• Sonuç bulunamadı

EĞİTİM VE SOSYAL DEĞİŞME

1. 1. 1. Eğitimin Tanımı

Türkiye’de yeni üretilmiş olan ve 1940’lardan beri dilimize yerleşmiş olan ‘eğitim’ terimi, ‘eğmek’ mastarından ve ‘eğ’ emir kipinden türetilmiştir. “Eğitim, şekil, biçim verme, yön ve istikamet gösterme” demektir. (Sezgin, 1991: 6; Soykan, 1997: 1.) Ancak, “bizim kültürümüzde eğitimci, sadece eğen yani, diktatörce terbiye eden kişi değildir. İkna ederek öğreten kişidir.” (Abay, 1993: 7.) Türk Dil Kurumu ise eğitimi, “belli bir konuda... yetiştirme ve geliştirme, çocukların ve gençlerin toplum yaşayışlarında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışlarını elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme” (Türk Dil Kurumu, 1992: 435.) olarak tanımlamaktadır.

Eğitimle kastedilen mana, eğitim tarihimizde uzun zaman maarif ve terbiye kelimeleri ile ifade edilmiştir. Maarif kelimesi, marifet kelimesinin çoğulu iken; marifet ise, irfan kökünden gelmektedir. ‘İrfan’, Kamus-ı Türki’de “bilme, ilim, hüner, maharet, üstadlık, sanat, hüner ve sanatta yapılmış bir usul ve tertip, vasıta, tavassut olarak tanımlanırken; ‘marifet’ ise, “ulum ve fünun tahsil ile iktisab olunan malumat” (Şemsettin Sami, 1978: 1373.) olarak tanımlanır.

Terbiye kelimesi ise ‘rabb’ kelimesinden türetilmiştir. ‘Rabb’ kelimesinin lugat manası da şöyledir: “Sahip, malik, seyyid... besleyen, yetiştiren.” (Tozlu, 1986: 3 ; Sezgin, 1991: 6.) Bu sebeple halk arasında öğretmenliğe ( eğitimciliğe ) ‘Tanrı mesleği’ denilmektedir. Bu bağlamda Osmanlı saraylarında çocuğun eğitimini üstlenmiş eğitimci erkeklere ‘mürebbi’, kadınlara da ‘mürebbiye’ denildiğini hatırlamak yerinde olacaktır. (Abay, 1993: 8.) O halde denilebilir ki canlılar içerisinden hayvanlar için de eğitimden söz edilebilirse de terim, daha çok insanlara özgü bir mana ifade etmektedir. Hatta daha çok da, çocuk eğitimi ile ilgili olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla kavramın içinde çocuğun, büyütülmesi, yetiştirilmesi ve geliştirilmesi anlamları vardır. Eğitim sürecinde, bir çocuğun eğilip bükülmesine delalet edercesine küçük yaşın önemi vurgulanmıştır. ‘Ağaç yaş iken eğilir’ atasözü bunun en güzel ifadesidir.

Her eğitimcinin üzerinde mutabık kalacağı belli bir eğitim tanımı vermek veya yeniden tanımlayabilmek mümkün değildir. Zira bu kavramın öğretim, öğrenme, başarı, amaç gibi birçok kavramla ilişkisi bulunmaktadır. Örneğin, eğitim ve öğretim farklı kavramlardır. Öğretim, eğitimin bir parçasıdır. Talim öğretimin, terbiye eğitimin karşılığıdır.

“Talim nasıl sorusunu sorar. Nasıl, betimlemeli bir sorudur. Bu sorunun cevabı ise tek olup, genelde tanım ve egzersizlere dayanmaktadır. Eğitim niçin sorusuna cevaplar bulmaya çalışır. Tek cevap yerine çok cevap ve yaklaşımlar üzerinde durur.” (Turgut, 1991: 15-16.) Bunun için düşünmeye, araştırmaya dayalı bir yöntem izler. Niçin sorusu felsefi bir sorudur, analitik bir yapısı vardır. Herkes talim yaptırabilir, belli reçeteleri sunabilir, ama herkes eğitimci olamaz. Eğitim için merak, sevgi ve özveri gerekmektedir. Öğretim, insanın kendisini gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu ve kendi kendisine edinemeyeceği temelleri oluşturmak anlamına gelir. Bu süreç içinde önceki kuşakların miras bıraktığı ya da çağdaşlar tarafından üretilen donatımdan faydalanılır.

Mümtaz Turhan, talim ve tahsil arasındaki nüansı örnek göstererek medeniyetleri, aralarındaki büyük farkları da göz önünde tutarak başlıca iki tipe ayırmaktadır. “1-İlmin az veya çok bir nüve halinde mevcut olmasına rağmen cemiyetin bütün ihtiyaçlarının, ampirik bilgi ve onun tatbikatı vasıtasile tatmin edilmesi esasına dayanan medeniyet tipi. 2- Diğeri de tamamile ilme ve onun tatbikatına istinat eden medeniyet şekli.” (Turhan, 1964: 10.) O, Garp medeniyetini ikinci şekle, diğerlerini de birinci tipe dahil etmektedir. Ayrıca, bu birbirinden bütünüyle ayrı iki medeniyet şekline ait maarif sistemleri arasındaki esas farkları karakterize etmek üzere şu iki örneği vermektedir. “Çin tipi maarif sisteminde - cemiyette mevcut bütün san’at ve meslekler ampirik bilgiye dayandığı için - ağırlık noktası tahsilden ziyade terbiye cihetindedir. Garp medeniyetine ait maarif sistemlerinde ise ağırlık merkezi her nevi mesleki bilgiler ilme istinat ettiğinden, terbiye ihmal olunmamakla beraber tahsil tarafındadır.” (Turhan, 1964: 15.)

Talim edilmiş zihin, özel bir beceriyi kazanmış zihindir, bu iş ise kısa ya da uzun süreli kurslarla yapılır. Bunun için yöntem olarak daha önceden belirlenmiş, programlanmış bilgiler aktarılıp, öğrenciler tarafından şu ya da bu yolla aynen öğrenilmeye çalışılır. Böyle bir öğrenme, “davranışlarda önemli bir değişiklik yapmadığı gibi bir dünya görüşü de kazandırmamaktadır.” (Turgut, 1991: 15.) Oysa eğitimi, öğrenme yoluyla yapılan değişmedir, diye tanımlayabiliriz. Çünkü, eğitimde bilimsel olarak zihin, işin içine girmekte olup, alanı daha geniş, amacı daha büyüktür. Bir çok bilgi ve anlamayı beraberinde getirir. Yalnız tasviri olmayıp, analitik bir özelliği vardır. Bu bakımdan akıl yürütme, neden ve sonuç ilişkileri, sorgulama ve araştırma eğitimde önemli rol oynamaktadır. Nihayet şöylece özetleyebiliriz: Eğitilmiş zihin, talim edilmiş zihinden farklıdır.

Eğitim ile ilgili olan diğer kavramlardan ikisi de, formal ya da informal yollarla bilginin aktarımı ve çocuğun, grubunun kültürünü edinme süreci olan sosyalizasyon ve öğrenmedir. Resmi eğitim, öncelikle toplumun ya da etkin gücün elinde tutanların devamını merkeze alan önemli yetenek ve değerlerin öğrenimini düzenlediğinden, genellikle eğitim, okullaşma ve resmi eğitim olarak anlaşılmaktadır. Buna bağlı olarak da eğitim, “hem grup üyesi hem de otonom kişi olarak kişinin rolünü etkili biçimde etkilemek için sabit süreçtir.” (Theodorson and Theodorson, 1979: 127.) şeklinde tarif edilebilmektedir. Oysa, eğitim sürecinin ana fonksiyonu, kültürel gelişimin temeli olan bilginin kuşaktan kuşağa aktarımıdır. Dahası, eğitim ile devredilen yaratıcı düşünmeyi ve hem kültürel değişimi hem de daha fazla yenilik için gereken aksiyonu teşviktir. Sözlüklerin bu eğitim tanımından ve eğitimle ilgili yakın kavramların tanımlarından başka, hemen her eğitimcinin yaptığı tanımlar vardır ki bunlardan bir kaçına değinmek yerinde olacaktır.

Sözcük kullanmaya göre farklı ve hatta karşıt anlamlar kazanabilmektedir. “Elitistler için ‘eğitim’ davranış ve yetilerin ‘avam’ olandan ayrışmasını mümkün kılacak bir damıtılmışlığın sembolüdür. Eğitimli insandan kastedilen, kitleye göre ‘seçkin’ olan insandır. Bir diğer görüş ise, bunun aksine, çoğunlukla büyük harfle yazdığı eğitime daha genel ve mutlak bir anlam atfeder. Eğitim, bilgi edinimi, ruh, beden ve hatta

gerçek bir yurttaşlık bilinci formasyonu anlamına gelir. Son bir görüş ise ‘eğitim’i kültür aktarımının başlıca aracı olarak kavramlaştırır. Devletler ve UNESCO gibi uluslar arası örgütler ‘eğitim’ sözcüğüne bu son iki görüşe göre yaklaşmaktadırlar.” (Dollot, 1991: 53.)

“Eğitim, bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir.” (Ertürk, 1986: 12.) Bu tanım kendi içinde şu soruları barındırmaktadır. Evvela bu ifade birilerinin bir başkaları üzerindeki etkileyici ve hatta etkilemesi gerektiği düşüncesini zımnen taşımaktadır. Böyle olunca kimler istendik davranışı tanımlamaktadır? Bu istendik davranışı niçin başkaları tanımlamamaktadır? Hatta belirleyiciler farklı olursa tanımlama da farklı mı olabilecektir? Tanımlayanların tanımlama hakları nereden gelmektedir? İstendik davranışların tayininde yanlışlık olamaz mı? O halde istendik davranışların çerçevesini kimler çizmelidirler? Dahası böyle bir çerçeve çizilmeli midir? Çizilmezse başıboş bir eğitim mi olur, özgür eğitim mi olur? Özgür bir eğitim olacaksa eğitilecek olan yani, henüz eğitilmemiş ama eğitilmeye amade olanlar, nelerin eğitimle kazanılması gereğini nereden bilebileceklerdir? İstendik davranışları belirleyen amaçları ile eğitilecek olanların tayin edebildikleri kadarıyla amaçları örtüşmekte midir? Bir başkaları istendik davranışların çerçevesini çizseydi, amaçlar yine aynı mı olurdu?...vs vs. Böyle bir tanım, bir bakıma, J.Locke’un ‘tabula rasa’ (zihin boş beyaz bir levha) (Gökberk, 1980: 334.) düşüncesini hatırlatmaktadır ki, insanın ilk andan başlayarak, boş zihnini istenilen davranışların kazandırılabilmesi için doldurmak istemenin bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir yaklaşım ise, çağdaş eğitim akımlarının üzerinde ısrarla durdukları, ‘insanda, doğuştan getirilen potansiyel bir güç mevcuttur.’ anlayışı ile örtüşmemektedir.

Başka bir eğitim tanımı ise Durkheim’ın tanımıdır: “Tabiatın, sosyal müesseselerin ve diğer insanların bizim zekamız ve irademiz üzerinde icra etmeye muktedir oldukları tesirler”dir. Başka bir ifadeyle de “eğitim, yetişkin nesiller tarafından sosyal hayata henüz hazır olmayanlara tatbik edilen bir tesirdir”. (Kurtkan, 1977: 6-9.) Benzer bir şekilde, Ziya Gökalp de, yaygın ve organize terbiye adlarını verdiği iki tarz ile eğitim tanımını vermektedir. O'na göre, “terbiye, bir cemiyette, yetişmiş neslin henüz yetişmeye başlayan nesle, fikirlerini ve hislerini vermesi demektir”. Bu ise Gökalp’e

göre, iki surette cereyan eder. “Birinci tarz, yetişmiş neslin, kendisinin hiç haberi olmadan ... konuşmaları, fiilleri ve hareketleriyle canlı misaller teşkil ederek yeni nesillere tesir icra etmesidir. İkinci tarz, yetişmiş neslin vali, vasi, öğretmen, mürebbi adlarıyla resmi vaziyetler alarak, usul ve irade altında yeni nesle bir takım muayyen fikirleri ve hisleri telkıne çalışmasıdır.” (Gökalp, 1992: 321.) Bu fikirlerden hareketle O, talim ve terbiye ayrımına ulaşır. Elde ettiği sonuç ise, ‘asri talim ve milli terbiye’dir ki, bu fikir aynı zamanda medeniyetin beynelmilel ve kültürün milli olması düşüncesiyle de ilişkilidir.

Bu tanımlarda da ‘tesir’ söz konusu olduğuna göre ve toplumdan tesirlenileceğine göre, bir bakıma topluma aykırılıktan değil; topluma uyumdan bahsediliyor demektir. Böyle olunca yeni nesiller, kendinden evvelki nesillere benzeyeceklerdir ki bu bir bakıma, eğitimin görevinin uyum sağlama ve dayanışmayı, toplu yaşamanın gereklerini öğrenmeyi, benimsemeyi, normların aşılanmasını içinde taşıması demektir. Fonksiyonel bir eğitim anlayışıdır demek mümkündür. Bu ise istendik davranış kazandırma tanımındaki bazı soruları beraberinde getireceği gibi; Peygamberleri, Newton’ları, dahileri ve hatta delileri nereye oturtabileceğimiz sorusunu da beraberinde getirir. Zira bu kişiler içinde bulundukları toplumda, o toplumun istediklerini benimseyen ve bütün sosyal vazifelerini ifa edenler değil; topluma reaksiyon gösteren ve hatta çok kere peşinden sürükleyenler değiller midir?

Daha başka tanımların da verilmesi mümkündür. Fakat asli konumuz eğitim tanımlarının tahlili değildir. Ancak, eğitim tanımlarında ortak olanları yakalamak uygun olacaktır.

Değişik amaçlar çerçevesinde yapılagelen çeşitli tanımların ortak olan bir yönü vardır ki, o da, eğitim sürecidir. Eğitmek eylemi, sürekli değiştirmek eylemidir. Eğitilen kimse, bir amaca doğru sürekli olarak değiştirilmeye çalışılır. Değişen nesne devamlı insandır (bizim ele aldığımız konuya göre). İnsanın özelde de öğrencinin değiştirmesi istenilen ise, davranışlarıdır. Dolayısıyla, bir insanın özelde öğrencinin, bir duruma, bir olaya ya da çevresindeki herhangi bir karşıtına yapacağı tepkiyi, bunlara ilişkin düşüncesini, tutumunu, duygusunu değiştirdiğimizde, o kişi değişmiş olur. Bir başka

ifadeyle o kişi eğitim sürecinden geçmiş olur. O halde eğitimden söz edebilmek için bir eğiten yani değiştiren ve bir eğitilen yani değiştirilen veya değişmeye-değiştirilmeye hazır olan gereklidir.

Görüldüğü gibi eğitimin farklı tanımları yapılmıştır. Bu tanımları ferdi ve toplumu esas almalarına göre iki yaklaşım altında toplayabiliriz. Psikolojik ve sosyolojik yaklaşım. Sosyolojik görüşe göre eğitim, yetişkinlerce gençler ve çocuklar üzerine uygulanması gereken bir eylemdir. Bu eylem, geçmişin ve ataların kalıtını onlara aktarmayı içerir. Yine bu eylem, gençlere ve çocuklara, hayatlarını sürdürecekleri topluma daha iyi uyabilmeleri için fikirler ve gelenekler vermeyi içerir. Psikolojik görüşe göre ise, eğitim, her bireydeki yetenekleri en yüksek derecede geliştirmelidir ve bu geliştirme, bireyin gelecekteki başarılarını sağlamalıdır. Sosyolojik görüşün eğitim anlayışı, insana ait her şeyin toplumdan geldiğini iddia etmekle ne kadar katı ise, insana ait her şeyin insanın kendinden, bireyden geldiğini iddia eden psikolojik görüşün eğitim anlayışı da o kadar katıdır. (Ergun, 1995: 37-49.) Ancak güçlü toplumların güçlü fertler tarafından oluşturulabileceği düşünülürse, ferdi farkların vurgulanması gereği ortaya çıkmaktadır. Çünkü, çocuğun bir bireyselliği, özerkliği vardır. Çocuk, diğer çocuklardan ve bizden, daha iyi veya daha kötü değil, sadece farklıdır. O halde, dengeli bir eğitim için, “öncelikle insan ruhunu doyuran ve arkasından da bedeni ve fiziki alemde karşı karşıya kalınan meseleler konusunda, insanları aydınlatmayı hedef alan bir istikamet takip edendir.” (Şener, 1991a: 113.) denilebilir. Dolayısıyla eğitim, ferdi topluma, toplumu da ferde heba etmemeli, maddi ve manevi bütünlüğü sağlamış olmalıdır.

1. 1. 2. Eğitimin Amaçları ve Fonksiyonları

Yapmış olduğumuz bir programın, oluşturduğumuz bir sistemin eğitim alanında nasıl bir sonuç vereceğini görmek için en az bir neslin yetişmesini beklememiz lazımdır. Onun için her toplumda eğitim sisteminin sorumlulukları ağır, fonksiyonu önemli ve bu teşkilat için görev alanların sorumluluğu büyüktür.

Ülkenin kalkınmasında kaynak teşkil edecek ve diğer kurumların gelişmesi üzerine en çok müessir olacak bir teşkilat veya kurumu seçmek işin başıdır. “Maarif, görünüşte hiç istihsal faaliyetinde bulunmamasına rağmen,onun en mühim vasıtası olan ve cemiyette her sahanın, her teşkilatın, her müessesenin temelini teşkil eden insan unsurunu yetiştirmektedir.” (Turhan, 1964: 6.) diye tanımlanabildiğine göre, seçeceğimiz bu kurumun eğitim olmasında herkesin birleşebileceğini düşünüyoruz. Şüphesiz ki, böyle bir seçicilik ile diğer kurumların ihmal edileceği mânâsını çıkaramayız. Kısacası, her ne kadar eğitim sosyal yapının doğurduğu bir kurum, sosyal düzenin bir parçası ve bir sosyal sistem olarak değerlendirilse de, onun özellikleri, diğer sosyal kurum ve sistemlerden farklıdır. O insan unsuruna dayanmakla bütün şekillenmelerin odağındadır. Çünkü onun amacı insan yetiştirmektir.

Bütün toplumlarda insan yetiştirme ve anlayış düzenleri, belirli amaçlar etrafında odaklaşan çeşitli düşünce biçimlerinin bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Bu düşünce biçimlerini yönlendiren iki ana eğilimden söz edilebilir. “Birincisi, evrensel bir insan, toplum ve kültür modelinin tanımlanmasına hizmet eden ortak ve benzer niteliklerin oluşturduğu dünya görüşüdür. Eğitim amacı da buna göre şekillenmektedir. Diğeri de belli bir coğrafya, tarih ve kültür içerisinde yoğrulan insanların meydana getirdiği, bütünüyle yerli ve özel karakteristiklikleri ifade eden görüştür ki, eğitimin amacı, yerli değerlerin oluşturduğu bir insan modelinin ortaya konmasıdır.” (Akyüz, 1991: 1-2.) Kısaca, ferdin bir bütün olarak (bedeni, zihni- duygusal) gelişiminin temin edilmesi, toplumun yenileştirilmesi (milli- sosyal ve kültürel şahsiyet) ve insani değerlerin geliştirilmesidir. Fakat şu hususu da ilave etmek lazım gelir ki, evrensel insanı merkeze alan ülke hangi ülkedir, dahası böyle bir ülke var mıdır şeklindeki bir soruya cevap bulabilmek bir hayli sıkıntı doğuracaktır.

Eğitimin amaçlarının bireysel ve toplumsal yönden olmak üzere iki genel kategoride toplanabileceğini ifade etmiştik. Bu manada bireysel amaçlar kendini yetiştirmek, çevresine faydalı olmak, sürekli gelişme ve değişme arzusu, mutlu ve müreffeh yaşama ideali gibi esas unsurları taşır. Toplumsal amaçlar ise fertleri sosyalleştirmek, iyi vatandaş yetiştirmek, üretici fertler yetiştirmek, toplumun bütünlüğünü sağlamak, milli kültüre sahip çıkmak ve geliştirmek, yenilikçi, gelişmeci zihniyete sahip fertler

yetiştirmek gibi amaçları güder. Dolayısıyla denilebilir ki, bir bilgi manzumesi olarak toplumun sahip olduğu temel unsurların bir yandan kalıcı olmalarına gayret gösterirken, diğer yandan da onları müspet yönde değiştirmeye çalışan eğitimin genel amacı insan yetiştirmektir. Sosyal açıdan da, sosyal değişme ve kalkınmaya uygunluk ile toplumsal değişme ve gelişmeyi hızlandırmaktır.

Tarihe bakıldığında, eğitimin yüzyıllardan bu yana, hemen her zaman toplum için insan yetiştirmeyi amaçladığını söylemek hiç yanlış olmaz. Ancak nasıl bir toplum? Nasıl bir insan modeli? Tarih boyunca her toplum, kendi amaçları doğrultusunda bir ideal insan tipi belirlemiş ve eğitimi, bu insan modelini üretecek bir araç olarak kullanmayı amaçlamıştır. Belli istisnalar dışında, bu amacına ulaşan pek az toplum olmuştur. Kimi toplumlar tarih içinde iyi savaşçılar yetiştirmeyi hedeflemiş, kimi toplumlar iyi ve ülkesine bağlı yurttaşı ideal insan modeli olarak kabul etmiştir.

Konuya genellikle eğitimin amaçları nelerdir veya ne olmalıdır, şeklindeki sorularla cevap aranmaya başlanır. Önce bir takım rehber prensipler kabullenilir, sonra bunlara göre amaçlar formüle edilir. Mesela, ‘eğitimin amacı, mükemmel insan yetiştirmektir’ denilir. Ancak, bu tür genel ifadeler, öğretmenlerin durumu derinliğine kavramalarına engel teşkil etmeleri yanında, eğitimde gerçekleştirilecek hususların açık ve seçik olarak belirlenmesini önlemektedir. Örneğimizdeki, mükemmellikten kastedilen nedir? Kimine göre uysallık, kimine göre faaliyet, bir diğerine göre çalışkanlık kastediliyor olabilecektir. Dolayısıyla, genel, net ve anlaşılır olmayan ifadeler, çok kere amaçların neler olduğunun tam olarak tayin edilemediğinin ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tekamülcü anlayışa bağlı bir çok felsefeci ve eğitimci de, eğitimin amaçlarının, ferdi güçleri inkışaf ettirmek, geliştirmek olduğunu ifade ederler. Böylece çocuk ve gençlerde eğitim yoluyla kritik düşünce, yaratıcılık gibi zihni güçlerin geliştirilmesini savunurlar. Onlara göre, fertler kültür ve bilgi yoluyla kendilerine mahsus bir dünya kurabilirler. Kendilerini, iç dünyalarını, hürriyetlerini böyle bir temele dayalı olarak düşünüp manalandırabilirler. Bu tür insan, çevresine etki edebilir. Anlamlı değerlendirmeler yaparak, bağımsız iş yapabilme gücüne ulaşabilirler. Diğerleriyle ilişkiler kurabilir, bunları tenkit ve tahlil edebilir. Böyle bir insan, kendisine ve aynı

zamanda milletine karşı sorumluluğunu bilen insandır. O halde önemli olan bu tür insanların yetiştirilmesidir. (Tozlu, 1997: 103-104.) Böyle bir anlayış ise, fertlerin dünya ölçüsündeki değerleri tanımasına ve kendi değerlerinin de dünya çapında geliştirmeye çalışmasına zemin hazırlayacaktır. Bu manada eğitim, ilerleme ve gelişmeyi sağlayan önemli bir süreç olacaktır.

Tek tip insan yetiştirmek de eğitimi ve öğretimi elinde bulunduranların amacı olabilir. Esasen, tek bir siyasi, dini ya da kültürel öğretiye bağlılık, eleştirisel düşünce hareketlerini önlediği için, tek tip insan yetiştirilmesini hızlandıracaktır. Öğretmenin eğitim hedeflerine aykırı görüş beyan edememesi müfredatın amaca uygun düzenlenmesi, öğrencinin zihinsel ve duygusal bir şartlanmaya sokulmasını kolaylaştıracaktır.

O halde, hayatı etkileyen, yararlı, hür düşünceli, eleştirici, sorumlu ve şahsiyet sahibi atom çağının gerektirdiği insanlar yetiştirilirken, bu kişiler bir yandan da, o ülkenin kültür, tarih ve değerleriyle donatılmış olmalıdırlar. Çünkü, idealsiz insan, geçmişi ve geleceği olmayan insandır. O, sorumsuz, günübirlik hazlarla yetinen, sadece kendini düşünen, egoist ve köksüzdür. “Bundan dolayı Russell’ın, ‘eğitimin iki amacı vardır: Bir taraftan zekayı geliştirmek, öte yandan yurttaş yetiştirmektir.’ derken kastettiği insan tipi, hakim insan tipidir.” (Tozlu, 1997: 106.) şeklindeki yaklaşım, aynı zamanda, egoist, idealsiz insanların azalmasına ve gitgide yerini tamamen düşünen, şahsiyet sahibi insanlara bırakmasını sağlamaya yöneliktir. Bu ise, ferdi ve toplumsal eğitim yaklaşımının bir ifadesidir.

Her memlekette, milli kültürün devamlılığının sağlanması, eğitimin sosyal gelişme ve ekonomik büyüme için bir vasıta olarak kullanılması eğitimin en önemli amaçlarındandır. Bunlara ilaveten milli kültür değerlerimizle sosyal gelişme ve ekonomik büyüme gayeleri arasındaki intibak potansiyeline göre çizilmiş bir eğitim stratejisi uygulamak (Bilgiseven, 1986: 1.) da eğitimin önemli amaçlarından biridir. Böylece, sosyal, kültürel, ekonomik... açıdan milli kalkınmayı sağlamak, sosyal sınıflar arasındaki farkları azaltmak, sosyal bütünleşmeyi sağlayarak milli birliği güçlendirmek,

eğitim yolu ile sosyal mobiliteyi gerçekleştirmek de eğitimin amaçları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çağımız bilgi ve teknoloji çağıdır. Günümüz uzmanlık bilgisi, büyük bir ekonomik, hatta siyasi bir güçtür. Bundan dolayıdır ki, günümüz uzmanlık bilgisi, yeni bir insan tipini de beraberinde getirmiştir. Bu insan tipi, bir şeyi çok iyi bilen, bildiğini her an ve her yerde kullanan, fakat bunları karşısında ekonomik bakımdan rahat ve konforlu yaşamak isteyen bir tiptir. Eski dönemlerin fedakar entelektüel, sanatkar ve filozof tipi, bugün yerini rahatına düşkün bir uzmana bırakmıştır. Bunda da son dönem pedagojisine hakim olan bilgi ve iş diyaloğunun etkili olduğu söylenebilir. Özellikle

Benzer Belgeler