• Sonuç bulunamadı

2.4. Eski Türk İnançlarından Örnekler

2.4.7. Evren Algılaması

Hunlar, göğü şahit tutarak ant içmiş; Türkler ise ay ve güneşi şahit tutmuştur genelde. Mesela Avar kağanı, sadakatte kusur ederse, ‘gök oklarının’ ki bunun güneş ışığı olduğu yorumu yapılmaktadır; gök oklarının kendisini yakmasını ister… Kutadgu Bilig’de güneş kalkana, ışıkları kargıya benzetilmektedir. Güneş ile birlikte anılan simge, kargı yani mızrak ve ok’tur. Ay ise ‘yay’ ile bağlantılandırılır. Kün ve ay yani güneş ve ay ile ok ve yay, benzer işaretlerdir. Emel Esin; Orhun yazıtlarında, bir hilal ve üç daireden oluşan işaretin, ‘ant’ olarak okunduğunu; bunun, ant merasiminde güneş ve ayın şahit tutulması ile bağı olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca bu işaretin aynı zamanda parlaklık simgesi de olabileceğini söylemektedir. 1022’de Arslan Han’ın çıkarttığı sikkede kün-ay yani güneş ve ay motifi vardır ve metinlerde bunun, parlaklık simgesi olduğu kayıtlıdır. Bir de ‘gök çarkı’ yani ‘kök çığrısı ya da yezginç’, ya da ‘felek’ vardır; genelde dairesel form olarak algılanmış ve sürekli hareketin, zamanın kaynağı kabul edilmiştir. Kutadgu Bilig adlı eserinde Yusuf Has Hacib’in sözleri; “Bak, feleği yarattı durmadan döner; onunla birlikte hayat da durmadan devreder” şeklindedir. Çarkı feleğin deveran süresi, günlüktür. Bu hareket sayesinde; sıcaklık-soğukluk, kuruluk-yaşlık durumları oluşur. Türklerin, gök kürenin sadece Kutup Yıldızı etrafında döndüğüne inanmadığını, onların, yıldızları taşıyan bir tekerleğin de döndüğünü var saydığını Baykal Denizi’ndeki bir adada, üzerinde Göktürk harfleriyle yazılmış ve art arda sıralanan yıldız isimlerinin yer aldığı bir çark bulunduğunu belirtmekte; ‘Semavi çark’ olarak nitelediği bu ‘kadırık ya da eğirçek’ yani çıkrığın, 8.ve 9.yüzyıllara ait olduğunu kaydetmektedir. Bu semavi çarkı, 11.yüzyılda Yusuf Has Hacib’in ‘tezginç yani dönen’ olarak isimlendirdiğini, Kaşgarlı Mahmud’un ise ‘kök çığrısı yani gök çarkı’ ve ‘felek’ şeklinde açıkladığını anlatmaktadır. Buna göre yıldız kümeleri ve gök cisimleri, gök çarkı üzerinde sıralanır ve çark, dünya etrafında dönerek, gece ve gündüzü meydana getirir. anlatmaktadır ve bu konunun, istendiği kadar derinleşebilecek ayrıntılara sahip olduğunu anlamak için Emel Esin’in sözlerine bakmak yeterlidir: “Türk astronomisinin, Budizm yoluyla Hint kavramlarından etkilenmiş olduğu, unutulmamalıdır” yorumunu yapmaktadır. Kısmen proto-Türk sayıldığını belirttiği Chou dönemine ait evren algılamasını anlatmaktadır. Başlangıçta evrenin, silindir şeklinde ve kubbeli İç Asya göçebe çadırı gibi kabul edildiğini, Chou dönemi sonlarına doğru; göğün, kubbe şeklinde, yeryüzünün ise bir su altı uçurumu yani 22

ufkun altındaki alan üzerinde yüzen, kare biçiminde, düz ve geniş bir saha olarak düşünülmeye başladığını kaydetmektedir. ‘Gök Sarayı’, dokuz kattan oluşurken; dört ana yönde uzanan dağların, Sarayı destekleyen sütun olarak kabul edildiğini ve Gök Sarayının girişinin ‘Batı Dağında’ olduğunu yazan Esin, bu sırada Göktürk Kağanlığının ‘kuzeyli sakinlerinin’, evreni silindir biçimli ve kubbeli bir çadır olarak algılamaya devam ettiğini anlatmaktadır. Uygurların, Çin, Hint geleneklerinin yanı sıra eski Türk kavramlarını da içeren bir evren yorumuna, kozmoloji anlayışına sahip olduğunu aktarmaktadır ve sözlerinin devamı şöyledir:

Esin’nin(2006: 376) ifade ettiği gibi:

“Hint gelenekleri, Türk kültürüne, Budizm yoluyla girmişti. Uygur kozmografyası yani gök bilim anlayışı; yeryüzünü dört tarafı okyanuslarla çevrilmiş, düz bir kara parçası olarak tanımlamıştı. Yeryüzünün ortasında, bir denizden çıkan Sumeru Dağı yükseliyordu. Uygur tapınaklarının bazıları, gökyüzünü temsil eden kubbeye, astral figürlerin resmedildiği, astral tapınaklardı. Bazı Uygur astral tapınakları, Türk kainat düşüncesine sadıktı ve silindir biçimli ve kubbeli çadır şeklindeydi.

Kuşkusuz kümbet veya kubbe gibi mimari tarzların bu eski inançtan etkilendiğini söylemek oldukça doğru bir kanı olur. Ayrıca Türklerin, Doğu Roma 17. yüzyılda Alman tarihçilerin Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu adını meşrulaştırmaya çalıştığı “Bizans” terimiyle anarsak, Bizanslılardan kümbet ve kubbe mimarisini esinlenmediği görülmektedir. Yar. Doç. Dr. Şöhret Aktepe’nin çalışmalarında belirttiği gibi İslamiyet öncesi hayvan ağırlıklı motifler, İslamiyet’le birlikte hayvan figürlerine benzer şekilde bitkisel motiflere yerini bırakmıştır, mimari içinde aynı geçişin gerçekleştiği de söylenebilir.

Çin-Türk inanışlarında Gök kubbenin yerini, Gök Tanrının meskeni olan ve etrafında göğün döndüğü, Demir Kazık- Kutup yıldızının aldığı söylenmektedir. Büyükayı, Yedi Hanlar takımyıldızının ise Gök Tanrıya benzer Tanrılardan oluştuğuna inanıldığı belirtmekte; “Bir noktadan Kutup Yıldızı’na sabitlenmiş, yıl boyu gün dönümleri ve ekinokslarda dönerek, dört yönü belirten Büyükayı, bir pusulaya benzetilmiştir” demektedir. Ekinoks yani gün-tün ya da gece-gündüz 23

eşitliği ve gün dönümleri zamanında Türklerin, Büyükayı onuruna mum yakarak, ölmüşlerin ruhunun göğe yükselmesi için dua ettiğini anlatmakta, ayrıca sabit yıldızların, Büyükayı kanalıyla Kutup Yıldızına bağlandığına inanıldığını aktarmaktadır. Uygur Türklerinin, “yultuzçı” yani astronom yetiştirdiğini kaydeden Esin; onların, gezegenlerin isimlerini yıllık takvimde gösterdiğini anlatmaktadır. Şu ana kadar bahsettiğimiz simge, anlam ve kavramlar, aslında Osmanlı dönemi dahil çeşitli şekillerde birbirinin tekrarı gibidir. Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eserlerde; hilal, güneş ve yıldız işaretine çokça yer verilmektedir. Bugün bayrağımızdaki ay-yıldız ya da ay-güneşe benzeyen motifin kökünü, Türk kültürünün doğduğu İç Asya çevresinde, Türklerin gök-evren anlayışı içindeki simgelerde aranması gerektiğini kaydetmekte ve şöyle devam etmektedir:

Esin’in(2004: 153) ifade ettiği gibi

“Bugünkü ay yıldızımıza benzeyen ve gökte gün, kün ile ayın kavuşumunu temsil eden bir motif; M.Ö. Birinci Bin yılda, proto yani ilk Türk olarak bilinen Chouların baş bayrağında görülüyordu. Gündüz ve gece, aralıksız devam eden parlaklığın simgesi olan astral motifler, o devirden beri daima proto-Türk, Türk ve akraba milletlerin simgeleri arasında yer almış ve astral Tanrıların alameti olmalarının dışında, Devletin başındakilerin ve önemli şahısların da alameti olmuşlardır. Kün ve Ay, Türk tarihinin de bir simgesidir”

3.TÜRKLERDE ASKERİ GELENEK VE SİSTEM

Benzer Belgeler