• Sonuç bulunamadı

Lars Von Trier‟in USA- Land of Opportunities üçlemesinin ilk filmi olan Dogville; yönetmenin toplumsal ahlak ve psikolojiyi irdelemek amacıyla kullandığı; Brecht‟e gönderme yapan yaklaşımının çarpıcı örneklerinden biridir. Filmde, siyah

bir tiyatro sahnesi zeminine tebeşirle çizilmiş mekan sınırları, birkaç mobilya, birkaç kapı ve bir dükkan camekanı dışında mekan tanımlayan herhangi bir öğe yoktur. Mekan zeminlerinde mekan adları yazmaktadır. Bu teatral atmosferdeki filmin başında, sınırlar zeminde çizili olduğundan mekan sınırlarını algılamakta güçlük çekilse de, zamanla yer yön algısı yerleşir ve mekanların mekansızlığı hissedilmez hale gelir. Seyirci mekanları tıpkı bir roman okurken yaptığı gibi zihninde tamamlar, mekanlar üçüncü boyuta seyircinin zihninde bütünlenirler. Mekanın ayrılmaz bir parçası olan zaman kavramı ise, sahne ışıklarıyla, mümkün olan en temel imgelerle verilmiştir. Trier, bu filmde Bertolt Brecht‟in epik tiyatrosuna gönderme yapan bir yaklaşımla dekoru, yabancılaştırma etkisi yaratmada kullanmıştır. Bu nedenle, film mekanları filmin bir kurgudan ibaret olduğunu apaçık biçimde gözler önüne sererken, seyircinin esas konuya odaklanmasını sağlar. İlginçtir ki, Lars von Trier, tıpkı Kafka‟nın Amerika‟yı yazdığında henüz hiç Amerika‟ya gitmemiş olması gibi, -henüz tamamlanmamış olan- bu üçlemeyi çekerken Amerika‟yı henüz görmemişti. Von Trier Amerika‟yı, evrensel sorunları eleştirmek için boş bir kanvas olarak kullanır.

Şekil 3.11 Dogville‟de zaman, beyaz fonun gündüzü, siyah fonun geceyi anlatması kadar basit betimlenmiştir.

Filmde, 1930‟ların Amerikası‟nda gangsterlerden kaçan Grace, dağların arasında gizlenmiş bir kasaba olan Dogville‟e sığınır. Kasaba birkaç ev, bir değirmen, kilise, maden, biblolar satan bir dükkan, köpeğin klübesi ve küçük bir bahçeden ibarettir. Bir ibadet mekanı olmaktan öte, kasabanın karar ve yargı mekanizmalarının

işlemekte olduğu bir toplanma mekanı olarak işlev gören kilise, Grace‟in film boyunca kaderini belirleyecek kararların kasabalılar tarafından alındığı mekandır. Dogville küçük ve içine dönük bir kasabadır ve kasaba sakinleri bu yabancıya temkinli yaklaşırlar. Kasaba halkının seyircide oluşturduğu ilk izlenim; sakin, içe dönük, ahlaki değerleri yüksek, kendi halinde bir topluluk oldukları yönünde olsa da; film ilerledikçe, Grace saklanmak ve bir bireyi olmak için çabaladığı kasaba toplumunun vahşi yönü ortaya çıkmaya başlar. Kalabalıklar içinde her biri birer ahlak timsali olan bireyler, „kapalı kapılar ardında‟, ilkel içgüdülerine yenik düşerek her türlü ahlaksızlığı yapabilecek kişilere dönüşürler. Grace her geçen gün seviyesi yükselen bu şiddete ve zulme her bir kasaba sakini tarafından kapalı mekanlar içinde maruz kalırken kasabanın geri kalanı olan biteni görmez ama sinema seyircisi görür.

Şekil 3.12 Dogville filminin açılış sahnesi. Bir görüşe göre, bu imge tanrının bakışını simgelemektedir.

Dogville filminin şeffaf mekanları sayesinde olan biten tüm çıplaklığıyla gözler önündedir. İnsanın bencil, ikiyüzlü ve vahşi yönünün olağanlığı özellikle genel çekimlerde çarpıcı bir etki yaratır. Örneğin polislerin Grace‟i bulmak için kasabaya geldiği anda, Chuck bu durumu fırsat bilerek Grace‟e tecavüz eder ve Grace ise yakalanma korkusuyla yardım çağıramaz. Tecavüz sahnesi, genel çekimlerle aktarılarak çarpıcılığı artırılmıştır. Mekanların hayali duvarları; sokaktaki polisleri, kasaba sakinlerinin soğukkanlı hallerini ve vahşi bir tecavüz sahnesini aynı kadrajda

görünür kılınarak kontrast yaratır ve dehşeti destekler. Dogville, Trier‟in mekan(sızlığ)ı, seyirciye deneysel bir mekan deneyimi yaşatarak bilinçli bir biçimde anlam yaratmada kullandığı bir başyapıttır.

Filmin tek bir stüdyoda çekilmesi ve temel perspektif kurgusunu oluşturmak amacıyla tebeşir izlerinin etkin kullanımı, kendine özgü bir minimalizme yol açmıştır. Bu durum, evleri, sokakları ve insanlarıyla tüm toplumu tek bir merkezi noktadan gözlemlememize izin verir ve insanları kendi özel mekanlarında kendi tebeşir sınırlarının ötesinde gözlemleyebilme imkanı sağlar. Bu minimalist perspektif yalnızca eylemi dikkat odağı haline getirmekle kalmaz, aynı zamanda hikayeye gözlemcinin zihninde seyahat etmesi için bolca olasılık tanır. Bu durum, Dogville‟e evrensel bir yan katar, Dogville zamansızlaşır ve mekansızlaşır, yalnız Amerika‟da bir kasabayı değil, benzer ahlaki eleştirilere konu olabilecek bütün yerleri tamsil eder. Tiyatroda olduğu gibi, kendimizi dışarıdaki dünyanın burada yalnızca çizgilerle varolduğu bir kurgunun içinde buluruz.

Sahnede, ne bir duvar ya da ağaç, ne de ev gibi kapalı bir strüktür vardır. Aslında Dogville‟in yerini –Amerika‟da ya da başka bir yerde- tarifleyebileceğimiz bir işaret yoktur. Birkaç iskelet strüktür, birkaç boyalı strafor, birkaç parça mobilya dışında Dogville tebeşir sınırlardan ve karamsar sahne efektlerinden ibarettir. Görünmez sokaklar ve ödüllü bektaşi üzümü çalıları gibi hayalet nirengi noktaları ve bir yabancı geldiğinde yüksek sesle havladığı duyulan ama aslında varolmayan köpeğin evi gibi; tüm mekanların planları yerde şablonlanmıştır. (Scott, 2004)

Oyuncuların görüş alanı aynı kısır sahne üzerindedir ve Dogville dünyanın geri kalanından izole bir biçimde varolur. Kameranın bu noktadan hiç uzaklaşmayacağı fikri klostrofobik bir ortam yaratır, bir ara Grace-dolayısıyla seyirci- kasabadan kurtulmuş gibi görünerek klostrofobi bir nebze rahatlasa da, Grace gözünü yine kasabanın içinde açar ve tüm kasvet ve hayal kırıklığı tanıdık mekanların görülmesiyle tekrar kasabaya çöker. Kasabanın mekansızlığı, en gizli anların bile aynı zamanda toplumsal ölçekte algılanmasını sağlar. Grace‟in Chuck tarafından ilk kez tecavüze uğradığı sahnede, büyük ölçekte bir yandan tecavüzü izlerken diğer yandan kasabalıların gündelik işlerine devam edişlerine tanık oluruz. Bu durum

aslında olaylara karşı toplumsal kayıtsızlığın, inkarın, unutkanlığın ve vurdumduymazlığın çarpıcı bir temsilidir. (Scott, 2004)

Şekil 3.13 Dogville‟de nirengi noktalarından biri olan bektaşi üzümleri bahçesinin zemindeki tebeşir temsili.

Film, yabancı ve tanıdık olanın nadir bir karışımını sunar, Amerika‟ya ait bir fantezi anlatır ama anlattığı şey „Amerikan Rüyası‟ değildir. Filmde izleyiciye yansıtılan, insanların fırsatlar ülkesine tüm zayıflığı, fakirliği ve acınasılığınla gelip özgürlük ve refaha sahip olabileceklerine inandırıldıkları Amerikan rüyası mitinin sapkın bir minyatürüdür. Dogville‟de Grace, dışarıdan bir yabancı olarak geldiği kasabada, çok çalışıp, tavizler vererek kendini kasabalılara kabul ettirmeye çalışarak yeni ve özgür bir yaşam kurmayı amaçlar. Ancak bunun yerine kendisini şiddetin, baskının ve tutsaklığın orta yerinde bulur. (Sinnerbrink, 2007)

Benzer Belgeler