• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I: OSMANLI’DAN TÜRKİYE’YE MÜZİKTE MODERNLEŞME,

1.4. TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE MODERNLEŞEN MÜZİK EĞİTİMİ

1.4.3. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü

Cumhuriyet döneminde gerçekleşen reformlar arasında yer alan önemli bir kurum da Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümüdür. 1938 yılında müzik öğretmeni yetiştirmek maksadıyla kurulmuştur. 1924 yılında kurulan Musıki Muallim Mektebi’nin devamı olarak görülen kurum, 1938 yılında yeniden yapılandırılmasıyla birlikte “enstitü” niteliği taşıyarak, eğitsel inceleme ve araştırmalar yaparak Milli Eğitim Bakanlığı’na öneriler götürme görevini de üstlemiştir.

Gazi Eğitim Enstitüsü bünyesinde, müzik öğretmeni yetiştirme amacıyla bir “Müzik Bölümü” açılması gerektiği düşüncesi 1935-1937 yılları arasında yaptığı çalışmalarla Türkiye’nin müzik reformlarında önemli bir yer tutan Paul Hindemith tarafından önerilmiştir. Türk eğitimcileri arasında da kabul gören bu görüş doğrultusunda 1938-39 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü adıyla eğitime başlanmıştır. Bölümün başına Hindemith’in önerisiyle Alman eğitimci, piyanist ve teorisyen Eduard Zuckmayer getirilmiştir.

Gazi Müzik Bölümü’nün öğretmen kadrolarını oluşturmak için süreç içinde başvurduğu eğitimli insan kaynağı şöyle tespit edilmiştir (Say, Müzik Ansiklopedisi, 2010, s. 638, c.1):

1- Ankara Devlet Konservatuarı kadroları

75 3- Asistan alarak öğretmen yetiştirme

4- Yurt dışında uzmanlık öğrenimi yapan bölüm mezunları

5- Genel bilgi ve meslek dersleri öğretmenlerini Enstitü’nün diğer bölümlerinden ya da Bakanlık kuruluşlarından çağırarak; Liko Amar, Ernst Praetorius, Bernhard Klein, Eva Klein Franke, Brigitte Weiss, Peter Weiss gibi yabancı müzisyenler Paul Hindemith’in önerisi üzerine görevlendirilmiştir. Cevad Memduh Altar, Nurullah Şevket Taşkıran, Halil Bedii Yönetken, Necik Kazım Akses, Fuat Turkay gibi isimlerse Musıki Muallim Mektebi’nden itibaren görev almışlardır. Ferhunda Erkin, Ulvi Cemal Erkin, Mesut Cemil, Necdet Remzi Atak, Leyla Atak, Azize Işık (Duru), Cezmi Erinç, Halil Onayman, Bülent Arel, Aziz Gürererk, Saadet İkesus Altan, Enver Kapelman, Mahmut Ragıp Gazimihal, Gültekin Oransay, Ahmet Muhtar Ataman, Hayri Akay, Saip Egüz, Veysel Arseven gibi müzisyen, kuramcı ve kendisini müzik konusunda ilerletmiş kişiler hem Gazi Eğitim hem de konservatuarda öğretmenlik yapmışlardır.

1926 yılında Dârü’l-elhân müdürü müzik adamı Musa Süreyya ve Osman Zeki Üngör’ün birlikte hazırlamış oldukları “Konservatuvar Teşkili Hakkında Rapor”51 Milli Eğitim

51 “Zuhuru tarihin karanlıklarına kadar karışan musiki, asırlardan beri mütemadi bir terakki ve inkişafa

mazhar olmuş ve bilhassa Garpta müşehade edilen çok yüksek ve mütekamil şeklini almıştır. Bu asırlar esnasında, musiki hiçbir zaman olduğu yerde durmamış ve her asır kendisinden evvelki edvara nazaran bir takım yeniliklerle temayüz etmiştir.

Musikinin bugünkü hali almak için geçirdiği tahavvüller, maksadın izahı notaı nazarından şayanı kayttır. Musiki bir çok asırlar tek sesli şarkılar halınde yaşamış ve nihayet Onuncu asırda pilyhonique denilen çok seslı şeklinde yeni bir terakki safhasına dahil olmuştur. İşte bilhassa bu devirden sonradır ki, Avrupada musiki, büyük inkılaplarıyle tekamülünü daha süratle yapmış, ve asırların ilmi terakkiyatiyle birlikte yürüyerek gerek savti ve gerek aleti ınusiki sahasında bir çok yeni şekiller meydana getirmiştir.

Garp musikisinin terakkiytana rağmen bizde Ondördüncü asırda tedvine başlanıp bugüne kadar devam edegelen Şark musikisini bütün bu uzun asırlara rağmen iptidai şeklini muhafaza etmiş, ne nazariyatında ve ne de vesaiti icraiyesinde teşekkül eden aleti musikiyede, mahsus hiç bir terakki husul bulmamıştır. Bilhassa aleti musikiye, Kurunuvusta ve hatta İptidaiyedeki hallerini henüz aynen muhafaza etmektedir. Garp Musikisi çok müterakki nazariyatı ve ınekümmel vesaiti icraiyesi sayesinde her türlü beşeri duyguları ve hatta Betoven'in senfonilerinde olduğu veçhile bir takım efkarı felsefeyi bile ifadeye kabiliyetli bir hal almıştır. Bizdeki musiki ise,

muayyen bir üslüba esir olarak bazı mahdut hisleri ifadeye münhasır kalmıştır. Mesela, bir orkestranın kah coşkun ve hür ve şen, kahince ve latif, milli ve vatani ifadelerindeki azamet ve kudreti, ince sazın zayıf ahengiyle mukayeseye imkan yoktur. Kezalik, Garp musikisin in menabii servetinden başlıcasını teşkil eden çok

sesli musiki şekli, bugün okuyup dinlediğimiz meheldatı vücuda getirmiş ve bu menbadan mahrum bulunan Şark musikisi ise, bir tek sesli beste nevite münhasır kalarak hemusari olan Avrupa musikisi karşısındaki hakikaten sönük ve bütün ilmi terarkiye bigane kalmıştır.

Avrupada musikinin adeta kutsi bir mahiyet almasına bedel, bizde henüz bu ilmin nazariyat ve fenniyatına müteallik ciddi bir eserin bile bulunmadığı teesürle kaydedilecek mühim bir noktadır. Kezalik yine musikinin iptidai kalması yüzündendir ki, bizde musikili temaşa, yani opera hayatı teesüs edememiştir. Avrupada yüksek bir mevkii bulunan musiki, genç neslin ve alelumum halkın terbiyei bedeniye ve içtimaiyesinde kuvvetli bir amildir.

76

Bakanlığı’na sunulmuştur. Söz konusu raporda kurulacak konservatuvarın nitelikleri, Dârü’l- elhân’ın fonksiyonunun değerlendirilmesi, Türkiye’deki mûsıkî ve Avrupa’dakinin mukayesesi, savaş sonrası Türkiye’de musiki eğitimi ve kurumlarının durumu ve eksikliğinden, izlenecek modernleşme planının yönüne dair öteden beri tartışılan çok önemli görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden bir kısmı, farklı aydınlarca dönem dönem dile getirilmiş bazı görüşler olduğu da göze çarpmaktadır. Bu görüşler arasında millî musiki çözümlerinden bir görüş ve Kemal İlerici’nin “Türk Müziğinin Taşıdığı Değerler” makalesiyle daha sonraları eleştireceği bazı görüşler de bulunmaktadır.