• Sonuç bulunamadı

2.3 Türkiye’de Durum Analiz

2.3.1 Sol’un Durumu

Yukarıda anılan saptamadan hareketle, Türkiye’de sol hareketin neden yerleşemediği, bu hareket içinden gelen değerlendirmelerden yararlanılarak ortaya konulabilir. “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” akımlarını ele alan “iletişim yayınları” dizisinin 8.cildini “Sol” başlığı oluşturmuştur. Bu cildin amacı, soldüşünce dünyasının aksayan, kapsam dışına çıkan, anomali gösteren yanlarını nedenleri ve semptomları ile analiz etmek; 100 yıllık sol düşünce dünyasının birikimini ve envanterini ortaya koymak olarak belirtilmiştir.

“Türkiye’de sol düşünce, bu toprakların muhalefet akımlarının ana damarı olan Genç Osmanlılar/Jön Türkler/İttihat ve Terakki çizgisinden kaynaklanmıştır” (Gültekingil, 2007, s.13).

“Genç Osmanlı döneminde toplumda ilk ‘sol’ kıpırtıları görmeye başlıyoruz. Burada göze çarpan bir nokta, bu kıpırtıların en az Türk ve Müslüman kesimde görülmesidir. Büyük ölçüde pre-kapitalist bir yapıya sahip Osmanlı toplumunda olduğu kadar sanayi işçisinin çoğu gayrimüslimdi (özel sermaye birikiminde de aynı durumla karşılaşırız). Sendikalaşma, grev ve buna benzer eylemler, Rum ve Ermeni işçiler arasında daha yaygındı” (Belge, 2007, s.27).

Bu çerçevede, “Marksizm Türk intelligentsia’sının arasına (başka birçok toplumda da olduğu gibi) bir ‘ulusal kurtuluş’ ve ‘ulusal kalkınma’ reçetesi olarak girdi. Batı’daki ‘eşitlik’, ‘sömürünün ortadan kaldırılması’, ‘sosyal adalet’ gibi özlemlerin ağırlığı burada fazla duyulmadı. Duyulmasını kolaylaştıracak derinleşmiş sınıf farkları zaten yoktu. ‘Farklılık’, geleneksel olarak, sınıfsal değil, etnik alanda hissedilmişti” (Belge, 2007, s.30).

Türk tarzı modernleşme, “devlet”i kaynak, amaç olarak almakta ve kendini onunla özdeşleştirmektedir. Milliyetçilik, modernleşmenin başlıca ideolojisidir. Ordu, modernleşmenin taşıyıcısıdır. Bu ideoloji ve devlet pratiği, imparatorluk mirası olarak Türkiye Cumhuriyeti ulus-devleti içinde güçlenmiştir (Belge, 2007).

Bu bağlamda paylaşılan ortak görüş, Türkiye’de solun, uzun yıllar milliyetçilik ve devletçilik tarafından gölgelenmiş olduğudur. Sol düşünce sistemi, anti-emperyalizm ile ulus devleti koruma ve kurtarma teorisine dönüşmüştür (Gültekingil, 2007). Milliyetçilik, sosyalizmle başlayan ilişkiyi hemen “milli kalkınma”ya çevirmiştir. Bu da, doğal olarak, “devletçi” olmayı getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kapitalist kalkınma yolunu seçmiştir, ancak elinde kayda değer bir sermaye birikimi olmadığından tekelci devlet kapitalizmi oluşmuştur. Ayrıca, “Türk tipi Marksiste”, Kemalizmin altı okunun diğer dördü de kabul edilebilir görünmüştür (Belge, 2007). Dolayısıyla Türkiye’de sosyalizmin asıl sorunu, kendi içinden bir sağalma imkanı bulamamasıdır. “Başka bir söyleyişle, bu düşüncenin kendinden önce varolan bazı başka düşünceler tarafından etkilenmesinden çok...., bunlara direnecek ya da bunları giderecek mekanizmaları geliştirememiş olması, bir birikim yaratamadan buharlaşmasına yol açmıştır” (Belge, 2007, ss.47-48). Ayrıca Belge’ye (2007) göre, demokratik bir kültür ve siyasi geleneğe sahip olmayan ülkelerde solun varolması ve kabul görmesi kolay değildir.

Belge’nin (2007) anılan değerlendirmelerine koşut olarak, Fikret Başkaya (2007), Türkiye’deki solun bazı zaaflarını sıralamıştır. Buna göre, “Türkiye’de sol hareket ikili bir arka plan zaafıyla maluldü: birincisi, çoktan yozlaşmış bir sosyalist teorinin mirasçısı olacaktı; ikincisi de, kayda değer bir pratik mücadele mirasını devralmış değildi. İşçi hareketi cılızdı ve devlet tarafından manipüle edilen yoz sendika bürokrasisilerinin etkisi altındaydı” (s.73). Bu temel zaafları başka olumsuzluklar tamamlamıştır. Sol hareket, resmi tarih ve resmi ideolojinin tahribatına maruz kalmıştır.

“Aynı zamanda köklü bir Avrupa merkezli ideolojik yabancılaşmayla da malüldü. Bu yabancılaşma, onu kendi gerçekliğine, kendi toplumuna, kendi insanına, kendi coğrafyasına yabancılaştırmıştı. Solun en büyük zaafı, kendi gerçekliğine kendi gözüyle bakamaz oluşuydu.... Solun Avrupa merkezli ideolojik yabancılaşmayla, resmi tarih ve resmi ideolojiyle hesaplaşmadan, bir burjuva ideolojisi olan Kemalizmden bağımsızlaşmadan, kendi gerçekliğine kendi gözüyle bakma yeteneğini ortaya koyabilmesi mümkün değildi” (s.73).

“Solun ideolojik-teorik dağarcığı Stalinizmle Kemalizmin melezleşmiş bir versiyonuna dayanıyordu. Sosyalist bir toplum projesinin taşıyıcısı olmaktan çok, kalkınmacıydı.... Türkiye’deki solun başlıca zaaflarından biri de enternasyonalizmi özümleyememesi, milliyetçilik virüsünden bir türlü yakayı kurtaramamasıdır.... Türkiye soluyla ilgili bir sorun da, kendini kurtarıcılığın timsali olarak görme eğilimidir.... Bu tür bir yaklaşım, kitleye dışarıdan, yukarıdan bakmaktır.... Sosyalist hareketin bir başka açmazı da, demokrasi sorununa yaklaşımındaki yetersizlik veya tutarsızlıktır.... Türkiye solunun bir başka zaafı veya aymazlığı da onbirinci tezi ‘kavrayışla’ ilgilidir. Marx’ın Feuerbach üzerine tezlerinin onbirincisi: Filozoflar bu güne kadar dünyayı yorumlamakla yetindiler, oysa sorun onu değiştirmektir şeklindedir. Bu tez bizde (ve birçok başka yerde de) kabaca şöyle anlaşıldı: artık anlamakla ilgili sorun aşılmıştır, geriye değiştirmek kalıyor.... Bu tür bir kolaycılık ve tembellik söz konusuyken, gerçeği kavramak mümkün değildir. Bir zamanlar Türkiye solunun bazı eğilimlerinin Latin Amerika’yı, Çin’i, eski Arnavutluk’u, vb. kendilerine örnek almaları sadece kendi gerçekliklerini kavramada sınıfta kalmakla ilgili değildir, kendi gerçekliklerine de yabancılaşmış olmanın sonucudur.... Türkiye ile Latin Amerika ülkeleri arasında emperyalist dünya sisteminin çevresinde yer almaktan kaynaklanan benzerlikler, ‘gelişmişlik düzeyi’, emperyalizme bağımlılık, vb. olsa da, Türkiye tarihi, kültürü, devlet yapısı, devlet geleneği, sınıfsal yapısı, vb. itibariyle çok farklı bir coğrafyadır. Selçuklu’nun, Bizans’ın, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısıdır. Oysa, Latin Amerika ülkelerinin sadece birkaç yüzyıllık bir geçmişi var[dır]” (ss.73-76).

Sonuçta Türkiyede’ki sol hareket, genel bir çerçevede sadece iktidarı ele geçirme hedefine kilitlenmiştir. Başkaya’ya göre (2007), sosyalist teorinin yeniden inşasının gündemde olduğu süreçte Türkiye solunun etkin bir bileşen olabilmesi, “öncelikle Kemalizm ile Stalinizmle tam bir hesaplaşmayı başarmasıyla mümkündür. Resmi ideolojiden tam bağımsızlaşmadan, Stalinist pratikle hesaplaşmadan, enternasyonalizmi içselleştirmeden, demokrasinin değerini anlamadan ve onu bir yaşam biçimine dönüştürmeden, milliyetçilik virüsünden yakayı kurtarmadan bir arpa boyu yol alması mümkün değildir” (s.76).

Bu noktada bir saptama önemlidir: Sol hareketin tersine, Milliyetçilik ve İslamcılık gibi akımlar, başlangıçta dıştan esinlenme özelliği taşısalar da Türkiye’de hızla yerlileşmiş, serpilip gelişmişlerdir (Gültekingil, 2007).