• Sonuç bulunamadı

EF’ÂL-İ İBAD:

Belgede İMAN ESASLARI M. Ali KAYA (sayfa 24-29)

4. EF’ÂL-İ İBAD:

Kulların fiilleri ve yaptıkları işlere “Ef’âl-i İbad” denir. Kulların fiilleri insanın hür iradesi, Allah’ın iradesi ve kudreti ile vücuda gelir. Kul ister Allah da irade ve kudreti ile kulun isteğine cevap verirse o işin olması vacip olur.

İnsan yüce Allah’ın en mükemmel ve Ahsen-i takvimde yarattığı nazdar ve niyazdar, en âciz ve en fakir ve istidatça en mükemmel varlıktır. İnsan, kâinatın yaratılış amacı ve meyvesi olduğu için Allah tarafından İrade ve Hürriyet verilmiştir. Bunun için Allah insanın isteğini ve iradesini kendi iradesine bir şart-ı âdî, bir sebep yapmıştır. Kul ister Allah yaratır. İnsan hür iradesi ile istediği için de için sonucundan mesul tutar. Ya mükâfat veya ceza verir.

Kul cüz’î iradesini ve cüz’î kudretini bir şeye yöneltir, niyeti ve samimiyeti ile bir işe çevirir, kasdını, gayretini ve gücünü sarf ederek Allah’tan isterse Allah da âdeti gereği o fiili yaratır. Kulun fiili, kendi kisbi ve Allah’ın yaratması ile hâsıl olur. Ancak kul ne derece isterse istesin Allah murad etmedikçe o iş olmaz.

Sonuçta Allah’ın iradesi her şeyin üstündedir. Çükü yüce Allah Kur’an-ı Kerimde

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz”87 buyurur.

Bu Ehl-i Hak ve Ehl-i İstikamet olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin görüşüdür.

Cebriye insanın cüz’î iradesini inkâr ederek tefrite düşerken Mutezile “İnsan fiilinin yaratıcısıdır” diyerek ifrata sapmışlardır. Ehl-i Sünnet ise “Kul kâsib, Allah hâliktır” “Kul ister Allah yaratır” diyerek orta yolu ve istikâmeti bulmuşlardır.

a) İstitâat: (Güç Yetirebilme) Kulun gücü ferdin fiili ile başlar, fiilin bitmesi ile sona erer. Kulun istitaati fiili yapan kudretin kendisidir. Allah kuluna güç vermezse kul acizdir bir şey yapamaz. İstitaat esbâbın, âletlerin ve azaların salim, sabit olması ile mümkündür.

Allah kula gücünün yetmediği bir şeyi emretmez, teklif etmez, vermediği nimetin hesabını da sormaz. Vermediği şeyden mesul tutmaz. Zengin

85 Mesnevi-i Nuriye, 2006, s. 36

86 Nevevî, Kitabu’l-Ezkâr, (1991-Beyrut) s.81

87 Tekvir, 81:29

olmayandan zekât, sağlıklı olmayandan oruç istemediği ve sorumlu tutmadığı gibi diğer nimetler de böyledir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur: “Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile mükellef tutmaz. Herkesin kazandığı hayır kendi lehine, kesbettiği, kazandığı ve işlediği şer de kendi aleyhinedir.”88

Kulların fiillerini ve fiillerinin sonucunda hâsıl olan işi de yaratan yüce Allah’tır. Eş’ariye göre insanın cüz’î iradesini de yaratan yüce Allah’tır. İnsanın fiildeki hissesi ancak kesb ve iktisaptır. Kesb hayır olana yönelme, iktisap ise şerre meyil ve temâyülüdür. Kişi niyet, kast ile sorumluluğu yüklenir. Neticesine katlanarak bir tarafa meyleder ve tercihini kullanır.

Allah sebepler tahtında hikmeti ile iş yapar. Dolayısıyla alet ve azaların salim olması ile kulda mevcut olan İstitaat, teklifin yani emir ve nehyin sıhhati içindir. Fiil ile olan İstitaat ise sevap ve azaba istihkakın sebebidir. Yüce Allah buyurdu: “Kâbe’ye varmaya gücü yetenin Kâbe’yi tavaf etmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.”89 Bu ayette Allah-u Taalâ gücü yetene teklif etmekte ve sorumluluk yüklemektedir. Gücü yeten hacca gider ve zengin olan zekât verir.

Yüce Allah müsebbibü’l-esbabdır. Bir şeyi dilediği zaman sebeplerini de icat eder. Bunun için “Sebeplere sarılmak peygamberlerin sünnetidir” denilmiştir.

Esbaba teşebbüs ve sebeplere sarılmak Allah’ın istediği tevekkülün tâ kendisidir.

Tevekkül çalışmaya ve sebeplere teşebbüse değil, sonucadır. Tevekkülün şartları, çalışma, gayret, sebeplere sarılmak gibi hususlardır.

b) Allah Her Şeyin Yaratıcısıdır: Kulların fiillerinin hepsi Allah’ın iradesi, dilemesi, hükmü, kazası ve takdiri iledir. Ancak kulların ihtiyarî fiilleri vardır. Kul kendi iradesi ve ihtiyarı, niyeti ve kastı ile tercihte bulunur. İmanı ve küfrü, günahı ve sevabı, hayrı ve şerri tercih etmek kula bırakılmıştır. Bundan dolayı da ceza ve mükâfatı, sorumluluğu hak eder. Kulun ihtiyarı dâhilinde olmayan ve yapmak zorunda kaldığı “İztırârî Fiiller”den dolayı mesul değildir. Mesuliyeti

“İhtiyarî Fiiller”den dolayıdır.

Kulların yaptığı iyi ve güzel olan fiillerde Allah’ın rızası vardır. Fena ve çirkin fiillere ise rızası yoktur. Ama kulun isteğine göre iyiyi ve kötüyü, hayrı ve şerri yaratan Allah’tır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah her şeyin yaratıcısıdır”90 “Sizi de yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır”91 buyurur.

Yüce Allah hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü, razı olduğu işleri ve olmadığı fiilleri kullarına haber vermiştir. Emirlerini ve nehiylerini bildirmiştir. Kul ister Allah kulun arzusuna irade ve kudreti ile cevap verir ama “Allah’ın kulların küfrüne ve günahlarına rızası yoktur. Şükrederseniz, Allah şükrünüzden razı olur. Hiç kimse bir başkasının günahını çekmez. Sonuçta dönüşünüz Allah’adır ve O size yaptıklarınızın hepsini haber verecektir. Muhakkak ki Allah gönüllerde saklı olanı hakkıyla bilir”92 buyurur. Elbette Allah’ın rızasını kazananlar mükâfatı hak ederlerken, razı olmadığı işleri yapanlar elbette cezayı hak ederler.

c) Dalâlet ve Hidayet: Hidayet ve Dalalet Allah’tandır. Hidayeti ve dalaleti isteyen ve iradesi ile tercih eden insandır; yaratan ise Allah’tır. Kulun iradesi ve gayreti ile olduğu için de mesuliyeti kul çeker. Hidayet ve dalaleti kesbetmek kuldan yaratmak Allah’tandır. Nasıl ki rızkı veren Allah’tır; ama kul rızk için

88 Bakara, 2:286

89 Âl-i İmran, 3:97

90 Zümer, 39:62

91 Saffât, 37:96

92 Zümer, 39:7

elinden gelen gayreti göstermekle mükelleftir. Yine şifayı veren Allah’tır; ama insan şifa için tedavi çarelerini arayarak doktorun verdiği ilaçları kullanmak ve şifayı Allah’tan beklemek gerekiyorsa hidayet de Allah’tandır; ama kul bunun için irade ve kudretini sarf ederek hidayeti kesb etmesi ve Allah’tan istemesi gerekmektedir. Dalalet de aynı şekilde kulun kendi iktisabıdır.

Şerri yaratmak şer değildir. Kural olarak “Halk-ı şer, şer değildir; kesb-i şer şerdir” denilmiştir. Halk-ı şer umumidir ve umumi zarar ve menfaate bakar. Kesb ise hususi bir mübaşeret olduğu için hususi neticeye bakar. Umum anlamda hayra sebep olduğu için yaratılması hayır, hususi netice ferde ait olduğu için fert açısından şerdir. Ferdin irade ve tercihi ile olduğu için de mesuliyeti fert çeker.

Meselâ, yağmurun gelmesinin binler faydaları ve neticeleri vardır, bütünü de güzeldir. Ancak sû-i ihtiyarı ile bazıları yağmurdan zarar görse ‘yağmurun icadı rahmet değildir’ diyemez. Aynı şekilde ateşin yaratılmasında çok faydalar var, bütünü de hayırdır. Ancak bazıları ateşe elini soksa ve yansa ateşin yaratılması şerdir diyemez. Belki o kendi sû-i ihtiyarı ile yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendisine düşman eyledi.93

Kul kâsip Allah hâlıktır. “Allah kul için sadece hayrı olanı yaratmalıydı”

denemez. Allah Hakîmdir, Rahimdir ve Kerîmdir. Hikmetini, rahmetini ve keremini ittiham etmek kulluk edebine aykırıdır.

d) Rızk ve Ecel: Rızk insanın istifade ettiği her şeydir. İnsanın istifadesi ise ya helal yoldandır veya haram yoldandır. Bunun her ikisi de Allah’tandır. Ancak kul helalden isterse Allah rızkını helâlden verir; haramdan isterse Allah haramdan verir. Sonra da kulu mesul tutar. Çünkü isteyen kuldur, kulun isteğine uygun olarak yaratan ve veren ise Allah’tır. Allah’ın helale rızası vardır, harama rızası yoktur. Helâl ve haramı bunun için peygamberleri aracılığı ile kullarına bildirmiştir. Hiç kimse bir başkasının rızkını yiyemez. Rızk ve ecel takdir edilmiştir. Takdirden fazlası olmaz.

e) Allah’ın Günahları Affetmesi: Allah şirk hariç bütün günahları affeder.

Kur’ân-ı Kerimde “Allah şirki affetmez, bunun dışında dilediği günahı affeder”94 buyrulmaktadır. Çünkü insanın yaratılış amacı kendisini ve kâinatı yaratan yüce Allah’ı tanımaktır. İman ile Allah’ı tanıyan ve sıfatları ile Allah’ı bilen bir mü’min yaratılış amacını gerçekleştirdiği için işlediği günahların affedilme hakkını elde etmiş olur. Affedilmese bile imanından dolayı cehennemde cezasını çeker ve bir gün mutlaka cennete girer.

İnsan yaratılış amacı Allah’ı iman ile tanımaktır. Amacı doğrultusunda Allah’ın tanımaz ve sıfatlarını inkâr ederek Allah hakkında vacip olanı inkâr ve muhal olanı kabul ve iddia etmekle şirke düşerse o zaman affedilmez büyük bir günaha girmiş olur. Allah şirk koşanı affetmeyeceğini açıkça belirtmiştir. Şirk koşan Allah’ın yaratılış amacına aykırı hareket etmiş ve yaratılıştan istenen gayeyi gerçekleştirmemiş demektir.

Allah’a şirk koşmak Mekke müşriklerinin yaptıkları gibi sadece putlara tapmak değildir. Allah’ın mülkünü tabiata ve tesadüfe havale ederek tabiatı, doğayı, sebepleri ve tesadüfü Allah’ın işlerine yardımcı ve ortak yapmak şirkin en büyüklerindendir.

Allah affedicidir. Gerek büyük günahlar ve gerekse kulun işlediği küçük günahlar Allah’ın lütfu, keremi ve affı ile affedilir. Yeter ki kul şirke düşmesin,

93 Mektubat, (Mayıs–2005/ İstanbul) s.71

94 Nisa, 4:48

hatasını anlasın ve Allah’tan af dilesin. Allah hatasını ve günahını itiraf ederek kendisinden af dilemeyeni de dünyada affetmez; ancak ahirette Allah dilerse imanlı insanların günahlarını imanlarından ve yaptığı iyi ve hayırlı amellerinden dolayı veya hayırlı mü’minlerin, âlimlerin, hafızların ve şehitlerin şefaatleri ile dilerse affeder, dilerse affetmez.

5. RÜ’YETULLAH:

Zât-ı Bâri-i İlâhî’nin şân-ı Uluhiyetine layık bir vecihle görülmesi aklen câiz ve naklen sabittir. Mü’minler dâr-ı bekâda bu büyük nimet-i uzmâya nâil olacaklardır. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “O günde öyle yüzler vardır ki parlaktır; Rablerine nâzırdır, bakarlar”95 ayetleri buna delildir.

Peygamberimiz (sav) “Hiçbir hail ve engel olmadan gökyüzünde bedir halindeki ayı nasıl görüyorsanız ahirette Rabbinizi öyle göreceksiniz”96 buyurmuşlardır. Allah-ü Teala zaman, mekân, ışık ve mesafe yardımı ile değil bunlardan beri, keyfiyetsiz olarak görülebilir. Allah’ın görülemeyeceği hususu bu dünya şartlarına göredir. Ahiret ve cennet ise bu dünyaya elbette benzemez.

Zaten kastedilen rü’yet ahiretteki rü’yettir.

Şia ve Mutezile “Gözler onu göremez; o ise bütün gözleri görür”97 ayetini delil getirerek Allah’ın görülemeyeceğini iddia ederler. Hâlbuki, bu husus dünya hayatı içindir. Yüce Allah bu ayette “asla göremezsiniz” buyurmuyor. Rü’yet için tahayyüz, tekâbül ve sairenin şart olması bu fenâ âlemine aittir. Gaibi, şahide kıyas etmek rü’yet-i ilâhiyi diğer rü’yetler ile bir addetmek doğru olmaz. Bu gibi adî şartlara ihtiyaç olmaksızın keyfiyet ve ihatadan beri olarak rü’yetullah ahirette vaki olabilir.

Elhâsıl, her mü’minin en büyük arzusu ve en büyük nimet-i zevki Rü’yetullahtır; Cemâl-i İlâhiyi müşahede etmektir. “İyi kullarıma yaptıklarından daha güzeliyle karşılık vardır ve fazladan da mükâfatları vardır”98 ayetinde belirtilen husus ise rü’yetullahtır.

5.1 Ehl-i Sünnetin Rü’yetullah Konusunda Delilleri: Ehl-i Sünnet peygamberimizin (sav) hadislerini esas alarak ahirette yüce Allah’ın görülebileceğini şöyle izah ederler.

a) Var olan her varlık aklen görülebilir. Allah’ın da “Vücut” sıfatı olduğuna göre görülebileceğine hükmetmişlerdir.

b) Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Musa’nın (as) “Ey Rabbim, bana zatını göster de seni göreyim”99 demesidir. Şayet Allah görülemeyecek bir varlık olsaydı Allah’ın kelâmını işiten ve kelamına muhatap olan Musa’nın (as) Allah’tan muhal bir şeyi istemezdi. Musa’nın (as) Allah’ın görülemeyeceğini bilmemesi cahilliktir. Bu ise peygambere yakışmaz. İkinci bir husus da Yüce Allah “Beni asla göremezsin” demiyor; ancak dağa tecelli edeceğini ve dağ tecelliye dayanabilirse Musa’nın da (as) dünya gözü ile zatını görebileceği ifade edilmektedir. Dağ tecelliye dayanmadığı için Musa (as) da görmeyi istemekten vazgeçiyor. Bu aslında yüce Allah’ın görülebileceğine ancak dünya şartlarında görülemeyeceğine delildir.

95 Kıyame, 75:22–23

96 Buharî, 7437; Muslim, 182, Ebû Dâvud, 4730; Tirmizî, 6560

97 En’âm, 6:103

98 Yunus, 10:26

99 A’râf, 7:143

c) Peygamberimizin Miraçta Rü’yete mazhar olmasıdır. Yüce Allah Musa’ya kelamını işittirmiş, Muhammed’e (sav) de Miraç gibi yüce bir makama çıkararak ahiret âlemine götürmüş ve Rü’yetine mazhar etmiştir. Peygamberimizin bir insan olarak baş gözü ile Rü’yete mazhar olması ümmetinin de ahirette Rü’yetullah’a mazhar olacağının delili ve müjdesidir.

5.2 Allah’ı Görme Konusunda Meseleler: Allah’ın görülmesi hususu çok önemli bir meseledir. Bu konuda çok çeşitli meseleler İslam bilginleri arasında tartışma konusu olmuştur. Biz bunlardan bir kısmını ele alıp inceleyeceğiz.

5.2.1 Ahirette Allah’ı Görmek: Ehl-i Cennet’in cennette Cuma ve Bayram günlerinde Rab’lerini görecekleri, Allah’a daha yakın olan mü’minlerin havassının ise sabah-akşam Rabb’lerini görecekleri hadis-i şeriflerde varit ve sabittir.100

Fatih’in hocası ve kadısı olan Hızır Bey “Kaside-i Nuniyye”sinde “Mü’minler baş gözleri ile ahirette Allah’ı göreceklerdir; ancak kalp gözleri imansızlıktan dolayı kör olanlar bundan mahrum kalacaklardır” der. Yine “Allah’ı görmek mü’min olan insanlara hastır. Melekler ve cinler Allah’ı göremeyeceklerdir.”101 Eş’ârî ise “Melekler de Allah’ı göreceklerdir” der. Beyhâkî, İbn-i Kayyum el-Cevzî ve Celaleddin-i Suyûtî de bu görüştedir. Cinlerin mü’minlerinin de cennette Allah’ı göreceği İbnü’l-Lekkânî “Cevheretu’t-Tevhit” haşiyesinde belirtmiştir.

İmam-ı Âzam’ın “Fıkh-ı Ekber”inde “Cennette mü’minler Allah’ı baş gözleriyle mesafe, teşbih ve keyfiyet olmaksızın göreceklerdir” der. Delilleri de

“O gün yüzler vardır, Rabblerine bakarlar”102 ayeti ile “Rabbinizi ayın on dördünü gördüğünüz gibi göreceksiniz”103 hadisidir. Bu hadis-i Şerif başta Hulefâ-i Erbaa, (ra) Abdullah bin Abbas, (ra) Abdullah bin Mesud, (ra) Suheyb bin Enes, (ra) gibi meşhur 20 (yirmi) sahabeden mütavatiren rivayet edilmiştir.

Böylece bu hususta bir nevi icma vaki olmuştur.

Neticede ahirette Rü’yetullah’ın vukuu Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit olmuştur.

5.2.2 Rüyada Allah’ı Görmek: Rüyada Allah’ı görmeye mani bir şey yoktur. Ancak bu hakiki bir görüş değildir.104 Saad-ı Taftazanî “Şerhu’l-Akâid”

isimli eserinde “Rüyada Allah’ı görmek bir çeşit müşahededir. Kalp ile olur, göz ile değildir” der. Bu husus Self-i Salihin’den rivayet edilmiştir. Bu husus Hz. Ömer (ra) İmam-ı Azam, Ahmet bin Hambel, Ebu Yezid gibi büyükler Rabb’lerini rüyada gördüklerini rivayet etmişlerdir.105 Ancak İmam Maturudî bu hususu reddeder. Zira bu “Hayal ve misâldir. Allah bu gibi hususlardan münezzehtir”106 der.

5.2.3. Dünyada Allah’ı Görmek: Dünyada Allah-u Teâlâyı baş gözü ile gören sadece peygamberimiz (sav) dir. Peygamberimiz (sav) de ancak bir nevi uhrevi âlem olan Miraç’ta görmüştür. Kalp gözü ile ise defalarca görmüştür.

Allame İbrahim Lekkânî “Cevheru’t-Tevhît” de “Allah’ı görmek câizdir. Nebî (sav) ise dünyada Rabbini görmüştür” demektedir. Hâşiyesini yazan İbrâhim Beycurî

100 Buhârî, Mevâkîtü's-salât 16, Tefsîru Sûre, 50: 2, Tevhîd 24; Müslim, Mesâcid, 211; Ebû Dâvûd, Sünnet 19; Tirmizî, Cennet 16; İbni Mâce, Mukaddime, 13;Müslim, Îmân 297; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân 11

101 Aliyyu’l-Kârî, Şerh-u Emâlî, 14

102 Kıyame, 75:23

103 Buhari, Tevhit, 24; Müslim, Mesacid, 211

104 Seyid Şerif Cürcânî, Şerh-u Mevâkıf, 2:368

105 Şerh-u Akâid, Ramazan Efendi, 179

106 Fetevâ-i Bezzaziye, 3:356

ise “Cumhur-u ulemâya göre peygamberimiz (sav) miraçta baş gözü ile rabbini görmüştür. İbn-i Abbas (ra) hadisi buna delildir. Hz. Âişe (ra) bunu reddetse de İbn-i Abbas (ra) Hz. Aişe’den (ra) daha bilgilidir. Bu konuda “Cumhur-u Ulema”nın görüşü budur.

İbn-i Abbas (ra) Hâkim, Nesâî ve Taberânî gibi allameler şöyle derler:

“Allah-u Tealâ Musa’ya (as) “Kelâm” İbrahim’e (ra) “Hıllet” ve Hz. Muhammed’e (as) “Rü’yet” ile ihtisas buyurdu.” İmam-ı Eş’ârî’de aynı görüştedir. Bazı âlimler ise bu hususta “Tevakkuf” etmişlerdir. Bu reddetmek anlamında değildir.

Tartışmaya girmemişlerdir demektir. Aliyyu’l-Kârî, “Şerh-u Şifa”da, İmam Nevevî

“Fetevâ”da “Rü’yetin vâkî olduğunu doğrulamış ve bunu muhakkikîn-i ulemâdan nakletmişlerdir.”107

Son olarak Bediüzzaman Said Nursi (ra) “Sözler” isimli eserinde 31. Söz olan “Miraç Risalesi”nde peygamberimizin (sav) cismen Mirac’a çıkarak baş gözü ile Rabbini gördüğünü” ispat etmiştir.108

Sonuç olarak, dünyada, dünya şartlarında Allah’ı görmek mümkün olmadığından bir kısım ulema bu konuda sükût ederek konuşmamış, bir kısmı da Hz. Musa’nın (as) Allah’ı görmek istemesine mukabil “Beni göremezsin”

buyurmasını delil göstererek kabul etmemiştir. Ama peygamberimizin (sav) Miraç’ta Allah’ı görmesi dünya şartlarından farklı olduğu için bu konuda itiraz olmamıştır. Bir kısmı da peygamberimizin miracını dünyadan saydıkları için dünyada bunun sadece peygamberimize has olduğunu söylemişlerdir. Ahirette ve cennette görme konusunda ise ittifak vardır ve ihtilaf yoktur.

Belgede İMAN ESASLARI M. Ali KAYA (sayfa 24-29)

Benzer Belgeler