• Sonuç bulunamadı

Duygu ve duygu düzenleme kavramlarını ayrı ayrı tanımlamak ve ayırt etmek kolay olmasa da öncelikle duygunun kendisini anlamanın önemli olacağı düşünülmektedir (Gross, 2002; Fischer ve Manstead, 2008). Bir birey ile bir olay/durum arasındaki işlemin tamamını anlatan duygu kavramının; davranışsal tepkileri verebilmemiz, karar alabilmemiz ve kişilerarası iletişim kurabilmemiz açısından hayatımızda merkezi bir rol oynadığı ifade edilmektedir (Campos, Frankel ve Camras, 2004; Davidson, Jackson ve Kalin, 2000; Gross ve Thompson 2007; Duy ve Yıldız, 2014). Duyguların hafif veya yoğun, olumsuz veya olumlu (neşe, umut, huzur olumlu duygular; öfke, utanç ve kaygı gibi duygular ise olumsuz duygular) genel veya özel, kısa veya uzun ve birincil (ilk duygusal tepki) veya ikincil (duygusal tepkiye yönelik ortaya çıkan duygusal tepki) olması ortaya çok geniş bir yelpaze çıkarmakta;

bu durum duyguyu tanımlamaya çalışmanın zorluğunu oluşturmaktadır (Campos ve ark., 2004; Werner ve Gross, 2010). Temel ve değişmez duygular olan mutluluk, üzüntü, öfke, korku gibi duyguların insan hayatında oldukça erken başlangıçlı olduğu söylenmektedir. Duyguların işlevi davranışı motive etmek ve düzenlemek olarak tanımlanmakta, duygu ortaya çıktığında organizma eyleme yönelik olarak hazırlanmaktadır (Campos ve Barret, 1989).

Duygunun tanımı yapılırken ortaya çıkan bir diğer zorluk bu tanımın öznel bir şekilde her bireyin her bir duygudan ne anladığıyla ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanların kendilerini ve dünyayı nasıl değerlendirdiklerini gösteren duygular, herhangi bir durumun içerisindeyken bir değerin zarar görebileceği ile alakalı değerli bilgiler sağlamaktadır (Greenberg ve Korman, 1993). Örneğin Greenberg (2004) korkunun kaçmak için harekete geçirdiğini öfkenin ise saldırma veya kurtulma dürtülerini içerdiğini belirtmektedir. Bir bebekte ortaya çıkan öfkenin işlevi hedeflerindeki engellenmelere yönelik duyarlılığı artırmak olabilmekte, bir çocuğun oyuna yönelik gösterdiği ilginin azalması ise depresyonun göstergesi olarak ele alınabilmektedir (Cicchetti, Ackerman ve Izard, 1995). Yetişkinlikte depresyonu karakterize eden suçluluk, öfke ve utanç gibi duygular aynı anda iki veya daha fazla

duygunun ortaya çıkmasına sebep olarak durumu karmaşıklaştırabilmektedir (Blumberg ve Izard, 1985). Duygular söz konusu olduğunda farklı eylemlerin farklı duygulara karşılık geldiği görülmektedir (Gross ve Thompson 2007). Duygu durum ise duygulardan daha uzun sürmekte ve tipik olarak belirli bir nesne/olay/duruma ait olmamaktadır. Her duyguyu motive eden bir durum veya olay vardır ve duygular sadece acil durumlarda ortaya çıkmayarak tüm gündelik aktivitelerin içerisine mevcudiyetini korumaktadır (Cicchetti ve ark., 1995). Duygular temel olarak bireyin kendi amaçlarıyla ilgili bulduğu herhangi bir durum veya olaya dikkatini yönelttiğinde ortaya çıkmaktadır. Olay benzer veya değişmemiş olsa da bireyin başa çıkma yöntemlerinin değişmesi veya belirli farklı yönlere dikkat etmesi ile ilişkili olarak ilk etapta ortaya çıkan duygu zaman içerisinde değişiklik gösterebilmektedir (Joormann ve D’Avanzato, 2010). Bir bireyin olayla başa çıkabileceğine dair algısı hissettiği duygunun yoğunluğunu belirlemektedir. Örneğin paraşütle atlama konusunda uzman olan bir birey ile herhangi bir beceri edinmemiş bir bireyin uçaktan atlama eylemine yönelik hissettiği duygu yoğunluğu aynı olmayacaktır (Fenz, 1974). Aynı zamanda herhangi benzer bir olayın aynı bireyde çok sayıda duygu üretebildiği ve aynı olaya maruz kalan bireylerde kişisel değerlendirmelere bağlı olarak çeşitli duygusal tepkilerin ortaya çıkabildiği bilinmektedir (Siemer ve ark., 2007; Campos ve ark., 2004).

Bireyler duyguları yalnızca pasif bir şekilde deneyimlemeyerek aktif bir şekilde tepki vermekte ve duyguları değiştirme yeteneğine sahip olmaktadır (Joormann ve D’Avanzato, 2010). Duygu düzenleme duygusal tepkilerdeki değişimi kapsayan, bireyin amaçlarına ulaşabilmesi adına özellikle yoğun olarak deneyimlediği duygusal tepkilerini izleyen, değerlendiren ve değiştiren süreçlerden oluşmaktadır. Koole (2010) duygu düzenleme yoluyla bireylerin deneyimledikleri duyguları işleyebildiğini ve duygu düzenlemenin etkilerinin bireyin düşünce süreçleri ve davranışlarında gözlemlenebildiğini belirtmektedir. Duygu düzenleme kavramı bireylerin ne tür duygulara hangi zamanlarda sahip oldukları ve bu duyguları nasıl deneyimledikleri ve ifade ettiklerine dair önemli bilgiler vermektedir (Tice ve Bratslavsky, 2000; Gross, 1998).

Bireylerin duygularını çok çeşitli şekillerde düzenleyebildikleri görülmektedir (Campos ve ark., 2004; John ve Gross, 2004). Olaylara yönelik duygusal tepkileri düzenleme yeteneğinde görülen bireysel farklılıklar tamamen aynı durumla karşı karşıya kalan iki bireyin duygularının birbirinden apayrı olmasına sebebiyet

vermektedir (Joormann ve D’Avanzato, 2010; Werner ve Gross, 2010). Ayrıca duygu düzenleme için hem içsel hem dışsal düzenleyici süreçlere atıfta bulunulduğu görülmektedir (Salovey, Mayer, Goldman, Turvey ve Palfai, 1995). Örneğin bireylerin duygularını düzenleyebilmek adına başvurdukları duygusal destek dışsal süreci oluşturmakta ve özellikle destekleyici, onaylayıcı kişilerle duygular hakkında konuşmak uyum sağlamayı kolaylaştırıcı bir etki göstermektedir (Lepore, Ragan ve Jones, 2000). Bireyin duygusunu ne oranda ifade edebildiği yani dışavurumcu davranışlarının olup olmadığı ise duygu düzenlemeden bağımsız olarak ele alınmakta ve bireyin psikolojik ve fizyolojik iyilik haliyle ilişkili görülmemektedir (King ve Emmons, 1990). Duygu düzenleme açısından kullanılan süreçlerden içsel olanlara daha çok odaklanıldığı görülmektedir (Gross, 1998). Herhangi bir duygu düzenleme sürecinin mutlak iyi veya kötü olduğuna dair bir ayrıma gidilememekte, bu durum içinde bulunulan çevre koşullarına ve bireyin hedeflerini gerçekleştirmesi yolunda işlevsel olup olmadığına göre değişebilmektedir (Thompson ve Calkins, 1996).

Cinsiyetin duygu düzenleme stratejilerinin farklılaşmasında önemli rol oynadığı bilinmektedir. Erkeklerin genel olarak saldırganlık ve düşmanlık duygularını engellemek adına alkol almak gibi dikkat dağıtıcı aktivitelere yöneldiği, kadınların ise yemek yemek, uyumak gibi erkeklere göre daha pasif eğilimler gösterdikleri görülmektedir (Eriksen ve ark., 1997; Thayer, 1996).

BÖLÜM 3