• Sonuç bulunamadı

Erken Cumhuriyet Dönemi (1908-1923) Enerji Politikalarının Genel

3. ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ ENERJİ POLİTİKALARI VE

3.1. Erken Cumhuriyet Dönemi (1908-1923) Enerji Politikalarının Genel

Genel Görünümü

1908-1923 dönemi esas olarak en net olarak Boratav’ın belirttiği gibi “Osmanlı

İmparatorluğunun bir dizi savaş, ihtilal ve ayaklanmalar sonunda tarihe karıştığı yıllar” olarak tanımlanabilir. (Boratav, 2004, s. 21)

İmparatorluktan Cumhuriyete geçişin sancılı süreçlerinin yaşandığı bu dönem siyasal ve ekonomik olarak çok dalgalı bir görünüm arz etmektedir. Dönem boyunca süre gelen savaşlar, ihtilaller, darbeler, isyanlar Osmanlının tarih sahnesinden çekilmesine ve Türkiye Cumhuriyetinin sahneye çıkışına eşlik etmiştir. Bu dönemde siyasal amacın iç çatışmaları dindirmek, dış baskılarla başa çıkabilmek, devletin kaybolan egemenliğini yeniden tesis etmek ve İmparatorluğun yeniden merkezileştirilmesi olduğunu söyleyebiliriz (Keyder, 2003, s. 72-73).

Ekonomik olarak da kapitalist batı dünyası ile bütünleşmenin amaçlandığı bu döneme gelindiğinde önceki dönemden kalan bir yabancı sermaye hâkimiyeti her alanda hissedilebiliyordu. Demir yolları, madenler, tekel maddelerin ticareti, deniz ulaşımı gibi birçok önemli alt yapı sektörünün önemli çoğunluğu yabancı sermayenin elinde toplanmıştı. Bu aynı zamanda siyaseten ve ekonomik olarak dışarıya bağımlı hale gelmiş bir ulus demekti.

Bu ekonomik ve sosyal görünüm altında bir var oluş mücadelesine başlayan Cumhuriyetin kurucu elitin ilk politikaları her ne kadar liberal ekonomi yanlısı bir

87

görüntü sergileyecek olsa da aslında uygulamada millileştirme ve devletleştirme politikalarına sıklıkla başvurulduğunu dönem içindeki gelişmelere bakınca rahatlıkla görebiliyoruz. Bu döneme hakim olan iklim söylem yada ideoloji üretmekten çok “eylem” ve iş ortaya koymaktı.

Yaklaşık on yıl (1908-1918) süren varlık yokluk mücadelesinin sonunda İmparatorluktan Cumhuriyete doğru giden yolda Mustafa Kemal Paşa döneme ilişkin değerlendirmesinde “uygulanamayacak fikirleri, kuramsal birtakım ayrıntıları

yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik; öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî yenileşme ve gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve kuramlardan önce davranmayı yeğledik” şeklinde ifade etmiş olduğu sözleriyle, bir anlamada o döneme

ilişkin olarak yapılanların ilkesel arka planını açıklamaktadır. Söz, düşünce ve kuramlardan ziyade eylemi öne çıkaran bu yaklaşım kuruluş dönemine hakim olmuş bu sayede Cumhuriyetin ilk on yılı sonraki yıllarda eşi görülmemiş gelişim ve atılımlar dönemi olabilmiştir.

Erken Cumhuriyet döneminden 60’lardaki sanayileşme hamlesine kadar geçen sürede aslında sanayinin ülkemizdeki kuruluş yılları olarak kabul edilebilir. Buna bağlı olarak bu yıllarda enerji tüketiminin ve enerji iç talebinin de çok düşük seviyelerde olduğu görülmektedir. Bu görece düşük olan enerji talebini karşılamak için kullanılan enerjinin büyük bir kısmı yenilebilir enerji kaynaklarından özellikle kömür, odun ve benzeri doğal kaynaklardan karşılanmaktaydı. Sonraki yıllarda yaşanan sanayi ve sosyal-beşeri hayattaki gelişmelere paralel olarak enerji ihtiyacı da hem iç hem dış piyasada artış göstermekteydi.Enerji iç talebinin düşük olduğu bu yıllarda genç Cumhuriyetin kurucuları ülkenin atıl kalmış doğal kaynaklarını bir bir kullanıma açarken bir yandan da bu kaynaklardan elde edilen ürünlerin dış ticaretini yapıp Genç Cumhuriyetin istenilen atılımlarını yapabilmesi için gerekli olan sermaye birikiminin (kaynak oluşturmaya) sağlanmasına çalışmaktaydılar.

Cumhuriyetin ilanından sonra da Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi yabancı uzmanlar davet edilerek enerji kaynaklarının varlığı özelliklede petrol arama işleri için çalışmalar yaptırılmıştır. Bu çalışmalarda yabancı uzmanların kullanılması her ne kadar Osmanlıyla benzerlik gösterse de Osmanlının son zamanlarında zaten yetersiz olan insan gücü ve teknolojik alt yapı genç Cumhuriyet’in kurucularının da bu yöntemi takip etmeye mecbur bıraktığını söyleyebiliriz. Öyle ki 1921 yılında yapılan

88

sanayi sayımlarına göre mevcut sanayi işletmeleri içinde maden işletmeleri yaklaşık %10 civarındadır. İş gücü anlamında da yaklaşık% 10’luk kesimin maden sektöründe istihdamı söz konusudur. Her ne kadar Yetişmiş insan gücü ve teknolojik alt yapıdaki bu eksiklik iki yönetimi de yabancılarla çalışmaya zorlamış olsa da Cumhuriyetin kurucuların kuruluş döneminde daha çözülmesi gereken onca sorun varken enerji alanında zaman kaybetmeden yapmış oldukları bu girişimler konuya verdileri önemi göstermekte ve bu noktada Osmanlının son döneminde sergilen tutumdan ayrışmaktadır. Bu noktada genç Cumhuriyetin kurucu elitinin giriştikleri varlık yokluk mücadelesi için karşı karşıya kaldıkları büyüme, enerji, sanayileşme, istihdam gibi birçok alt alanda kendini gösteren ihtiyaçların karşılanmasında enerji kaynaklarının sahipliğinin ya da diğer bir deyişle milli kaynakların milli amaçlar için kullanılması gerektiğinin önemi önceki yönetimlerden farklı olarak kavradıkları ve bu konuda söz söylem üretmeden önce eyleme geçtiklerini söyleyebiliriz.

Enerji konusunu ülkenin ikbal davası olarak gören Cumhuriyet eliti, bir anlamada verdikleri varlık yokluk mücadelesinin sağlam bir ideoloji üzerine kurulmuş enerji alt yapısına sahip olunmadan başarıya ulaşamayacaklarını anlamış olduklarını söyleyebiliriz. Bu düşüncelerini savaş meydanlarında kanla kazanılan zaferin ekonomik olarak da kazanılmasının gerektiğine dair düşüncelerini her zaman dile gitmiş olmalarından da anlayabiliriz. Bu noktada Cumhuriyetin kurucu elitinin muhabere zaferini taçlandıracak olan ekonomik zafere giden yolun bağımsız ve milli menfaatlere hizmet eden bir enerji politikasına sahip olunmadan başka bir deyişle yabancıların yine yabancılar için üretip yönlendirdiği enerji politikaları yerine ülkenin kaynaklarının ülkenin ihtiyaçları için kullanılmasını temin edecek bir enerji politikasına sahip olunmadan başarıya ulaşamayacağının bilincinde olduklarını görmekteyiz.

Kuruluş dönemi enerji politikaları değerlendirilirken erken Cumhuriyet dönemi 1908-1923 ve 1923-1933 olarak iki alt dönem halinde ele almaya çalışacağız. Bu (1908-1923) dönemin başlarında uzun vadeli enerji altyapısından yoksun, eski teknolojiye mahkûm edilmiş, tam anlamıyla yabancı hâkimiyetinde, kaynak çeşitliliği ve arz güvenliğinden uzak ve yabancı sermaye girişine bağımlı hale getirilmiş bir enerji politikasının uygulamada olduğunu görmekteyiz. Burada yukarıda sıralamaya çalıştığımız bu gibi konular bir anlamada Cumhuriyetin kurucularının nasıl bir enerji

89

yönetimi devraldığını gösterirken bir yandan da bundan sonra nasıl bir enerji politikası uygulamaya koyacaklarını karşılaştırmalı olarak anlamamıza yardımcı olacağı için önemli görülmektedir.

Bu dönemde Osmanlı ekonomisinin genel görünümü değişmekle birlikte gittikçe artan yabancı etkisiyle temel ihtiyaçların karşılanması noktasında bile dışa bağımlı bir yapı sergilemekteydi.

Osmanlının bu durumunun dış borçlanmalar, yabancılara verilen imtiyazlar ve bu imtiyazlar dolayısıyla giderek artan yabancı sermayesinin etkinliği ve giderek ağırlaşan ve yaygınlaşan kapitülasyonlardan kaynaklandığını belirten Boratav bu dönemin ilk yıllarında Osmanlı Devletinin genel görünümü “yarı sömürgeleştirilmiş” bir toplum yapısı olarak nitelendirmektedir. 1908 ve sonrasında 1923 yıllarında Kurucuların devraldıkları ekonomik ve sosyal mirası Boratav E.G. Mears’ın 1924 yılında yayınladığı Modern Türkiye adlı kitabından aktardığı şu sözlerle özetliyor. “Yabancı sermayenin etki alanının Osmanlı İmparatorluğu kadar geniş olduğu bir

başka bağımsız devlet yoktur. Bu miras sadece ekonomik girşimleri ilgilendirmekle kalmaz yeni Türkiye’nin politik ve toplumsal hayatının tümünü etkiler… Siyasi denetim sağlamanın en güvenceli ve en basit yöntemlerinden biri sermaye kaynakları üzerinde egemenlik sağlamaktır… Osmanlı İmparatorluğu şaşılacak derecede dış mali çıkarlara ipotek edilmiş durumdaydı...” (Boratav, 2004, s. 19) gerçekten bir anlamda

devralındığı söylenebilecek bu ekonomik ve siyasi tabloyu tanımlamak tarihsel süreklilik içinde kendinden sonra gelecek “devrim”lerin yönünü hakkında bize bir ön bilgi vermesi adına önemlidir.

Erken Cumhuriyet döneminden 60’lardaki sanayileşme hamlesine kadar geçen sürede aslında sanayinin ülkemizdeki kuruluş yılları olarak kabul edilebilir. Buna bağlı olarak bu yıllarda enerji tüketiminin ve enerji iç talebinin de çok düşük seviyelerde olduğu görülmektedir. Bu görece düşük olan enerji talebini karşılamak için kullanılan enerjinin büyük bir kısmı yenilebilir enerji kaynaklarından özellikle kömür, odun ve benzeri doğal kaynaklardan karşılanmaktaydı. Sonraki yıllarda yaşanan sanayi ve sosyal-beşeri hayattaki gelişmelere paralel olarak enerji ihtiyacı da hem iç hem dış piyasada artış göstermekteydi. Enerji iç talebinin düşük olduğu bu yıllarda genç Cumhuriyetin kurucuları ülkenin atıl kalmış doğal kaynaklarını bir bir kullanıma açarken bir yandan da bu kaynaklardan elde edilen ürünlerin dış ticaretini yapıp Genç

90

Cumhuriyetin istenilen atılımlarını yapabilmesi için gerekli olan sermaye birikiminin (kaynak oluşturmaya) sağlanmasına çalışmaktaydılar.

Cumhuriyetin ilanından sonra da Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi yabancı uzmanlar davet edilerek enerji kaynaklarının varlığı özelliklede petrol arama işleri için çalışmalar yaptırılmıştır. Bu çalışmalarda yabancı uzmanların kullanılması her ne kadar Osmanlıyla benzerlik gösterse de Osmanlının son zamanlarında zaten yetersiz olan insan gücü ve teknolojik alt yapı genç Cumhuriyet’in kurucularının da bu yöntemi takip etmeye mecbur bıraktığını söyleyebiliriz. Öyle ki 1921 yılında yapılan sanayi sayımlarına göre mevcut sanayi işletmeleri içinde maden işletmeleri yaklaşık %10 civarındadır. İş gücü anlamında da yaklaşık% 10’luk kesimin maden sektöründe istihdamı söz konusudur. Her ne kadar yetişmiş insan gücü ve teknolojik alt yapıdaki bu eksiklik iki yönetimi de yabancılarla çalışmaya zorlamış olsa da, Cumhuriyet’in Kurucuların kuruluş döneminde daha çözülmesi gereken onca sorun varken enerji alanında zaman kaybetmeden yapmış oldukları bu girişimler konuya verdileri önemi göstermekte ve bu noktada Osmanlının son döneminde sergilen tutumdan ayrışmaktadır.

Bu noktada genç Cumhuriyetin kurucu elitinin giriştikleri varlık yokluk mücadelesi için karşı karşıya kaldıkları büyüme, enerji, sanayileşme, istihdam gibi birçok alt alanda kendini gösteren ihtiyaçların karşılanmasında enerji kaynaklarının sahipliğinin ya da diğer bir deyişle milli kaynakların milli amaçlar için kullanılması gerektiğinin önemi önceki yönetimlerden farklı olarak kavradıkları ve bu konuda söz söylem üretmeden önce eyleme geçtiklerini söyleyebiliriz.

Enerji konusunu ülkenin ikbal davası olarak gören Cumhuriyet eliti, bir anlamada verdikleri varlık yokluk mücadelesinin sağlam bir ideoloji üzerine kurulmuş enerji alt yapısına sahip olunmadan başarıya ulaşamayacaklarını anlamış olduklarını söyleyebiliriz. Bu düşüncelerini savaş meydanlarında kanla kazanılan zaferin ekonomik olarak da kazanılmasının gerektiğine dair düşüncelerini her zaman dile gitmiş olmalarından da anlayabiliriz.

Cumhuriyetin kurucu elitinin muhabere zaferini taçlandıracak olan ekonomik zafere giden yolun bağımsız ve milli menfaatlere hizmet eden bir enerji politikasına sahip olunmadan başka bir deyişle yabancıların yine yabancılar için üretip

91

yönlendirdiği enerji politikaları yerine ülkenin kaynaklarının ülkenin ihtiyaçları için kullanılmasını temin edecek bir enerji politikasına sahip olunmadan başarıya ulaşamayacağının bilincinde olduklarını görmekteyiz.