• Sonuç bulunamadı

Birinin kanma yemek yedikten hemen sonra mikroskop altın­

da bakarsanız, yediklerinin vücutlarını etkilediğini görürsü­

nüz. Çalışmalarım sırasında, insanlara tipik Amerikan öğü­

nüyle -fa st food ya da p izza- beslenmelerini söyleyip daha sonra kan alarak incelediğimiz bir araştırma yaptık. Eğer bu zamana kadar sağlıklı beslenmişlerse, yemeden önce kan hücrelerine baktığımızda, aralarında yuvarlak boşluklar gö­

rürüz. Ama fast food öğününden sonra, kan hücreleri arasın­

daki boşluk kaybolur. Bunun yerine birbirlerine çok yakın ve birbirlerinin üstünde bitişik dururlar. Bu "öncesi ve sonrası"

resimlerini gönüllülere gösteririz. Neden sersem ve yorgun hissettiklerinin kan hücreleri tarafından dışa vuruluşuna ta­

nıklık etmek onları şaşırtır. Daha sonra beş ya da on sindirim enzimi -görevi bütün pisliği silip süpürerek hücrelerin oksi- jenlenm iş kanda yüzmesini sağlam aktır- almalarını isteriz.

Bir saatten daha kısa bir sürede, katılımcı kendisini daha iyi hisseder ve daha enerjik hale gelir. Mikroskop altında hüc­

relerine baktığımızda, hücrelerin daha az kalabalık gruplar oluşturduğunu ve nefes alabildiklerini görürüz.

Moleküler düzeyde, toksinler yiyeceklerle vücudumuza girdiğinde, vücut onları sindirmeye çalışır. Doğal olmayan bir şeyle karşı karşıya olduğunu anladığında, sentetik içerikleri yıkmak için daha fazla enzim salar. Kendimizi yorgun, şişmiş, gazlı hissettiğimizde; mide yanmamız, GERH (gastroözefagi- yal reflü hastalığı) ya da ağrıyan bir midemiz olduğunda; hat­

ta kabız olduğumuzda, sebep genelde budur. Aynı zamanda Amerikalıların yüzde 20'sinin sindirim şikâyetlerinin nedeni budur ve insanlara en sık reçete edilen ilaçlar; Tums, Mag­

nezyum Sütü, Pepcid, Prilosec, Zantac, G as-X ve Imodium AD'dir. Sonuçta vücut bu maddeleri sindirilemez olarak al­

gılayacaktır (hm m ... bu kelime aynı sindirememe kelimesine

• 66 •

R O N I D E L UZ

benziyor). Bu noktada, onları mideden vücudun en büyük çöp kutusu olan kolona doğru atmaktadır. Ama kolon bile bunlarla ne yapacağını bilmemektedir. Orada biraz kaldıktan sonra -kolon bunlarla ne yapacağı sorununa çözüm bulmaya çalışırken, kabıza, gaza, vücut kokusuna ve diğer sorunlara neden olu r- vücudun drenaj ağı olan lenfatik sisteme geçer­

ler. Lenf sistemi nasıl başa çıkacağını bilmediğinden, toksinle­

ri asıl görevi organlara yastık görevi görmek ve yalıtımı sağla­

makken ek iş olarak çöpleri depolamak olan yağ hücrelerinin içinde biriktirir.

Hayatımız boyunca, yağ hücrelerimizde daha fazla toksin birikir ve hücreler kalabalıklaşır ve yoğunlaşır. Tıkanmaya baş­

ladıklarında, biz de tıkanmış hissederiz. Gerçekte yağ hücre­

lerimizde biriken çöpler olan selülit geliştirmeye başlarız. Yağ hücrelerimiz bunlarla doldukça, biz de şişeriz, ağırlaşırız ve kıyafetlerimiz dar gelmeye başlar. Zamanla hücrelerimiz öyle sıkışık hale gelir ki yeterince oksijenlenemezler. Çöpleri içine yığacak hücreler aradıkça vücudumuz daha fazla yağ hücre­

si üretir. Bunlar da daha fazlasını alamaz hale gelinceye kadar çöplerle doldurulurlar. Solmaya ve şekilsizleşmeye başlarlar, gelişimleri gecikir. En sonunda, boğulmaya başlarlar. İşleri daha da kötüleştiren, bu fazla uygarlaşmış besinlerin kolonu, böbrekleri ve karaciğeri -görevleri zararlı öğeleri kan akımın­

dan süzerek vücuttan uzaklaştırmak olan organlar- toksik la­

ğım çukurlarına dönüştürür. Zamanla, fazla yüklü hale gelir ve görevlerini yerine getiremez ve bizi yorgun ve hasta kılarlar.

Bir şeylerin yolunda gitmediğini hissedebiliriz, ama sorun mik- roskopik düzeyde olduğundan, sadece bu konuda bilgili olan kişiler gerçekten ne olduğunun farkına varabilir. Geri kalan bizler bitkinlik, sersemlik, bulanık düşünme, kafa karışıklığı, baş ağrısı, alerjiler ve vücut ağrılarının nedeninin ne olduğu­

nu bilmeyiz. Toksisite kendini kırışıklık, yaşlılık lekeleri, kuru ya da yağlı cilt, akne, alerji ve vücut kokusu gibi daha belirgin yollardan gösterir.

6 7

-Bunlar tipik işaretler olarak ortaya çıkarken biz genelde fazla kiloluyuzdur. Çok geçmeden kimyasal saldırı ya da tok­

sik yüklenme işaretlerini deneyimleriz. Kan basıncımız yük­

selmeye başlar; başımız, eklem lerimiz ve vücudumuz ağrır.

Bu işaretler toplumun bize yaşlanmaya bağlı olduğunu söy­

lediği şeylerdir ama aslında yaşla hiçbir alakası yoktur. Bun­

lar aslında toksik olduğumuzun kanıtıdır (Düzgün beslenen, bakım ı yapılan ve her çeşit toksinden uzak tutulan bir vücut doksanlarına kadar iyi işler ve bu kişiler sessizce uykularında ölürler). Bu noktada genellikle doktora gideriz. Ama "A m e­

rikalı hekimler her yerde karşımıza çıkan çevresel faktörler­

den kaynaklanan hastalıklara bakm ak için eğitilmemişlerdir.

Hastalığı tersine çevirmek için onlardan nasıl kurtulunacağı- na dair bir fikirleri de yoktur," diye yazar Dr. Rogers. Bunun yerine ilaç yazarlar. İlaçlar başım ızı ağrıtan şikâyetleri iyileş­

tirirler ama ilaçların toksik sonuçları anlamına gelen ama yu­

m uşatılarak "yan etkiler" denen durumları armağan ederler.

Sonra tekrar doktora gideriz çünkü yeni şikâyetlerimiz var­

dır. Birçok insanın vücudu toksinlerle öyle yüklü hale gelir ki geleneksel diyet yöntemleriyle kilo vermeleri fiziksel olarak imkânsızlaşır. İnsanlar bir kez bu noktaya ulaştıklarında, ne yapsalar, ne kadar istekli olsalar, hangi diyeti deneseler, ya da bu diyete harfi harfine uysalar kilo veremezler. Toksinler biyokimyalarını bozmuştur. Şişman olmak onların suçu de­

ğildir.

Trans yağları düşünün, tereyağında, fast food ürünlerin­

de, hamur işlerinde, cipsler ve donmuş gıdalarda bulunurlar.

Bilim insanlarının bu yağlardan uzak durmamız gerektiğini söylemelerinin bir nedeni toksisiteleridir. Bitkisel yağların bozulmadan daha uzun süre dayanması için ve onların oda sıcaklığında katı kalabilmelerini sağlamak için (düşünün: bir­

çok margarin ve una katılan yağlar), üreticiler onların mole- küler yapısıyla oynamaktadır, hidrojenizasyon adı verilen bir

• 68*

R O N I DE L UZ

yöntem olan hidrojen eklemeyi uygulamaktadırlar. Hidroje- nizasyon yağ moleküllerinin şeklini değiştirmekte, trans yağ asitlerini tereyağı gibi doymuş (hayvansal) yağlardan daha kötü hale getirir. Ve "hamamböceği m otelleri"ne hamambö- ceklerinin girişi olduğu ama çıkışı olmadığı gibi, hidrojenize edilmiş yağlar da hücrelerinize girer ama hücreleriniz onla­

rı nasıl atacağı sorununu çözemez. Hücrelerin içsel işleyişini bozar, kalp krizi riskini artıran düşük-yoğunluklu lipoprotein (kötü, LDL) kolesterol miktarını artırırken, ona karşı koruyan yüksek yoğunluklu kolesterol (HDL, iyi) miktarını düşürür.

Bundan sonra kilo verebilmemize müdahale eder ve bel çev­

resinden kilo almamıza ve çabuk yaşlanmamıza yol açarlar.

Trans yağ asitleri o kadar tehlikelidir ki, FDA yiyeceğin için­

dekiler kısmında belirtilmesini zorunlu kılmıştır. Ama New York'ta ya da trans yağ kullanımının tamamen yasaklandığı başka bir toplulukta yaşamıyorsanız, yemeğin nasıl hazırlan­

dığını bilmediğiniz restoranlarda işler ne yazık ki böyle yü­

rümez.

Bu baş ağrıtıcı toksinlerin yanında, birçoğumuz aşağıda sık rastlamlanlarından bir kısmı açıklanacak olan metabolik sistemimizle ilgili sorunlar yaşarız: