• Sonuç bulunamadı

Görsel Süreçte Estetik Tavır ve Yaşama Aktarım Felsefesi

3.4. Algı Psikolojisi

3.4.11. Görsel Süreçte Estetik Tavır ve Yaşama Aktarım Felsefesi

Günümüzde estetik, sübjektif ağırlıklı olup nesneye dayalı bilimlikten psikoloji bilimine dönüşmektedir. Hâlbuki estetik, gözlemci ile nesne arasındaki ilişkiye dayanır.

Bu ilişkide fiziksel yasaların yardımıyla açıklanan yapı ve oluşma süreci vardır. Eğer algılama estetik haz açısından eleştirilemezse estetiğin bilim oluşu imkânsız ve gereksizdir (Yurtsever, 1988: 91-93).

İzleyicinin algılaması ve kişiliği aşağıdaki öğelerin gelişimiyle ilgilidir:

a) Yaşamla ilgili çıkarımlarına, doğa, toplum, insan, yaşam ve kendini nasıl yorumladığına

b) Yaşamında neyi değerlendirmeye tabii tuttuğuna

c) Kendi sanatsal üretkenliğini ne yönde ve nasıl dışa vurduğuna d) Kendi iletişimindeki potansiyel gücüne

e) Kendi sanatsal gereksinimini, beğeni ve ilgisini, sanatta yer alan kültür seviyesini nasıl tecrübeye dönüştürdüğüyle ilgilidir. Dolayısıyla bütün bu özellikler sanatın oluşturduğu eserlerin alımlanmasını etkilerken sanat yapıtları da alımlayıcıyı etkiler.

İzlenen yapıt ve izleyicinin geçmiş deneyimleri, algılamaya etki eder ve algılamanın kimyasına yön verir. Bireyin sanat algısını kavraması, sanatın rolünü ve toplumsal işlevlerini anlamasını sağlar (Kagan, 1993: 467).

83 Bazı insanlar görsel sanatlara karşı doğal bir duyarlılık sergilerler fakat bu irsiyetle geçen bir yetenek değildir. Görsel sanatlara olan duyarlılığımızı geliştirmek için bakmak yerine görmeyi öğrenmeliyiz. Çoğu kimse sadece bakar ve görmez. Bir eserdeki estetiği görebilmek onu içselleştirerek ve gayretle öğrenilebilir. Örneğin, günlük hayatta kullanılan eşyalara detaycı bir yaklaşımla ve dikkatle bakılabilir. Zihin koordineli çalışmalıdır ki bu görmeyi gerçekten yapabilsin. Dolayısıyla birey bu görme biçimlerine kendini katmalı ve alıştırmalıdır (Lowry. 1961: 15). Üstünkörü görme şekli bize tecrübe katmaz. Kişisel tecrübelerimizi görme yetimizin artması için kullanabiliriz. Görmek ve görmeyi geliştirmek ise sanatçı eğitimiyle benzeşir. Sanatçılarda sürekli bir çalışma ve gözlem içerisindedirler. Bir üzüm salkımının fırça vuruşlarıyla ifadesi irsi değildir.

Ressam sanat öğelerini tecrübeleriyle birleştirerek bu üzümü boyar (Lowry. 1961: 17).

Sanat yapıtını algılamayı sanat eleştirmeni ve yazar Eroğlu şöyle ifade eder: “Her sanat eseri duyular yoluyla idrak edilir. Fakat sanat yapıtlarındaki iç sesleri kavramak duyuüstü algılarla gerçekleşir. Alımlayıcı kendisine has düşünceler geliştiremiyorsa iç seslere ulaşamaz ve derin hislenemez. Sanat yapıtlarını alımlayabilme ve engin kavrayışlara ulaşma sağlıklı bir us ile sağlanır. Bu bağlamda eseri izleyenin ruhsal özvarlığı önem ihtiva eder. Örneğin, yüzeyi tamamen sarıya boyalı bir tuvale bakan bireylerin bu sarı resmi nasıl algıladıklarını göremeyiz. O halde duyum ruhsaldır ve duyuma ilk dâhil olan duyudur. Bazı duyumlardan kimisi hoş, kimisi hoş olmamakla birlikte verilen bu karar ruhsal yaşamımızın tepkileridir. Böylece duygularımız dışarıdan etkilenmenin yanında ikinci bir dünya olan iç dünyamız yani ruhsallıktan etkilenir.

Üçüncü dünyayı da istenç oluşturur ve istenç vasıtasıyla bireyin iç dünyası dış dünyaya yönelir. Bu sebeple sanat istenci ya da sanat iradesi (kunstwollen) sanat yapıtlarını idrak etmede çok önemlidir. Ayrıca bireylerin algılamalarını göremeyiz bu yüzden onların ifadelerine güvenmek zorundayız” (Eroğlu, 2014: 54). Her ne kadar bireyin estetik algı ve yargılarını göremeyerek fikrini sorsak da verilecek cevabın doğruluğu yine de meçhul olacaktır. Alımlayan birey bazen zekâsının eleştirilme olasılığını bertaraf etmek için anlamadım ya da anlamakta zorlanıyorum diyemez. Bu da soyut bir eserle ilgili verilmiş bir estetik yargıdan sonra o yargının eksik, yanlış ya da çarpıtılabileceği olasılığıyla bizi karşı karşıya bırakır.

Estetik nesneye estetik tavır ile yönelir ve algılarımızla yaklaşırız. Estetik bir nesnenin olabilmesi için önce algılama gereklidir. Algı, bir bütünün kavranarak izleyicide

84 ifade ettiği şeydir. Estetik tavır ise yaşantıda estetik haz uyandırır ve estetik tavırla bakılan nesne estetik haz duygusunu oluşturur. Bu tavır bir sanat eserinde de böyledir. Fakat bir doğada manzaraya baktığımızda hoşlanıyorsak bu görme duyumuzla ilintilidir (Güven, 1996: 53).

Bir sanat eserinden ne kadar hoşlandığımız, onu görme yeteneğimizin kanıtıdır.

Görsel tecrübemiz arttıkça, sanatçının ortaya koyduğu görsel formdan aldığımız hazzın miktarı da o oranda artar. Bu haz sanatçının ifade ettiği düşüncenin içimizde oluşturduğu tepkisiyle karıştırılmamalıdır. Eserlerden alınan şeyler izleyicideki düşünce ve duyguları çağrıştırarak hoşa gidebilir. Buna benzer zihinsel uyarılmalar sanat eserine karşı verilen tepkide tabii bir paya sahiptir. Bununla birlikte, kişinin aldığı zevk ve reaksiyonlar görsel alışkanlıklar sebebiyle değil, daha önceki farklı alanlardaki edinilen kavram ve tecrübelerden dolayıdır. Sanat yapıtından alınan kavram, düşünce ya da tecrübelerle uyum sağlarsa kişide oluşturduğu uyarımla birlikte haz duyulur. Çatışma halindeyse zevk duyulmaz. Yahut kavram oluşturur ya da eski kavramlardan birisinin değişimi için bu duyuma alışım gösteririz. Dolayısıyla konunun ne olduğu fark etmez (resim, opera ya da roman), tepki hep bu tarzdır (Lowry, 1961: 17). Bu bağlamda beğenme, hoşlanma, zevk alma veya bu gibi tepkilerde duyusal haz ile estetik hazzı karıştırmamak gerekir. Ayrıca soyut resme karşı olan bir bireyin daha sonra sevmesi de olası bir durumdur.

Duyusal haz ile estetik haz ya da estetik hoşlanma arasında bir bağ mevcuttur. Sıcak yaz gününde soğuk su içmek hoşumuza gider. Bunlar duyusal hazlar kategorisindedir.

Duyusal olan hoşlanmalar belirli uyarıcılara bağlıdır ve uyarıcı olmayınca hoşlanma da olmaz. Hâlbuki estetik hazlar uyarıcı olmadan da sürmekte ve duyu temeline dayanmasına rağmen alanlarını aşarak kişiliğin bütünlüğüne de yönelmektedirler.

Duyusal hoşlanmalar anlık olup kişiliğe etki yapmaz. Estetik haz ise kişiliği değiştirip günlük yaşamdaki tutkulardan kurtararak ruhu arındırır. Algılama sonucu oluşan öznel beğeni ve tepkileri, nesneyle algı merkezi arası beliren fiziksel ilişkiyle alakalıdır. Bu yapılaşma onların biçim, estetik ve işlev birliği içinde bulunmalarını mecburi kılar (Güven, 1996: 53). Böylece nesnelerin sunduğu biçimlerin uyarılarına bir tepki veremeyen alımlayıcı soyut sanatın kendini ifade tarzına, biçimine ve de felsefesine kayıtsız kalabilir. İçsel tecrübeler sanat eserlerinin algılanmasını etkilerken sanat yapıtları da algılayan kişiyi etkiler. Moral bozukluğu olan bir kişinin neşeli ve coşkulu şarkılarla güne devam etmesi buna bir örnektir.

85 Sanatta görme, sanatçı tecrübesi ve estetik dehasının özü olan fikirleri ve onların kavradığı görsel biçimlerin kaymalarını görmedir. Aksi halde bu kaymalar görülmeyecek hatta algılarımızda hissedilmeyecektir. Sanatçılar görme tarzını keşfederken renk, çizgi gibi sanat elemanlarını görsel algılarımızın iradesine sunmuşlardır. Fikirlerini tercüme eden bu elemanlara duyarlı olan sanatçıların kurduğu görsel dilleri kavramak için izleyenlerin de bu elemanları tanıması gerekir (Lowry, 1961: 17). Dolayısıyla izleyicinin de sanatı algılama eğitimini alma ihtiyacı gündeme gelmektedir.