• Sonuç bulunamadı

GÖKTEKi KARA BONCUK

Belgede AYŞEGÜL ÇELİK KAGIT GEMILER (sayfa 31-37)

Bir varmış, bir yokmuş devridaim eden zaman gelip aşkta durmuş ...

Yokluktan bahsetmek isteyen bazı kadim kelimeler bırakıldıklan köşede bekleşiyorlardı. İnsana ölümü hatır­

latan bu kelimeler sözlüklerden çıkarılmış, hiçlik masal­

lara kalmıştı. İşte bu masallardan birinde, birbirini çok seven fakir bir karıkoca vardı.

Adam, bir oduncuydu. Farkında değildi ama, Azrail denen tuhaf melek tarafından bir süredir adım adım iz­

leniyordu. Peşindeki kara gölgeden habersiz, ormanı adım adım gezen oduncu, nerede içi boşalmış kütük, vakti geçmiş gövde varsa bir bir sıralar, sonra da koca baltasıyla işlerini görürdü. Azrail'in canını sıkan da buy­

du işte. Çünkü bu adam hep vakti gelmiş ağaçları seçi­

yor, bir gün az, bir gün fazla yaşarnalarına izin vermeden başında peyda olup o koca kütüklerin, çıkmasına ramak kalmış canını alıveriyordu. Karısı ormana gelmez, kulü­

bede kalırdı. Bahçedeki odunları istifleyip keskileri biler, sonra gün ışığını evin orta yerine koyup oduncuyu bek­

lerdi. Bu durum koca meleğin kanatlanda sessiz

kaşın-31

tılara sebep oluyordu. Kendi işini elinden alacak kadar iyi iz sürmesi yetmez gibi, aşktan yapılmış bir kalede ya­

şıyordu adam. Kanatlarındaki kaşıntılar artınca dayana­

madı, dosyaların bulunduğu büyük salona girdi ve hesap meleklerini atiatıp sırası gelen fanilerin arasına oduncu­

nun adını da ekleyiverdi. Elbette gizli kalacak bir şey de­

ğildi bu, ama ortaya çıktığında iş işten geçmiş olacaktı.

Nihayet rahat bir nefes alan Azrail, vakit kaybetmeden geri dönüp kulübenin camına oturdu. Hışırdayıp ev aha­

lisini uyandırmasın, diye kanatlarını katiayıp yanına koy­

duktan sonra, sabırsızlıkla ertesi günü beklerneye başladı.

Oduncu ve karısı sabah pek tuhaf uyandılar. Gözü­

nü açar açmaz etraflarındaki çıngı1lı alamedere kulak ka­

barttı kadın. Bir şeyler olduğu belliydi . . . Bir kere yedikle­

ri ekmekte tat tuz yoktu. Küçük kulübenin huzuru kaç­

mış, kocasının gözlerinde tuhafkıvılcımlar peyda olmuş­

tu. "Sanki yazgısı değişmiş gibi," diye düşünerek pence­

reye yaklaştı kadın. Saksıların arasında oturan Azrail'i görmedi, ama kulübeye değen renkler solmuş, saksıdaki çiçekler üşümüştü. "Güneşin önünü kesen bir şey var,"

diye düşündü kadın. "Biri göğe kara bir boncuk takmış gibi. . ." Sonra kocasına seslendi: "Bugün o rm ana gitme.

İlla gideceksen de ... bensiz gitme."

Oduncu makul bir adamdı. Bazı şeylerin engellene­

bileceğini, bazılarınınsa laf söz dinlemediğini biliyordu.

Her zamanki gibi sevgiyle gülümsedi karısına, sonra da baltası ve katırıyla yola koyuldu. Elbette, o da bir tuhaf­

lık olduğunun farkındaydı. Sacakları yürümek istiyor, fa­

kat bedeni arkasından gitmiyordu. Kırk yıllık baltası taş gibi ağırdı. Odun cu ne yapabileceğini bilmiyordu. Anası­

na kalsa soğan ve ısırgan her derdin devasıydı. Ama ba­

kalım kendinde işe yarar mıydı bunlar? Başını iki yana saHayarak çimenlik tepeye doğru yürümeye devam etti.

Azrail, iki adım gerisindeydi. Ellerini cebine sokmuş

cüppesini savurarak keyifle peşine takılmıştı. Oduncu­

daki ölüm alametlerinin tadını çıkarmak istiyordu. İşte adamın ayaklan taş bağlanmış gibi ağırdı; ikide bir kafa­

sını salladığına, kendi kendine bir şeyler mırıldandığına bakılırsa aklı da karışmaya başlamıştı. Azrail, onun kal­

binde belirecek dikeni bekliyordu.

Tepeye gelince durdular. Oduncu katırını saldı ve baltasını bilemeye koyuldu. Fakat sonunu getiremedi bu işin, oracığa çöküp oturdu. Güneş devrilene kadar da kalkarnadı yerinden. Azrail kıskançlığın, öfkenin ne ka­

dar yersiz olduğunu anlamaya başlamıştı . Parmağını bile kıpırdatmasına gerek kalmadan bu işi bitirebilirdi. Ada­

mın derin bir uykuya dalmak üzere olduğunu biliyordu.

Oturduğu yerden kalkamayacak, daldığı uykudan me­

leklerin yanında uyanacaktı. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelen oduncu kalbinde bir dikenin kahverengi ısı­

nğını duydu. "Bir şey oldu," diye düşündü. "Bir şey ...

Ölüyorum ben." Gözlerini açmak istedi fakat yapamadı, başı öne düşüverdi.

Oduncuyu izleyen sadece Azrail değildi. Karısı da peşindeydi. Onu adım adım takip etmiş, toprakta bastığı yerin karardığını, bitkilerin kıvrım kınş kuruduğunu gö­

rerek buraya kadar gelmişti. Gün batana kadar, sindiği köşede gözlerini üstünden ayırmamıştı, fakat başının öne düştüğünü görünce soluğu yanında aldı. Kucakladı onu, başını kaldırsın, gözlerini açsın, diye seslendi, yüzü­

ne dokundu. Oduncu yekpare sessizlikten yapılmış bir kuyuya yuvarlandığını görüyordu düşünde, karısını duy­

madı. Yanından yüksek duvarlar akıyordu. Kadın sıkı sıkı sarılıp göğsüne bastırdı onu. Oduncu sessizliğin içinde, kalbinin üstünde bir tıkırtı hissetti.

Kadının direnci Azrail'in keyfini yerine getirmişti.

Cüppesinin içindeki renkli kutulan sayan bir hakkabaz gibi sevinçliydi. Gösterecek yüzlerce numarası vardı

el-bette, ama önce kadını biraz ölçmek istedi. Yanaklarını doldurdu ve yerinden bile kıpırdamadan, soluğunu odun­

cuya üfledi. Kadın Azrail'i değil, ama kocasının yüzünde başlayan rüzgarı gördü . Adamın kirpikleri, saçları tel tel soluyordu. Çaresizce onun yüzüne sarıldı ve rüzgarı kes­

meye çalıştı kadın. Oduncunun yüzünden kaçan rüzgar, göğsüne, ellerine atladı. Kadın onun göğsüne uzandı bir eliyle, sonra kolları na, ellerine .. . Ama ne fayda . . . Rüzgara yetişemiyordu. Oduncunun soluğu iyice azalıp göğsü inip kalkmaz olunca bir tuhaflık baş gösterdi. Kadının acıyla inleyen bedeninden bir kol daha çıktı, kocasına bir daha sarıldı.

Tabiattaki bütün sesler ve gölgeler bir an durup bu tuhaf manzaraya baktılar. Azrail, daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Kadını hafife almaması gerektiğini aniayarak işin ucunu sıkıladı. Hemen oduncunun içinde­

ki yokluğu büyütmeye koyuldu. Dikenin açtığı küçücük boşluk giderek yayılıyor, yaşadığı her şey, tatlar, sesler, kokular oduncuyu terk ediyordu. Kadın, kollarının ara­

sında yatan adamın varlığının azaldığını duydu. Hemen saçlarını uzatmaya koyuldu. Bunlar, değdiği yere can ve­

rerek yağmur gibi indi oduncunun yüreğine. Çok şaşıran Azrail, kanatlarını açıp yanlarına gitti. Kadının kollarının sarmadığı bir yerden oduncuya ulaşıp başladığı işi bitir­

meye çalışıyordu. Fakat o uğraştıkça kadının bedeni ço­

ğalıyordu. Adama sızacak bir aralık bulamayan koca me­

lek kızmaya başlamıştı. Karanlık basmış, alması gereken onca can varken bu ikisinin etrafına mıhlanıp kalmıştı.

Aslında durumu çok, hem de çok kötüydü. Etraflarında dönüp durmaktan etekleri parça parça olmuştu. Bu ha­

liyle yırtık cüppeli bir dilenciye benziyordu. Üstelik va­

kit ilerlemişti; hesap defterini tutan melekler kayıtları gece yarısı işler! erdi. Eğer o zamana kadar bu işi bitirmez­

se oduncunun isminin listeye yanlışlıkla girdiği

anlaşıla-caktı. Bunu düşününce iyice canı sıkıldı, birden dönüşü­

nü artırıp tozu dumana kattı.

Kadın durduk yere kopan fırtınayı görünce anladı ki, düpedüz ölümün kendisi bu karşılarındaki. Dişini sıkıp bütün gücünü harcadı, bedeni büyümeye devam ediyor­

du, az sonra oduncuyu tamamen içine aldı. Fakat yine de durmadı, toprağa ağınaya başladı. Bir ağaç gibi kuvvetle kök salıyordu. Öfkesi artan Azrail, olduğu yerde titredi.

Ne diye kadına dokunmadan geçmeye çalışıyordu ki? Ha bir, ha iki, fark etmez, diye düşündü. Madem cellat ken­

disiydi, bir değil, iki can alacaktı burada. Kanatlarındaki kaşıntılar geri gelmişti. Göğe doğru uzayıp büyümeye başladı. Az sonra değil kadın ve adamı, neredeyse vadinin yarısını içine alacak kadar büyümüştü. Kadın aşağıda kü­

çücük bir noktadan ibaretti. Toprağa tutunmuş, gözlerini karanlığa dikmişti. Nereden geleceğini bilmediği yeni fır­

tınaya hazırlanıyordu. Azrail büyümeye, kadın toprağa ağınaya devam etti. İşte o gece .. . çok uzun sürdü.

Gece yarısı karga çığlıkianna benzeyen sesler duyul­

du ovada. Meleklerden biri defterdeki hatayı fark etmiş, hikaye kırılıvermişti. Zavallıcık korkudan o koca defteri yere düşürüverdi, diğer melekler başına üşüştüler. Haksız ölüm, en büyük günahtan bile büyüktü. Gece göğünün kıyısına diziJip yıldızları aralayıp avaya baktılar. Durum çok tuhaftı. Azrail aşağıda ağaçları kökünden savurup to­

zu toprağı birbirine katıyordu. Kasırganın tam ortasında taş kesilmiş gibi duran bir kadın vardı. Kocasına sımsıkı sarılmıştı, gözünü bile kırpmıyordu. Melekler hemen bu ikisinin defterlerini açtılar. Kayıtlara bakınca şaşkınlıkları arttı. Görünüşe bakılırsa kadın karanlık ovadan uzanmış, kendi eliyle kaderlerini değiştirmişti. Melekler aşağıda dönüp duran Azrail'e, sonra da birbirlerine baktılar. Kar­

gaların çığlıkları hala kesilmemişti . İşte o gece öte alemde de çok uzun sürdü.

Oduncu her zamanki gibi gün doğarken uyandı.

Gövdesinde topaklanmış ağrılar, eskimiş uykular sezi­

yordu. Gövdesi de gövdeydi ama . . . Belki on, belki on beş metre vardı boyu. Göğe doğru kuvvetle yükseliyordu.

Yeşilden gümüşe çalan sert yapraklar çevrelemişti tenini.

Gözlerini aralayınca hayretle sarsıldı; eli kolu gitmiş, yü­

zü gitmiş, hacakları gitmişti. Vücudunun yerinde asırlık bir çınar ağacı duruyordu. Üstelik toprağa değil, bir baş­

ka çınarın gövdesine köklenmişti. Dinleyince, köklendiği çınarın karısının sesiyle gülüp konuştuğunu fark etti.

Bu iki çınar, büyük bir kuvvetle yeşerip yükseldiler.

Çok geçmeden göğe ulaşan ince dalları bulutlara kök saldı . Göğün kadarını, üst üste yaratılmış dünyaları geç­

tiler; bir süre sonra cennetin puslu dağlannda çınar dal­

larının boy verdiği görüldü. O zaman durup birbirlerine baktılar. Hala birbirlerinin gövdesi içindeydiler. Korku da, zaman gibi çok geride kalmıştı. Yüzlerini güneşe çe­

virdiler, göğün mavisi hızla artıyordu .

Belgede AYŞEGÜL ÇELİK KAGIT GEMILER (sayfa 31-37)

Benzer Belgeler