• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.4 Durkheim'in Din Teorisi

3.4.2 Durkheim’e Göre Animizm (Cancılık)

Araştırmanın bu kısmında kısaca animizmin temel özellikleri belirtilip, Durkheim'in yaklaşımından bahsedilecektir.

Bu teoriyi ilk olarak Tylor ortaya atmış, Spencer de biraz değiştirmek suretiyle kabul etmiştir.

Durkheim (2005, s. 70-74)’a göre, "Cancılara ya da ruhçulara göre, can ya da ruh fikri uyku haliyle uyanık haldeki bilinç hallerinin birbirine karıştırılmasından doğmuştur. Đlkel uykuda gördüğü hayalleri ile uyanık haldeki algılarını bir tutar. Başka bir deyimle hayallerini nesnelleştirir. Örneğin rüyasında uzak bir memlekete gittiğini görürse oraya gerçekten gittiğine inanır. Böylece rüya ilkelde, bedenden çıkıp dolaşan bir can ya da ruh fikrini doğurmuştur. Đnsanda var olan bu ikinci varlık, birinden daha akıcı daha yumuşaktır. Ruh bedenin bir hayalî gibi tasarlanır. Bedendeki bir yara ya da kesiklik ruhu da etkiler. Örneğin Avustralyalılar düşmanlarını öldürdükten sonra sağ ellerinin başparmaklarını keserler, böylece ruhlarının ok kullanmasını engellemiş olurlar. Đnsanlarda ruh fikrinin doğmasını yalnız rüyalar değil, baygınlık, inme, katalepsi, vecid hali de etkileyebilir.”

Ruhun Tin ve Tanrı şekline dönüşmesine getirilen açıklama ise şu şekildedir: "Đlkellere göre ruh bedene bağlı değildir. Tin olabilmesi için bedenden kopması, kurtulması, hatta bıraktığı bedenin kokması gerekir. Bu bedenden kurtulmuş; salt ruh kesilmiş Tinler insanlar arasında dolaşırlar. Onların bedenlerine girip çıkarlar. Bütün iyilikler, kötülükler bunlardan gelir. Đşte insanlar bu Tinlerin kötülüklerinden kurtulmak, iyiliklerine kavuşmak için onlara kurbanlar vermeye, dualar etmeye başladılar. Böylece ruh sadece bedene canlılık veren birvarlık olarak kalmadı; bedenden kurtulunca Tine, daha sonra da tapınılan bir şeye yani puta çevrildi. Ruhu, Tine çeviren ölüm olduğuna göre, insanlık tarihinde ilk din inançları, ölü ata ruhlarıdır, ilk kurban yerleri de mezarlardır" (Gürsoy, 1998, s. 110).

Kösemihal (1971, s. 495)’a göre, ata ruhlarına tapmadan doğaya tapmaya geçiş ise şu şekilde izah edilir: ilkel insan çocuk gibidir. Đlk tanıdığı şey kendisi ve etrafındaki insanlar olduğu için artık etrafında gördüğü canlı-cansız her şeyi kendisine yani insana benzetir. Cansız varlıkları da canlı gibi görür. Örneğin yıldızlarda, sularda, rüzgarlarda birtakım Tinlerin bulunduğunu sanırlar. Böylece ata ruhlarına tapmadan sonra doğaya tapma başlar.

Tapmacıoğlu (1975, s. 87)’na göre, Spencer, Tylor'un bu iddiasına katılmaz. O, insanın canlı ve cansızı ayırt edemediği bir dönemi kabul etmez. Đlkellerin kendilerine birtakım canlı- cansız varlıklara ait adlar taktıklarını, fakat dillerinin ilkelliğinden bu

72

adlardaki mecaz ile hakikati karıştırıp bunların ifade ettiği varlıklar tapmaya başladıkları şeklinde bir açıklama getirir.

Temel anlayışlarını açıkladığımız Animizm Durkheim'in yaklaşımına gelince: Malenezyalıların bütün rüyaları ayırt etmeksizin ruhların seyahatlerine bağladıklarını hatırlatan Codrington'un, ruh ve din telâkkisini tartışan Durkheim'e göre, hiçbir tecrübe bunu yalanlayamayacağı için kolayca kabul edilmiştir. Fakat bu rüyalar, ancak latif cisimler, ruhlar, ölüler memleketi gibi fikirlerin vücut bulmuş olduğu yerlerde, yani dini tekâmülün ilerlediği yerlerde kabil idi. Onun için rüya dini izah etmek şöyle dursun, aksine, rüya ile ilgili bu fikirlerin olması için önceden bir dini manzume teşekkül etmesi gerekir. Çünkü bu rüyalar bir dini manzumeye tabi ve bağlıdırlar (Aron, 1994, s. 246).

Durkheim'e göre, animist açıklamalarda ölümün ruhu nasıl olup da tanrılaştırdığı anlaşılamaz. Bedenin sağlığında kutsal olmayan bir şey olan ruh, ölümden sonra nasıl kutsallaşmıştır? Zira ilkellere göre ruh bedenin bir kopyası sayılmaktadır. Beden ihtiyarlayınca ruh da ihtiyarlar, ölüm ruhu zayıflatıcı bir etkiye sahiptir. Böyle olunca bedenin ölümünden sonra ruhun nasıl yaşayacağına, özellikle de nasıl kutsallık kazandığına akıl erdirilemez. Ruhlar dünyası kutsallık demek değildir. Kendi başına kutsal bir gerçeklik olan yalnızca toplumdur (Durkheim, 2005,s. 75).

Spencer’in yorumunu ise, insanın hayvanla karşılaştırılamayacağı düşüncesiyle ta baştan yanlış bulur ve tartışmaz.

Gürsoy (1998, s. 113)’a göre, ruhçuların bir iddiası da, ruha tapmadan doğaya tapmaya geçişi insana benzetme ile anlatmalarıdır. Oysa ilkel insanda Anthropomorfizm yoktur. Kendi hayalîni dıştaki şeylere atfederek insan gibi zannetme, insana benzetme, ilkel bir temayül değil, oldukça ilerlemiş bir medeniyetin belirtisidir. Đlkeller için kutsal olan şeyler hayvan, bitki ve eşyadır. Đnsana benzer bir tanrı bulmak için, Hıristiyanlığa kadar ilerlemek gerekir. Durkheim Reville'den aldığı tespitleri de bu yönde kullanarak, ilk insanın mukaddes varlıkları, bitki veya hayvan şeklinde tasavvur ettiklerini kabul eder. Bu ilkel tasavvurlar arasında insan şeklinde mukaddes bir varlık yoktur.

Durkheim'e göre atalara tapma bir din olamaz. Böyle olunca da, ruhçuluğun ilk din olması yanlış bir kabul olur. Fakat asıl ruhçuluğu kabul etmeyen Brinton, Lani,

Royll ve Robertson Smith gibi dinler tarihçileri de bu yolda tespitler yaptıkları için, Durkheim bu konuyu tartışır (Aron, 1994, s. 247).

Ruhçuluk kuramı, kendi kendini batıran bir kuramdır. Çünkü bu kurama göre bütün manevîler, ruhtan; ruh da rüyadan doğduğuna göre, din inançlarının hepsi rüyaları gerçek birer varlık, cansız varlıkları da canlı sanmaktan doğmuşsa, bir dinler bilimini söz konusu etmek anlamsız olduğu gibi, ortada zaten din diye bir şey de kalmaz. Oysa din, bir gerçek olarak vardır (Aron, 1994, s. 247).

Benzer Belgeler