mekanlar gibi görüntüler olarak gerçekte var olmadıkları halde var olarak gösterilebilmektedirler. Eco bu durumu bahsettiği “yalan teorisi” nde şu şekilde açıklamaktadır; “Göstergebilim, gösterge olarak kabul edilebilen her şey ile ilgilidir. Gösterge, başka bir şeyin yerine geçebileni ifade eder. Söz konusu olan bu başka şeyin var olması şart olmadığı gibi herhangi bir yerde bulunması da gerekli değildir. Bu nedenle göstergebilim, esasında yalan söylemek için kullanılan şeylerin incelenmesine yönelik bir disiplindir” (Eco, 1979: 7).

Eco’nun “yalan teorisi” kültürel kodların varlığıyla şekillenmektedir ve sinematografik görüntülerin gerçeküstü varlıkları ya da mekanları teknik olanaklarla

89

varmış gibi yansıtabilmesi bu kodlarla mümkündür. “Görüntüler, çeşitli hilelerle bozulmuş biçimleri temsil edebilir. Hayalet gibi olmayan şeyler görüntüde yer alabilir. Yalnızca olası bir dünyaya özgü yapıntısal karakterler fiziksel dünyada yaşayan kişiler gibi gösterilebilir” (Eco, 1985: 267). “Filme göstergebilimsel açıdan bakılmadığı takdirde, filmin toplumla ilişkisi ve estetik işlevi anlaşılamayacaktır” (Eco, 1985: 264).

Eco’nun yaklaşımında sinemanın göstergebilimi kullanabilmesi dilbilime ait olmadığı kabul edildiğinde mümkündür. Sinema göstergebiliminin belli sınırlarının olması gerekir. Sinema göstergebiliminin yasaları sinemanın ve filmin dışında, genel anlamlama yasalarıdır.