• Sonuç bulunamadı

4. ARAġTIRMA SONUÇLARI VE TARTIġMA

4.2. Fiziksel ve Kimyasal Özellikler

ÆalıĢılan profillere ait fiziksel ve kimyasal özelliklere ait değerler Æizelge 4.3 belirtilmiĢtir. Profillerde pH 7.43 ile 8.49 arasında değiĢmiĢtir. Toprak verimliliğini belirleyen en önemli faktörlerden biri de toprak pH‘ sıdır. Toprak pH‘ sı direk H iyonu konsantrasyonu nedeniyle bitkilere etki edebildiği gibi, bitki besin elementlerinin elveriĢliliğine ve alımına, toprak canlıları üzerine, fiksasyon üzerine ve toprak minerallerinin oluĢumuna yapmıĢ olduğu etkiler ile toprak verimliliğini etkilemektedir. Topraktaki pH‘ nın oluĢmasına etki eden faktörler karbonat miktarı ve değiĢebilir sodyumdur. Profillerin horizonlarında pH hepsinde yedinin üzerinde olup alkalidir. Yüksek pH‘ ların oluĢma nedeni ana materyal kompozisyonu ve bazik katyon içeren minerallerin varlığı ile orantılıdır. Bu durum alivyal ve lakustrin karakterdeki ana materyaller için beklenilebilir durumdur. Zira bu ana materyaller bol miktarda kireç içermektedir. Dolayısıyla yüksek pH‘lar oluĢabilmektedir. Volkanik materyal üzerinde oluĢan topraklarda ise ana materyalin niteliğine bağlı olarak kireç miktarı çoğunlukla atmosferik depozisyon miktarı ile sınırlı kalmaktadır. Ancak çalıĢma bölgesinde bulunan volkanik materyalin bazalt- andezit karakterli olması nedeniyle söz konusu ana materyal üzerinde geliĢen topraklarda da karbonat oluĢumu gözlenmiĢtir. Zira bazalt ve andezit içinde

bol miktarda amfibol, piroksen ve plajiyoklas bulunmaktadır. Söz konusu mineraller toprakta Ca‘nın birincil kaynağını oluĢturlar ve ortaya çıkan Ca karbonatlarla birleĢerek kireci oluĢturur. ÆalıĢma alanında da böyle bir oluĢum meydana gelmiĢ ve amfibol, piroksen ve plajiyoklas den ortaya çıkan Ca kireci oluĢturmuĢ bu da pH nın 7 den büyük olmasına neden olmuĢtur. Mineralojik analizlerde yapılan primer mineral analizleride bu bulguyu doğrulamaktadır. Sonuç olarak bölgenin etrafında bulanan yüksek kireçli kayaçlardan beslenen alüviyal ve lakustrin materyallerden oluĢan topraklarda pH‘ nın 7‘den yüksek olmasının yanında birincil Ca kaynağınca zengin primer mineraller ihtiva eden volkanik kayaçlar üzerinde oluĢan topraklarda da 7‘den yüksek pH lar gözlenmiĢtir ve çalıĢma alanında ana materyalin tabiatı pH üzerine etki yapmamıĢtır.

ġekil 4.2: Toprak pH Skalası

Toprakların elektriksel iletkenlikleri 114 ile 2037 µS.cm-1

arasında değiĢim göstermiĢtir. ÆalıĢılan profiller tuzsuz olup dağılımları düzensizdir.

Profillerde var olan organik madde miktarı % 0.16 ile % 2.89 arasındadır ve dağılımı yüzeyden derine azalan eğilim göstermiĢtir. En fazla organik madde miktarı üçüncü ve dördüncü profiller de görülmüĢtür (%2.89- 2.01). Diğer horizonlarda organik madde içeriği düĢüktür. ÆalıĢma alanında açılan profillerin birbirine çok yakın olması iklimin tüm alanlarda benzer olmasına neden olmuĢtur. Bu da arazi örtüsü üzerinde önemli bir değiĢikliğe neden olmadığı için organik madde içeriklerinde ana materyale bağlı olarak önemli bir farklılaĢma gözlenmemiĢtir. Organik madde miktarının düĢük çıkmasının nedeni yağıĢın az olması, yaz döneminin uzun ve kurak geçmesinden kaynaklanmaktadır. Derinlikle birlikte organik madde miktarı yüzey horizonlarına göre önemli miktarlarda azalma görülmüĢtür. Bu durum söz konusu profillerin açıldığı alanın mera olmasından kaynaklanmıĢtır. Topraklar organik madde içerikleri bakımından gruplandırıldığında P3 orta diğer profil de ise az sınıfında yer almıĢlardır.

KDK topraklarda 13.14-41.56 me.100g-1 arasında bulunmuĢtur. KDK ‗nın değiĢim nedeni horizonlarda kil ve organik madde içeriği ile iliĢkilidir. ÆalıĢılan profillerin bazı horizonlarında düĢük organik maddeye karĢılık yüksek KDK değeri bulunmuĢtur. Yapılan mineralojik analizler sonucunda yük yoğunluğu fazla olan smektitin varlığı KDK‘nın yüksek çıkmasına neden olmuĢtur. Yoğun olarak 2:1 tipi killer taban arazilerde. 1:1 tipi killer ise yüksek arazilerde fazla olarak bulunmuĢtur. KDK‘nın profiller de büyük farklılık gösterememesinin nedeni toprak oluĢumunun yetersiz olması nedeni ile fizyografik ünitelerde kil mineralojisi bakımından farklılaĢma meydana çıkmamıĢtır. Topraktan tek değerli katyonların yıkanması daha kolay olmaktadır. En kolay yıkanan Na+

‘dur. K+ ve NH4 + sodyum iyonlarından daha kuvvetle tutulabilmektedir. Ġki değerli katyonlar ve özellikle Ca++‘un toprak kolloidleri tarafından daha kuvvetle tutulduğu anlaĢılmaktadır.

ġekil 4.3: Topraktaki Katyonların Bağlanması

Topraklarda değiĢebilir katyonlar yüzey horizonlarda Ca+Mg>K>Na iken, yüzey altı horizonlarda Ca+Mg>Na>K olarak gerçekleĢmiĢtir. Profillerde Ca+Mg 13.13-35.42 me.100g-1, Na 0.03-16.62 me.100g-1 ve 0.41-11.84 me.100g-1 arasında değiĢmiĢtir. DeğiĢebilir katyonların miktarı derinlikle düzensiz bir değiĢim göstermiĢtir.

Buna bağlı olarak baz doygunluğu % 100 olarak bulunmuĢtur. Topraklardaki bazik katyonlar bolluk sırasına göre yüzeyde Ca+Mg>K>Na Ģeklinde iken derinlikte Ca+Mg>Na>K Ģeklinde sıralanmıĢtır. Bu durum ana materyalde bulunan feldspatların Ca ve Na‘ca zengin olduğunu göstermektedir. K‘un yüzeyde daha yüksek değerler göstermesi ise bitkisel döngü nedeniyle yüzeye taĢınması sonucu oluĢmuĢtur. Ana materyallerin de bileĢimi ve Ca ve Na‘lu (plajiyoklas) minerallerin ayrıĢmasına bağlı olarak değiĢim kompleksleri çoğunlukla Ca ve

Mg‘ca doygundur ve baz doygunluğu % 100 dür. KDK‘nın % 100 olması, düĢük yağıĢın bazların yıkanmasına yetmediğini göstermektedir. Fizyografik farklılıklarda baz doygunluğu üzerine herhangi bir etki göstermemiĢ ve tüm profillerde benzer sonuç elde edilmiĢtir.

Kireç toprak verimliliğini etkileyen önemli faktörlerden biridir. Kireç toprak yapısını oluĢması açısından önemli bir elementtir. Toprakta yaygın bir mineral olan kalsitin rombik kristalleri çoğu kez birbiriyle birleĢmiĢ ve agregatlaĢmıĢ haldedir. Bunlar su ve havanın hareketi için olumlu gözenekli bir ortam yaratarak, toprağın fiziksel verimliliğini arttırmaktadır. Üstelik ince kireç toprakta eriyerek ortama kalsiyum iyonları vermekte bu iyonlar killeri folüke ederek fiziksel bakımından uygun bir geometri oluĢmasına yol açmaktadır. Ancak yüksek kireç baĢta mikro besin elementleri olmak üzere birçok besin elementinin elveriĢliliğini azalttığı gibi makro besin elementleri ile Ca arasındaki dengeyi de bozarak onların alımını etkilemektedir. Kloroz en çok kireçli topraklarda görülen yaygın problemlerden biridir. Tüm profillerde yüksek kireç içeriğine rastlanmıĢtır. Kireç miktarı % 9.26 ile % 75.73 arasında değiĢmiĢtir. Profillerde kireç P3, P4, ve P5 profillerinde yüzey horizonlarından ana materyale doğru artma eğilimi göstermiĢtir. Profillerde HCl ile tüm horizonlarında çok güçlü reaksiyon tespit edilmiĢtir Profil tanımlamalarından da anlaĢıldığı gibi 4 ve 5 numaralı profiller hariç tüm profillerde A horizonuna ek olarak zayıf geliĢmiĢ kalsik ―B horizonu‖ veya kalsik ―C horizonu‖ yer almıĢtır. Her ne kadar profillerde bir kireç hareketi gözlense de yağıĢın az olması CaCO3‘ün yıkanmasına yetmemiĢtir. Bölgenin düĢük yağıĢ kapasitesi kirecin tamamen profilden yıkanmasına engel olmuĢtur. Kireç içeriği özellikle P1 ve P2 profillerin de olduğu gibi depolanma deseninde görülen farklılıklar nedeniyle düzensiz bir dağılım göstermiĢtir. P2 de profil içinde kumlu katmanların bulunması kireç içeriğini etkilemiĢtir. P3 de ise çok kireçli lakustrin ana materyalin yapına uygun olarak kireç içeriği hem yüksek rakamlara ulaĢmıĢ hem de ana materyale doğru artmıĢtır. P4 ve P5 ana materyal volkanik karakterli olmasına rağmen yüksek kireç bulunmuĢtur. Volkanik topraklarda bulunan kirecin 4 kaynağı olduğu bilinmektedir. Bunlar; 1. Bazaltik lavların akarken altında bulunan kireçli materyalden bünyesine parça alması, 2. Bazalta bulunan Ca‘lu minerallerin uygun ortamlarda CaCO3 oluĢturması, 3. Bazaltik lavların akmasından sonra kireçce zengin hidrotermal suların gözeneklerde kristalizasyonu, 4. Kireç içeren rüzgâr materyalleri ile rekalsifikasyondur (Kapur 1980, Gürel 1992, Karaman 1995). ÆalıĢma alanında da volkanik materyal üzerinde açılan toprakların ana materyalin özellikle andezit bazalt olması ve bu ana materyal içinde bulanan amfibollerin ayrıĢması ile ortaya çıkan primer Ca karbonatlarla birleĢerek kireci oluĢturmuĢtur. Dolayısıyla ana materyalinin yapısı farklı olmasına rağmen çalıĢılan profillerin tümü yüksek kireç içeriğine sahip olmuĢtur.

Topraklar kireç içeriklerine göre sınıflandırıldığında %15-25 den fazla kireç ihtiva eden topraklar fazla kireçli ve % 25 den fazla kireç ihtiva edenler ise çok fazla kireçli olarak sınıflandırılmaktadır. Buna göre çalıĢma alanında açılan tüm profiller çok fazla kireçli sınıfta yer almakta olup, ana materyal çeĢitliliğine rağmen tüm profillerde yüksek kireç miktarına bağlı verimlilik problemleri görülmektedir.

Tekstür toprak verimliliğini etkileyen en önemli özelliklerden biridir. Toprak tekstürü toprak havalanması, KDK, su hareketi ve faydalı su kapasitesi, agregat oluĢumu ve stabilitesi, erozyona karĢı direnç, besin elementi rezervi, toprak tavı ve ısısal özellikleri gibi birçok önemli verimlilik unsuru üzerine etki eder. Bu nedenle toprak tekstürü verimlilik üzerine doğrudan veya dolaylı önemli etkisi olduğu için dikkate alınacak ilk özelliklerden biridir. Toprakların tekstürü P4 hariç diğer profillerde kaba ve kabaya yakın tınlı kumla killi tın arasında değiĢmiĢtir. P4 ise ince bünyeli olup kil ve bir horizonda kumlu kil yapıdadır. Toprakların kil içeriği % 8.05 ile % 58.1 arasında değiĢmiĢtir. En yüksek kil içeriğine 4 nolu profil de rastlanmıĢtır. Kum içeriği % 27.9 ile 86.95 arasında değiĢmiĢtir. En yüksek kum içeriğine P2 ve P5 de rastlanmıĢtır. Zira P2 de profil de bir kum katmanının olması P5 ise kolivyal yapıda olması bu profillerde yüksek kum içeriklerinin saptanmasına neden olmuĢtur. Silt içerikleri ise % 2.5 -30.0 arasında dağılım göstermiĢtir. Toprak tekstürüne ana materyalin etkisi P4 gözlenmiĢtir. Bu profilin andezit- bazalt yapıda bulunması nedeniyle sahip olduğu yüksek miktardaki ferrromagnezyumlu mineraller ile feldspatların kolay ayrıĢabilir olması bu profilin daha ince yapıya sahip olmasına neden olmuĢtur. Bu özellikleri itibariyle P4 ve P5 dıĢındaki profiller tekstürel anlamda çok sorunlu görülmemektedir. P4 de ise yüksek kil içeriği nedeniyle özellikle fiziksel verimliliğine olumsuz etki yapabilecektir. P5 ise yüksek kum içeriği nedeniyle faydalı su kapasitesi ve besin elementleri miktarı açısından sorunlu görülmektedir. Faydalı su kapasitesi anlamında P3‘de de kısıtlamalar görülebilecektir.

Hacim ağırlığı toprak fiziksel verimliliğine etki eden önemli faktörlerden biridir. Zira yüksek hacim ağırlığı genelde toprak sıkıĢmasının bir sonucudur. Bu da toprak gözenekliliğini azaltarak havalanma kapasitesini ve faydalı su tutma kapasitesini düĢürür. Bu nedenle yüksek hacim ağırlığı toprak verimliliği için istenmeyen bir durumdur. Hacim ağırlığı değerleri 0.94 – 1.66 g cm-3

arasında değiĢim göstermiĢtir. Genelde hacim ağırlığı değerleri normal sınırlar içinde saptanmıĢtır. Ancak özellikle bazı horizonlarda ortaya çıkan yüksek kil içeriği ve kilin sıkı paketlenmesi nedeniyle yüksek değerler gözlenmiĢtir. Ancak hacim ağırlığına ana materyalin direk bir etkisi gözlenmemiĢtir.

(Huang 1988)‘ya göre asit oksalat; amorf yapıda olan Sodyum ditiyonit-sitrat ise; daha çok, kristalin oksitlerdeki demiri (Fed), ekstrakte etmektedir. Sodyum ditiyonit-sitrat ile ekstrakte edilen demir serbest demir olarak da bilinir ve ayrıĢma artıkça miktarı artar. Ditiyonit-citrat-bikarbonat da humus kompleksleri, allofan benzeri bileĢikler ve hidros- oksitlerdeki Fe ve Al‘u ekstrakte etme yeteneğine sahiptir (Wada, 1977). Ancak diğer çözücülerin aksine kristalin formdaki bileĢikler üzerine daha etkilidir. Profillerde Fed % 0.06 ile % 0.51 arasında dağılım göstermiĢtir. ÆalıĢılan profiller de Fed değerleri oldukça düĢüktür ve söz konusu değerler incelendiğinde farklı ana materyallere bağlı olarak profiller arasında P4 hariç anlamlı bir değiĢim gözlenmemiĢtir. P4 de ise daha yüksek değerler elde edilmiĢtir. Bu durum ana materyalin bileĢimi ile ilgilidir. Fed topraklarda ayrıĢma oranı hakkında fikir vermektedir Bu değerden de anlaĢıldığı gibi, toprak ayrıĢma dereceleri üzerine ana materyalin etkisi çok belirgin olmasa da P4 ün biraz daha fazla ayrıĢtığını söylemek mümkündür. Yüksek ayrıĢma aĢırı yıkanma olmadığı durumlarda bitki besleme açısından olumlu bir durumdur. Zira ayrıĢma ile ortaya çıkan besin elementleri ya doğrudan bitkiler tarafından alınır ya da değiĢebilir halde kolloidlerce tutulur. Bölgenin çok kurak olması ayrıĢma dereceleri açısından ana materyalin farklılığına rağmen önemli bir farklılaĢmanın oluĢmasını önlemiĢtir. Söz konusu değerler profillerdeki kristalize demir bileĢiklerinin kristalizasyon derecelerinin benzer olduğunu da göstermektedir. Fed genel olarak yüzeyden derine doğru azalma eğilimi göstermektedir. Bu durum ayrıĢmanın derinlikle birlikte azaldığını ortaya koymaktadır.

CIA değeri kimyasal ayrıĢma ile Ca, Na ve K gibi bazik katyonların minerallerden uzaklaĢması iĢlemine dayanır ve toprak içerisinde birincil ve ikincil minerallerin oranını yansıtan bir değerdir. AyrıĢmanın bir ölçüsü olarak kimyasal ayrıĢma indeksi CIA, (Nesbitt and Young 1989) tarafından belirtilen formüle göre hesaplanmıĢtır. CIA hidrolitik ayrıĢma ile feldspatların killere alterasyonun derecesini yansıtır ve nispi olarak kil miktarına iĢaret eder. Yoğun olarak ayrıĢmıĢ ve bol miktarda kaolinit gibi residüyel killer veya gibsit gibi mineralleri içeren toprak veya sedimentlerde CIA değeri 100‘dür. AyrıĢmamıĢ üst kaya kabuğu için ise bu değer 50 dir (Fedo, Nesbitt et al. 1995). CIA değerleri 59.54 ile 83.31 arasında değiĢmiĢtir. En yüksek CIA değerlerine P4 de rastlanmıĢtır. Bu durum serbest demir değerleri ile de uyum içindedir. P2 ve P5 in kumlu sedimentlerle, kolivyal karakterde olması en düĢük CIA değerlerinin bu profiller de gözlenmesine neden olmuĢtur. CIA değerleri de göstermektedir ki artan ayrıĢmaya bağlı olarak en yüksek kimyasal verimlilik değerleri P1 ve P4 de görülmüĢtür. Ancak CIA değerlerinin oluĢmasında ana materyalden daha çok ayrıĢma ortamının özellikleri etkili olmuĢtur.

CIA değerleri çok az ayrıĢmıĢ (50-60), az ayrıĢmıĢ (60-70) orta derecede ayrıĢmıĢ (70- 80), ileri derecede ayrıĢmıĢ (80-90) ve aĢırı derecede ayrıĢmıĢ (90-100) olarak sınıflandırıldığında çalıĢma alanındaki toprakların tümü farklı fizyografik seviyelerinde olmalarına rağmen aynı sınıf içinde yer aldıkları görülmektedir. CIA değerlerinin profiller arasında değiĢim aralığının sınırlı olması ve aynı sınıf içinde yer alması ve toprakların horizon dizilimindeki bazı küçük farklara rağmen genel olarak benzer yapıda olması, fizyografik seviyelerine bağlı olarak toprak oluĢumu için süreçlerin farklı olmasına rağmen benzer ayrıĢma süreçlerine uğradıklarını ve ayrıĢma derecesinin benzer olduğunu göstermektedir.

Toprakların besin elementi içerikleri ana kayanın mineralojik yapısıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle ayrıĢmanın ve yıkanmanın düĢük olduğu kurak bölgelerde ve oluĢumunun baĢlangıcındaki genç topraklarda bu etki daha yoğun görülür. Kayalar ayrıĢarak toprağa dönüĢtüğünde, topraktaki mineral maddelerde kayıp ve kazançlar olmaktadır. Ana materyalin bünyesinde bulunan mineraller, özellikle toprakların olgunluk safhasında önemli değiĢime uğramaktadır. Mineral elementlerle iklim arasındaki birbirini etkileyen kimyasal bağlantılardan dolayı, toprak profili boyunca rastlanan elementlerle ana materyaldeki elementler arasında değiĢik seviyede azalma, çoğalma, yeni element ilavesi ve bazı elementlerin veya mineral maddelerin kaybı görülmektedir.

Topraktaki bitki besin maddelerinin önemli bölümü ana kayadaki (veya ana materyaldeki), minerallerin ayrıĢması sonucunda serbest kalıp, toprağa intikal eden iyonlardır. Organik madde topraktaki bitki besin maddelerinin diğer bir kaynağıdır. Toprağa ayrıca; sızıntı suyu, taban suyu, yağıĢlar ve gübreleme ile de bitki besin maddeleri katılmaktadır.

Toprakta Fe3+ (ferric) iyonu pH 3-5 arasında çözünürdür ve bitkiler tarafından faydalanabilir (pH 7 ve biraz üzerine kadar). Fe2+

iyonu ise pH 8‘e kadar bitkiler tarafından faydalanabilir. Fizyolojik aktif demir, metalorganik yapıda bulunur ve oksijen taĢınmasında oksitleyici katalizör veya enzim olarak kullanılır. Demir bitkilerin solunum iĢlemi enzimlerinde çok önemli bir role sahip ve bitkilerin fotosentez sistemlerinde de aktif bir elementtir. Demir eksikliği en önemli eser element eksikliği olarak sıklıkla karĢılaĢılır. Demir eksikliğinin baĢlıca görünen semptomu büyüme aĢamasında yapraklarda benekli klorofillerin oluĢmasıyla anlaĢılmaktadır. Eksikliğin fazla olduğu durumda ise yaprağın yeĢil rengi tamamen kaybolabilmektedir. Toprakta bulunan demirin yarayıĢlılığı üzerine, toprak pH'sı, toprak çözeltisinde ve suyunda bulunan bikarbonat iyonlarının miktarı, ortamda bulunan kalsiyum ve magnezyum karbonatların, PO4 3-

iyonlarının ve bakır, mangan, molibden ve çinko gibi ağır metallerin miktarları da etkili olmaktadır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde oluĢan topraklarda yetiĢtirilen bitkilerde eksikliği en çok görülen mikro besin maddesi

demirdir. Bitkilerde demir eksikliği görülmesi, demirin yetersiz olmasından ziyade, kurak koĢullar nedeniyle toprakta fazla miktarda kireç bulunması ve toprak pH'sının yüksek olmasından kaynaklanır. Demir eksikliği sonucu oluĢan kloroz özellikle fazla kireçli topraklarda daha çok görülür. Æünkü kireç, bitkiye yarayıĢlı durumda bulunan demiri toprakta bağlar ve yararsız duruma getirir. Aynı Ģekilde ortamda mangan, bakır, çinko ve ağır metallerin fazla miktarda bulunması, bitkilerin demir alımlarını olumsuz yönde etkilemekte ve sonuçta bitkiler demir eksikliği göstermektedirler. Demir, bitki yapraklarındaki yeĢil rengi meydana getiren klorofilin teĢekkülünde rol oynamaktadır. Demir, bitkilerde önemli fizyolojik iĢlevleri olan pek çok biyokimyasal tepkimeleri aktive eder. Protein sentezi üzerinde etkili olan demirin ortamda yeteri kadar olmaması durumunda bitkilerde protein oranının azaldığı buna karĢılık organik azotlu bileĢiklerin arttığı gözlenmiĢtir. Demir eksikliği belirtileri bitkilerin genç yapraklarında ve özellikle son çıkan yapraklarda, damarlar arası sararma Ģeklinde ortaya çıkar. Demir eksikliğinde en ince yaprak damarlarının dahi yeĢil renklerini korumalarına karĢın, damarlar arası düzgün bir Ģekilde tamamen sarı bir renk almaktadır. Fe toprakta oldukça bol bulunmasına rağmen özellikle kireçli topraklarda alınabilir miktarının çok düĢük olması nedeniyle sık sık eksikliğinin görüldüğü bir elementtir. Bitki köklerince demir, Fe+2

iyonu formunda absorbe edilir ve iyonun kök üzerine dek taĢınması demir-Ģelatlar biçiminde olabilmektedir. Demiri, Fe+3 formunda içeren bileĢiklerin düĢük çözünürlüğü, bu elementin (Fe+3

) yararlılığını ve bitkilerce alımını Ģiddetli olarak sınırlarlar. Toprak çözeltisinde demirin çözünürlüğü çok fazlasıyla pH ‘ya bağlıdır (Carson 1974). pH ‘da her birim yükselme olduğunda, Fe+3 ve Fe+2 iyonlarının çözünürlüğüde, sırası ile 1000 ve 100 kat azalma olur. Ancak pH 3 iken, demirin bitki köklerine kütle akımı ile taĢınabilmesi için toplam çözünebilir demir konsantrasyonu yeterli düzeyde olur. Ayrıca normal toprak pH‘sı değerlerinde, yayınma ve kök değinimi gibi yollarla köklere kadar taĢınması için yeterli miktarda olduğunda bile, yararlı demir miktarının, bitki istekleri için yetersiz düzeyde olmaktadır (GÜZEL, GÜLÜT et al. 1992). ÆalıĢılan profillerde Fe miktarı 0.58-5.05 mg.kg-1 arasında değiĢmiĢtir. Fe içeriği sadece P4 de orta ve fazla seviyede iken diğer profillerde az düzeydedir. Fe içeriği çok düzenli olmasa da genel olarak derinlikle azalma eğilimindedir. En yüksek Fe içeriği P4 de görülmüĢtür. Bu durum yüksek miktarda biyotit gibi Fe‘li mineraller içeren volkanik ana materyalin yapısıyla uyum içindedir. Nitekim mineralojik analizler sonucu tespit edilen biyotit varlığı da bu durumu desteklemektedir.

ġekil 4.4: Mikro Elementlerin Toprakta pH Alınım Aralıkları

Mangan bitkilerde görünen çeĢitli enzimatik ve fizyolojik reaksiyonlarda katalizör olarak önemli bir role sahiptir. Fazla miktarı bitki için toksik olabilir ve bitkinin demir alım kapasitesini düĢürebilmektedir. Mangan genellikle bitkilerin solunum sistemlerinde kullanılır (karbonhidratların CO2 ve H2O ya yükseltgenmesi gibi). Bu olay Mn tarafından aktiflenmiĢ bir enzim sayesinde katalizlenmektedir. Manganın bu özelliğinin yanı sıra azot metabolizmasına etken olan enzimlerin aktiflenmesinde de kullanılmaktadır. Topraktaki mangan miktarı geniĢ bir aralıkta seyretmektedir. Bitkiler topraktan Mn2+

absorbe edebilir ve kullanabilirler. Tarımsal iĢlemlerde önemli olan toprakta yeterli oranda Mn2+

bulunduracak Ģartların oluĢmasını sağlamaktır. Mn eksikliği bitkilerde ―gri benek hastalığı‖ na sebep olur. Bu tür bir bitkinin alt yapraklarında önce grimtırak lezyonlar oluĢur sonra bu kısım geniĢler ve yaprağın kenarında parlak sarı veya turuncu hale dönmektedir. Bu lezyonun içindeki hücreler ölmektedir. Bunu yeĢil yaprağın renk değiĢtirmesi takip etmekte ve yaprak sararmaktadır. Topraklardaki toplam mangan miktarları % 0.001 ile % 1.2 arasında değiĢmektedir. Bitkiler mangana az gereksinim gösterirler. Bu durum bitki dokularında manganın yapı maddesi olmaması ve bitkide ihtiyaç duyulan yerlere kolayca taĢınması ile açıklanabilmektedir.

Benzer Belgeler