• Sonuç bulunamadı

Kültür, en genel anlamıyla; bir millete has maddi ve manevi değerlerin toplamıdır. Bu değerler, milletin asırlar boyunca kendilerine has değerlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Millet olabilmesi için öncelikle kendine has milli ve manevi değerleri olmalıdır. 586 Bunların oluşması için bazı faktörlerin etkisi söz konusudur. Bu faktörlerin başında din gelir, çünkü din, hayatı şekillendiren en etkili etmenlerdendir.

Din ve kültür, hayatı anlamlandırmada önemli iki öğedir. Bu iki öğenin birbiriyle ayrılmaz ilişkileri vardır. Bu ilişki milletin yaşamını şekillendirmesiyledir. Milletin yaşamını şekillendiren bu iki temel unsur, aynı zamanda milleti millet yapan unsurlardır da. Bu unsurların gerektiği şekilde eğitilmesi, bireylerin mensubu bulundukları milletin özelliklerini kazanmaları bakımından önemlidir.

Kültür, bir millete has olmasıyla onu diğer bir milletten ayırır. Milletin devamı için de kültürün devamı zorunludur. Bu ise öğretim ve eğitimle sağlanabilir. Eğitim ve öğretimin kültürü tam olarak kapsaması ve güzelliklerini yeterli oranda anlatması gerekir.

582 Gander-Gardiner, a.g.e. s. 487. 583 Başaran, a.g.e. s. 138.

584 Mehmedoğlu, Dînî ve Ahlâkî Gelişim , s. 89. 585 Mehmedoğlu, Dînî ve Ahlâkî Gelişim , s. 83.

Kültürün tarihsel geçmişi ve gelişimi anlatılmalı, bununla kültürün asıl dayandığı temeller tespit edilerek bireylerin bu kökten kopmamaları sağlanmalıdır. Bu şekilde milletin dolayısıyla kültürün orijinal bir şekilde devamı sağlanabilir.

Kültürün kavratılması için onun üstün yönlerinin, bireylere kazandırdığı üstün özelliklerinin detaylı bir şekilde vurgulanması ve kültürün çekici hale getirilmesi, hâkim kültür olarak yansıtılması kültürün kabulü açısından önemlidir.

Kültür anlatılırken kültürün referans aldığı unsurlar ve bunların etki oranlarının tespit edilmesi gerekir ki, kültürün daha çok hangi unsurlardan oluştuğu tam olarak tespit edilebilsin. Aksi halde kültür hakkında doğru yargılara ulaşmak ve kültürü doğru etüt edebilmek zor görünmektedir.

Kültürün ilişki içinde olduğu unsurların başında din gelir. Bu sebeple dînîn kültürden ayrılması ve tamamen ayrı bir olgu imiş gibi değerlendirilmesi tutarlı bir yaklaşım değildir. Aynı zamanda dînîn, millet hayatının normal bir parçası olduğunun kabul edilmesi dine dair doğru bir bakış açısı geliştirilmesi bakımından da dikkate değerdir.

Dînîn, kültürün oluşmasına yapmış olduğu katkıların tespiti ve bu katkıların toplum hayatının şekillenmesine etkisi, dînîn bu noktada öneminin belirlenmesini sağlar. Kültürün bir parçası olarak kabul edilen mevlüt töreni, şehitlik kavramına verilen önem ve vatan savunması gibi faaliyetler, dînîn kültüre yansımasına örnek olarak verilebilir.

2- Din-Akıl-Bilim İlişkisi

Din, muhtevası bakımıyla insana hitabeden bir yapıya sahiptir. Dînîn insana hitap etmesi, insanın şerefli bir varlık olmasındandır. Onun kendine has birtakım özellikleri vardır. Bu özelliklerin başında akıl gelmektedir. İnsan aklını kullanarak karar verir ve bu kararlarını iradesiyle fiile dönüştürür. Kararların bireye ait olabilmesi için özgürce o fiili işlemiş olması gerekir.587 Bu özgürlük, sadece bedenen değil fikri olarak da özgür olmaktır. Başkasının zoruyla veya yönlendirmesiyle yapılan fiiller, o bireye ait fiiller olarak değerlendirilemez. Bu sebeple bireylerin aklı hür, fikri hür olmalıdır.

Fikrin hür olabilmesi için bireye olayları değerlendirmesine yetecek bilgi birikiminin verilmesi gerekir. Örneğin fıkhın, kaidelerinden habersiz bir kişinin dînî konularda hüküm vermeye kalkışması ne kadar yanlışsa diğer alanlar içinde bu böyledir. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kitab'ı sana indiren O'dur: Onun

ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.”588 Bu ayeti kerime de göstermektedir ki bilgi, herhangi bir alanda fikir sahibi

olunması için zorunludur.

“Allah birdir. Şanı büyüktür... Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Allah tarafından insanlara dînî gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dînîmiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dînîmiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilâhi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü, tüm evren kanunlarını yapan Tanrı'dır. ( 1923 )”589 Ulu önder Atatürk, dînîmizin

emirleri ve tabiat yasaları arasında çelişki olmamasını dînîmizin hak din olmasına bağlar. Çünkü, yaratıcının emirleri ile kurmuş olduğu düzenin farklı bir yapıya sahip olması düşünülemez.

Dînîn akıl ile ilişkisi anlatılırken, İslam’ın insan aklıyla birebir uyuşması örneklendirilmeli ve akıl İslam uyumu ortaya konulmalıdır. İslam’ın akılla uyuşması demek onun aklın ürettiği diğer şeylere de karşı olmamasını gerektirir ki bu da bilimdir. Aynı zamanda bilimin ürettikleri ile dînîn tavsiyelerinin çelişmediği vurgulanmalıdır.Ulu önder Atatürk’ün; “bizim dînîmiz en akla uygun en doğal dindir ve ancak bundan dolayı son din olmuştur. Bir dînîn doğal olması için akla, fenne, bilime ve mantığa uyması gerekir. Bizim dînîmiz bunlara tam olarak uygundur”590 demesi önemlidir. Ancak, üretilen şeylerde insana bir fayda yoksa veya da insana zararlıysa dînîn ona karşı geldiği söylenmelidir.

Bilim, tarih boyunca medeniyetlerin kurulması, gelişmesi ve devam etmesinin anahtarı olmuştur. Onun bu rolü üstlenmesi, ilim tahsil edilmesine büyük değer verilmesini sağlamıştır. Medeniyetlerin kurulmasında peygamberlerin de katkıları tartışılmayacak kadar büyüktür şüphesiz. Çünkü onlar da insanlığın kurtuluşu ve yücelmesi için mücadele

587 Erdem, a.g.e. s. 14. 588 Ali İmran, 3/7.

589 Atatürk ve Din, www.konakmuftulugu.gov.tr, ( 19.03.07) 590 Atatürk, M. Kemal, Söylev, frm.ekshi.net, (19.03.07)

etmişlerdir. Peygamberlerin bu mücadelesi insanlığın dünya ve ahirette mutlu olmaları içindir.

“Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir."591 Peygamberimiz ve onun bize bıraktığı dînîmiz ilme karşı olmaz aksine

tavsiye eder. Bu özelliğiyle dînîmiz her müslümanın ilim tahsilini teşvik ederek Müslümanların ilim sahibi bireyler olmalarını ister.

Dînîmizin karşı olduğu ilim, kendisi de bir insan olan öğrencinin ve bütün insanlığın zararına olan ilimdir. Bu ayrımın yapılması ve sınırların açıklanması ünite görevi olmalıdır. Dînîmizin bu yaklaşımının da insana verdiği değer sebebiyle olduğu vurgulanmalıdır. Örneğin, insanlığın yararına kullanılmak üzere yapılan atomun bölünmesini teşvik ederken, bununla atom bombası yapılmasını yasaklar. Bu ince sınır çok dikkatli bir şekilde ayırt edilmelidir.

Zararlı ve yararlının ayırt edilmesi, dînîn yaklaşımının tespit edilmesi açısından önemlidir. Bu yaklaşım, bireyin çalışma alanı ve şeklini de belirler. Zaten konunun amacı da budur. Birey neyi öğrenmesi gerektiğini ve öğrenme amacını, bu sayede daha kolay ortaya koyabilecektir.

Benzer Belgeler