• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.2. Kamu Yönetiminde Hesap Verebilirliğin Gelişimi

1.2.1. Modern Dönem Öncesi Kamu Yönetiminin Örgütlenmesi ve Hesap

1.2.3.2. Ekonomik Gelişmeler

Kapitalizm tarihsel süreç içinde, çeşitli aşamalardan geçerek bugüne gelmiştir. Bu aşamalardan her biri, belirli özellik ve boyutlarıyla sistemin karşılaştığı sorunlara belirli çözümler getirmiştir. Bu sorun çözme aşamaları çerçevesinde ortaya çıkan esnek yapı, son olarak, önceki yıllarda çözüm olarak ileri sürdüğü devlet müdahalesini ve devletin ekonomiyi yönlendirmesini reddetmektedir (Aksoy, 2003: 546).

Kapitalist sistemin 1930’lardaki kriz dönemlerinde, krizin üstesinden gelinebilmesi için devletin ekonomide aktif olarak rol alması gerektiği yönündeki düşünceyi gündeme getirmiştir. Çeşitli sosyal koruma mekanizmaları sayesinde o dönemde pratikte var olmayan işsizlik tazminatının, işin azaldığı yerde talebin yok olmasını engelleyeceği ifade edilmiştir (Rosanvallon, 2004: 9).

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında giderek büyümeye başlayan ve refah devleti olarak ifade edilen uygulamalar, temel olarak Keynesyen ekonomi modeline dayanmaktadır. Buna göre, hükümetlerin ekonomik alandaki esas amacı tam istihdamı, fiyat istikrarını ve ekonomik büyümeyi sağlamaktır. Refah devletinin temel meşruluk ölçütü, kamu kuruluşları aracılığıyla, devletin toplumda üretilen mal ve hizmetlerin bölüşümüne müdahale etmesidir. Bu doğrultuda devletin temel amacını mal ve hizmetlerin, adil, eşitlikçi bir biçimde paylaşılmasını sağlamak oluşturmaktadır (Şaylan, 2003: 93).

Bu amacı gerçekleştirmek için, devlet yeni görevler üstlenmiş ve bunun sonucunda hem merkezi hem de yerel düzeyde, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, aile,

çocuk yardımı gibi çok geniş bir alanda faaliyet göstermeye başlamıştır. Yürütülen bu ekonomik politikalar sonucunda kamu yönetimi örgütü de yapı ve işlev olarak genişlemiş, kamu harcamaları da büyük ölçüde artmıştır (Sözen, 2005: 40).

Özellikle 1973 yılındaki petrol krizinin tetiklemesiyle ortaya çıkan ekonomik durgunluk, işsizlik ve kamu yatırımlarının azalması, savaş sonrasında kurulan dengeyi bozmaya başlamıştır (Bilgiç, 2008: 33). Ekonomik krizin yanında, yaşlı nüfus oranının yükselmesi, sosyal yardım almaya hak kazananların sayısındaki artış vb. sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı sosyal hizmetlere olan talebin yükselmesi refah devleti anlayışının sorgulanmasına neden olmuştur (Sözen, 2005: 40).

Refah devletinin en çok eleştirilen yönlerinden birini de kamu yönetimi oluşturmuştur. Devletin üst siyasi kurum olarak ahlaki amaçlar üstlenmesi, büyüyen bürokrasinin belirlenen amaçları gerçekleştirememesi, devletin yönetilemez hale gelmesi sonucunu doğurmuştur. Bu dönemde, kamu kurumları hantal, verimsiz, kaynakları tüketen örgütler olarak görülmüştür (Yüksel, 2007: 286; Köker, 1996: 112).

Neo-liberalizm düşüncesi doğrultusunda ABD ve İngiltere’de 1970’li yılların sonlarında; kamu sektörünün yapısı, devletin faaliyet alanı ve kamu kesiminin iş görme yöntemleri gözden geçirilmeye başlanmıştır. “Yeni Sağ” olarak ifade edilen siyasi hareket devletin yapısında ve işleyişinde köklü değişiklikleri yaşama geçirmiştir (Eryılmaz, 2010: 18). Böylece, 1970’li yılların sonunda “Devletin mali krizi”, devletin rolü ve işlevleri alanında kapsamlı bir değişimi ortaya koymuştur. Uygulamada refah devleti gerilerken, özelleştirme girişimleriyle devletin küçültülmesi anlayışına dayalı olan “yeni sağ” düşüncesi ön plana çıkmaya başlamıştır (Şaylan, 2003: 123).

Liberalizm, devletin küçültülmesini ve kamunun faaliyet alanının daraltılmasını ve daralan bu alanın da özel kesim yönetim anlayışı doğrultusunda yeniden yapılandırılmasını savunmaktadır. Böylece piyasa ekonomisi kendi koşul ve kurallarına göre çalışabilecek, bireysel girişim rekabet ortamında üretim kaynaklarını verimli, rasyonel ve en uygun olarak kullanabilecektir (Aksoy, 2003: 548; Al, 2007:

122). Devletin tekelci konumu ve kar amacı gütmemesi, hem maliyetleri arttırmakta hem de tüketici seçimini sınırlandırmaktadır. Bunun yanında, devlet müdahalelerinin ve girişimlerinin kaynağını vergiler oluşturmaktadır. Vergilerin arttırılması ise bireylerin tasarruflarının ve yatırım kaynaklarının azalması anlamına gelmektedir (Aksoy, 2003: 547).

Hiç şüphe yok ki devletin küçültülmesi politikaları kamu yönetimini de önemli ölçüde etkilemiştir. Yeni politikalar, kamu hizmetlerinin yeniden tanımlanmasını gerektirmiş, hizmetlerin etkinliği ve verimliliği, örgütsel büyüklük ve hizmet yöntemleri gibi konular kamu yönetimi alanına girmeye başlamıştır (Al, 2007: 122).

Neo-liberal politikalar yanında, kamu tercihi teorisi de kamu yönetimi üzerinde önemli etkiler yaratmışlardır. Kamu tercihi teorisi, kamu yönetiminin hantal ve verimsiz olduğuna dair önemli araçlar sunmuştur (Özer, 2005: 214). Bu teori esas itibariyle, yönetsel işlere katılan bireylerin, oy veren seçmen, seçime giren aday, seçilmiş temsilci, siyasi parti üyesi ya da başkanı, bürokrat olarak davranışlarını ekonomi biliminin yöntemleri ile incelemektedir. Bu teoriye göre, siyasal insan ile ekonomik insan aynı insandır. Bireyler, ekonomik davranışlarında nasıl ki kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyorsa, siyasal davranışlarında da bireysel çıkarlarını esas almaktadır (Çoban, 2003: 75-76).

Bu çerçevede devlet, hükümet ve kamu kurumlarının temel amacı, varsayıldığı gibi, toplumun iyiliğini maksimize etmek değildir. Tersine devlet ve onu somutlaştıran kurumlar kendi çıkarlarını ön planda tutan kişilerden oluşmaktadır. Politikacılar ve siyasal partilerin amacı oylarını arttırmak, bürokratın amacı ise büro maksimizasyonu sağlamaktır. Yani bürosunun büyümesi, hizmet alanının genişlemesi, üretim hacmi ve çeşitliliğinin artması nihayetinde bütçesinin genişlemesidir. Bürokrasinin böyle büyümesi de verimsiz kaynak kullanımı sonucunu doğurmaktadır (Aksoy, 2003: 551). Bu nedenle kamu tercihi teorisyenleri, devletin rolünü minimuma indirip, piyasanın rolünü arttırarak en iyi sonuçlara ulaşılabileceğini ileri sürmektedirler (Hughes, 2003: 11).

Anayasal iktisat veya kamu tercihi teorisi olarak ifade edilen görüşe göre refah devleti uygulaması hesap verebilirlik açısından bazı yetersizlikler göstermektedir. Bunlar arasında kamu kesiminin denetlenememesi ve yolsuzlukların artması yer alabilmektedir. Bu çerçevede kamu tercihi teorisinin kamu yönetimi üzerindeki temel önerileri; büro maksimizasyonunu önlemek ve yönetimin etkinliğini sağlamak için şeffaflaşma, her alanda fayda maliyet analizlerinin yapılması, rekabetin gerçekleştirilmesi, performansa dayalı ücret farklılaştırılmasına gidilmesi, maliyet ve faydanın dağılımında pazar şartlarının dikkate alınması şeklinde ifade edilmektedir (Çoban, 2003: 93).