• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: FİNANSAL KRİZ OLGUSU

2.3. FİNANSAL KRİZ MODELLERİ

Finansal krizler konusunda günümüzde üç tür kriz modelinden bahsedilmektedir. Bu modeller, 1979 yılında Paul Krugman tarafından ortaya atılan birinci nesil kriz modelleri, ilk olarak Obstfeld tarafından geliştirilen ikinci nesil kriz modelleri ve Krugman’ın “ahlaki risk” ile Radelet ve Sachs’ın “spekülatif saldırı” yaklaşımlarına dayanan üçüncü nesil kriz modelleridir. Bu modeller birbirinin yerini alan değil birbirlerini tamamlayan modellerdir.

Birinci Nesil Kriz Modelleri: Salant ve Henderson’un 1978 yılındaki çalışmasına dayanarak Krugman’ın 1979 yılında, ortaya attığı ve Flood ve Garber tarafından geliştirilen bu modeller, krize neden olan makroekonomik büyüklüklerin önemini vurgulamaktadır. Bu modellere Kanonik modellerde denilmektedir. Birinci nesil kriz modellerine göre finansal krizlerin, ekonomideki dengesizliklerden ve sabit döviz kurundaki tutarsızlıklardan dolayı ortaya çıktığı öne sürülmektedir (Krugman, 2000: 2).

Birinci nesil modellerin finansal krizleri öngörmek için önerdiği göstergeler; faiz oranları, yurtiçi kredi hacmi ve enflasyon oranlarının artması, kamu harcamaları, cari işlemler ve dış ticaret dengesindeki açık, parasal genişleme, reel döviz kurunda değerlenme, döviz rezervlerinde azalma gibi birçok makroekonomik etki bulunmaktadır.

Krugman’ın geliştirdiği bu modele göre, sabit döviz kuru sistemi geçerli iken, iç kredi hacminin para talebinden daha fazla artması, sürekli olarak ülkenin uluslararası rezervlerinin azalmasına ve ülke parasına yönelik spekülatif saldırılara neden olmaktadır (Kaminsky-Lizondo-Reinhart, 1997: 5). Bu spekülatif saldırıların başlama zamanı ise rezervlerin düzeyine bağlı olmaktadır.

Birinci nesil kriz modelleri; 1973 ve 1982 döneminde Meksika ve diğer Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan para krizlerini açıklamak için geliştirilmiştir. Bu modele göre bütçe açığı, iç borçlanma veya emisyon yardımıyla finanse edilmektedir. Para arzının artırılması yoluyla finansman; enflasyon, sermaye çıkışı ve beklentilerin olumsuzlaşmasına ve böylece, ödemeler dengesinin açık vermesine neden olmaktadır. Sabit kurun devam ettirilmesi için ısrarcı olan para otoritesi rezervlerini kullanarak, ödemeler dengesi açığını kapatmaktadır. Ancak sınırlı rezervler sebebiyle sabit kurun uygulamasında çok fazla ısrar edilmemektedir. Bu durumda para devalüe edilmekte veya dalgalanmaya bırakılmaktadır (Karaçor- Alptekin, 2006: 238).

Model, aşırı mekanik ve tek boyutlu olması, devletin bütçe açıklarını parasallaştırması ve Merkez Bankasının ekonomik gelişmelere bakmadan, döviz kurunu rezerv satarak baskıladığını varsaydığından dolayı eleştirilmektedir. Bu modellerde, iktisadi ajanların gelecek beklentilerinin, ekonomik faaliyet dengesizliklerinde ve kredi politikalarında etkisinin olmadığı vurgulanmaktadır (Yay, 2001: 1235).

Bu modelin diğer eleştirisi ise, para krizlerini bir tek bütçe açığı ve döviz rezervine dayandırmış olmasıdır. Birinci nesil kriz modelleri bu sebeple, 1994 Meksika krizini açıklamasına rağmen, ERM krizini ve 1997 Asya krizini açıklayamamaktadır. Birinci nesil kriz modelleri diğer modellere öncülük ettiği için ve yeni modellerin oluşturulması fikrini sağladığı için önem taşımaktadır.

İkinci Nesil Kriz Modelleri: 1992 ERM krizi ve 1994 yılında gerçekleşen Latin Amerika krizleri birinci nesil kriz modellemesi ile açıklanamadığı için yeni bir kriz modeli olarak ikinci nesil finansal kriz modelleri ortaya atılmıştır. Obsfeld; Kurgman’ın yaptığı çalışmayı geliştirerek İkinci Nesil Finansal Kriz (Kendi Kendini Besleyen Spekülatif Atak) modelini bulmuştur.

İkinci nesil finansal kriz modellerinde, politik tercihler, beklentiler ve krizlerin yayılmasına ilişkin göstergeler daha çok kullanılmaktadır. Bu göstergelerin yanında cari işlemler dengesinde kötüleşme, kısa vadeli borç miktarı, endüstriyel üretimde azalış, hisse senedi fiyatlarında farklılaşma, yurtdışı faiz farklılığı, enflasyonda artış ve ticaret hadlerindeki kötüleşme diğer göstergeler olarak sayılabilmektedir.

Bu model, beklentilerin kendi kendini beslemesi, bulaşma ve çoklu denge sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Kendi kendini besleyen beklentilerde; eğer bir spekülatör saldırırsa, sonuç diğer spekülatörlerin davranışlarına göre değişmektedir. Bulaşma; bir bölge ya da ülkede başlayan krizin, iktisadi olarak bağlantılı olduğu başka bir bölge ya da ülkeyi de etkilemesi anlamında kullanılmaktadır. Çoklu denge

ise, sabit döviz kuru politikasının sürdürülebilirliği ile ilgili şüphe olmamasına rağmen, piyasa katılımcılarının başarılı bir spekülatif atakla mevcut politikayı değiştirebildiği durumda ortaya çıkmaktadır.

İkinci nesil modeller sabit döviz kuru sisteminin çökmesini, ekonomik sürecin sonucu olarak değil, politik bir tercih olarak kabul etmektedir. Yani ikinci nesil finansal kriz modellerine göre, devalüasyon yapılma kararı, sabit kur rejimini devam ettirmenin devlete sağladığı faydanın, maliyetinden yüksek olup olmamasına bağlanmaktadır. Bu uygulamayı devam ettirmenin maliyeti yüksek olmasına rağmen, devletin sabit kur uygulamaya devam etmesi özel kesimin güvenini azaltıp devalüasyon olasılığını artırmaktadır (Bastı, 2006: 12).

Devalüasyon beklentisi, faiz oranları ve ücretleri artırarak, makroekonomik göstergelerde bozulma yaratıp sabit kur rejimini sürdürmenin maliyetini yükseltmektedir. Maliyetlerin yükselmesi devalüasyon beklentilerini daha da artırmakta, bu durum ise spekülatif saldırı başlayıncaya kadar sürmekte ve krizlere neden olmaktadır.

1997 yılında yaşanan Doğu Asya krizinde, birinci ve ikinci nesil kriz modelleri yetersiz kalmaktadır. Bunun nedeni ise, Asya krizinde bütçe açıklarının finansmanında sabit kur sistemi ile tutarsızlık veya makroekonomik büyüklüklerdeki olumsuzluklar değil, spekülatörlerin sabit kur sisteminin terk edileceği beklentileri neden olmuş ve Asya krizini açıklayabilmek için üçüncü nesil modellere gereksinim duyulmuştur (Kansu, 2004: 119).

Üçüncü Nesil Finansal Krizler: S. Radelet ve J. Sachs tarafından vurgulanmış ve R. Chang ve A. Vêlasco tarafından geliştirilmiştir. Bu model, kendi kendini besleyen finansal panikler sonucunda krizlerin çıktığını vurgulamaktadır. Üçüncü nesil finansal kriz modellerinde yaşanan krizlerin açıklanmasında bulaşma ön plandadır, bir ülkedeki kriz diğer bir ülkenin makroekonomik değişkenlerini veya spekülatörlerin beklentilerini etkilemektedir.

Üçüncü nesil modellerde krizler, asimetrik bilgi ve ahlaki tehlike sorunlarına dayalı bulaşma veya vade-para birimi uyuşmazlığı olaylarıyla açıklanmaktadır. Bilginin ekonomik sektörde simetrik dağılmaması nedeniyle ahlaki tehlike, bunun sonucunda da eksik bilginin yanlış kararın alınmasına yol açması nedeniyle asimetrik bilgi sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Nakit uyumsuzluğu ve olumsuz dışsal şoklar yerli bankaların ve yabancı kreditörlerin bekleyişlerini değiştirmektedir. Yaşanan güven kaybı bekleyişleri değiştirip, vadesi gelen yabancı kredilerin yenilenmemesine veya geri çağrılmasına böylece de sermaye krizine neden olmaktadır. Bu durumda yerli paraya karşı spekülatif ataklar gerçekleşmeye başlayarak bankaların bilançolarındaki mevcut vade ve likidite uyumsuzluğunu arttırmaktadır. Tüm bu yaşananlar sonucunda bankacılık ve para krizi eş zamanlı olarak meydana gelerek ikiz krizlere neden olmaktadır.

Asya Krizi’nde ahlaki tehlike kaynaklı sorun yaşanmıştır, çünkü finansal kurumlar devlet garantisinde oldukları için yeterli denetim ve gözetimden yoksun olmaktadırlar. Borçların aşırı riskli olması, varlık fiyatlarını artırarak enflasyona neden olmaktadır. Borç vermenin devam etmesi ise varlık fiyatlarının daha çok yükselmesine ve balonun aşırı şişerek patlamasına neden olmaktadır. Yaşanan kriz varlık fiyatlarının düşmesine, iflaslara neden olmakta ve bankacılık krizleri para krizlerine yol açmaktadır (Krugman, 2000:3).

Benzer Belgeler