• Sonuç bulunamadı

Devletin Çizdiği Sınırlar

Belgede Sınır Ve Eşik Olarak Duvar (sayfa 74-87)

3. SINIR OLARAK DUVAR

3.3 Devletin Çizdiği Sınırlar

“Tüm kapanık sınırlı şekiller eşdeğerdir” (Deleuze, Guattari 2010).

İktidar kavramının özdeşleştiği kurum olarak devlet, karar verme mekanizmalarıyla siyasi sınırları, kent politikalarını belirler. Diğer aktörlerin de katılımıyla, yerel yönetim ve merkezi yönetim olarak alınan kararlar uygulanır. “…Foucault devleti etki olarak tanımlar. …devleti üretenin yönetimsellik sorunsalı olduğunu, devletin hükmetme biçimini belirlemediğini, tam tersine devletin hükmetmenin tezahürlerinden biri olduğunu söyler.” Foucault’ya göre ”devlet yalnızca devletler olarak çoğul olarak varolabilir” (Oranlı, 2012). Mülkiyetle birlikte gelişen örgütlenmede, toplumun gelişmesine paralel olarak devlet de gelişmiş, içindeki ekonomik, toplumsal anlaşmazlık ve farklılıkların düzeni üzerindeki güç olmuştur (Engels, 2011).

Siyasi yönetim biçimine bağlı olarak yeryüzü kentlere, belediyelere, eyaletlere, sitelere bölünür (Şekil 3.4). Kent merkezleri, yollar, semtler, tarihi alanlar bir uyum içinde çalışacak şekilde bir yönetime bağlanır. “Şehir, bölgeyi oluşturan ekonomik, toplumsal, siyasal bütünün bir öğesinden başka birşey değildir” (Corbusier, 2009). Bazı sınırlar doğal çevreye göre, bazı sınırlar siyasal müzakerelerle bir nedeni olmadan çizilir. Her ölçekte çizilen bu sınırlar, içinde tuttukları ve dışarıda bıraktıklarıyla yeni bir düzenleme tanımlar.

Topluluk olmak düzen mevcudiyetiyle ele alınır. Arpacı “Düzen düşüncesinin “doğruluk”, “mutluluk” ve “sükunet” ile bütünleşmiş” olduğunu belirtir (Arpacı, 2014). Toplumda düzen sağlayayıcı unsurlar vardır. ‘Toplumsal düzenin inşası: Polis erkinin eleştirel teorisi’ kitabında Neocleous iktidar meselelerinin her zaman için düzenle ilişkili olduğunu belirtir. Bu bağlamda polisin düzeni inşa ediciliğiyle ilgilenir. Burada düzen “polis = yasa” olarak algılanan bir mekanizmanın parçasıdır. “Polis’in düzeni inşa etmesi şeylerin hiyerarşi içindeki yerlerini almalarını sağlamalarıdır.” Düzen ve emniyetsizlik birbirine karşıt durumlardır. Korunulmaya

çalışılan bir kriminal sınıf vardır. ‘Kriminal’ sınıf algısı, alt-sınıfla ilişkilendirilmiş, alt-sınıfın bütününe yaygınlaştırılmış bir algıdır. Bundan dolayı, güvenlik kavramı sınıfsal farklılıklara referans verir. Güvenlik de özgürlüğün bir şartı olarak mülkiyet güvenliği üzerinden ortaya konur (Neocleous, 2006). Mülkiyet güvenliği kentsel ayrışmayı, farklı olanı dışarıda bırakarak güvenliği sağlayacak şekilde kent politikalarının etkisiyle düzenlenmiştir. “Mülkiyet, ancak saygı gösterilirse, yani kutsal olursa mülkiyettir” (Durkeim, 2010). Bugün insanların mülk sahipleri ve mülksüzler olarak ayrıldığını belirtir Durkheim. Çitle kutsallığı ayıran önce sonra mülkiyeti kuran süreç duvarın fiziksel olarak gittikçe güçlenmesiyle devam eder (Brown, 2011). Bugün hala bu düşünceyi biraz kazdığımızda altında kutsallık yatar (Foucault, 2014).

Şekil 3.4: Viyana Kongresi, 1814–15 (Wilkinson, 2007).

“Devlet, toplumsal düşünce organıdır, demiştik. Bu söylenen, her türlü toplumsal düşüncenin devletten kaynaklandığı anlamına gelmez. Ama iki tür düşünce vardır. Biri kolektif kitleden gelir ve onun içinde yayılmış halde bulunur; toplumun kolektif olarak geliştirdiği ve tüm bilinçlere dağılmış bir haldeki duygulardan, özlemlerden, inançlardan oluşur. Öteki devlet ve hükümet adı verilen o özel organ içinde geliştirilir. Her iki tür de sıkı ilişki içindedir. Tüm toplumda dağılmış bulunan duygular devletin aldığı kararları etkiler ve tam aksi yönde de, devletin aldığı kararlar, mecliste sergilenen fikirler, orada söylenenler, bakanların hazırladığı önlemler tüm toplumda yankı bulur, dağınık haldeki fikirleri değiştirirler. Ama bu etki ve tepki ne denli gerçek olursa olsun, kolektif psikolojik yaşamın çok farklı iki

biçimi vardır. Birisi yaygın öteki örgütlü ve merkezidir. Biri, bu yaygınlık nedeniyle, bilinçaltının alacakaranlığında kalır.” (Durkeim, 2010)

Siyasi güç etkinlikleri düzenleyerek de sınır çizen bir politika yürütür. Tüm esriklik etkinlikleri Dionysos’a dayanır. Dioysos Yunan mitolojisinde şarap tanrısıdır ve adına festivaller düzenlenir. Tragedyanın Doğuşunda Nietzsche Apolloncu ve Dioysosçu iki yaklaşımı karşılaştırır. Apolloncu yaklaşım aklın ve düzenin temsilidir, Dioysosçu yaklaşım ise kaosun ve esrikliğin (Nietzsche, 2011). Genel çıkarım kaos ve düzensizlik toplumdan olabildiğince ayrı tutulduğudur. Esriklik mekanları, her devlet yapısı içinde farklı ele alınır. Foucault’nun Zaman'ın eridiğini söylediği oluşumlardır (Şentürk, 2003). burada önemli olan mekan değil, mekanın hareketidir. Aktör-ağ kuramı buna örnek verilebilir. Latour ve Yaneva’ya göre, “Binalarla ilgili sorun şu ki, son derece statik görünüyorlar. Onları hareket olarak, uçuş olarak, bir dönüşümler dizisi olarak tutup kavrayabilmek neredeyse imkansız görünüyor. Elbette başta mimarlar olmak üzere, herkes bilir ki, bir bina statik bir nesne değil, hareketli bir projedir; bir kez inşa edilmiş olsun, yaşlanır, kullanıcıları tarafından dönüştürülür, içerisinde ve dışarısında cereyan eden tüm olaylarca değişikliğe uğratılır, ömrü dolar ya da yenilenir, saflığını yitirir ve tanınmayacak derecede dönüştürülür” (Latour, Yaneva, 2014).

“Devletin kıyıları” kavramının somut durumunu Zengin, “devletin özel bazı düzenlemeler aracılığıyla, belirli bireyleri belli nüfuslara dönüştürmesi ve bu yolla onları ve bazı düzenlemelere tabii tutması” olarak açıklar (Zengin, 2009). Hem istenmeyen hem de toplumda varolabilen mekanlar, ‘devletin kıyıları’ diye tanımlanabilecek mekanlardan, fuhuş mekanları gibi uç örneklere kadar, bunlar için bir ikilem söz konusudur, bu mekanlardan ekonomik bir gelir elde edildiği için, karşıt olunmasına rağmen yasaklanmazlar. “İktidar doğal akışını ne kadar sınırlandırmaya çalışırsa çalışsın, gündelik hayat, bir dekoratif metafor gibi dursa da debisini ona katılan herkesin olduğu kadar, nerede yaşanıyorsa oranın, ne zaman yaşanıyorsa geçmiş zamanın belirlediği bir nehir gibidir. Bazen cılız, bazen coşkulu ama sürekli, bir tutarlılık içinde, zaman zaman değişse de asıl yatağını hiç kaybetmeden akmaya devam eder. Şehir bunun kanıtıdır kim nasıl planlarsa planlasın “modern” ya da değil, şehrin mekansal organizasyonu kendi geçmişine atıflar yapar. Şehirlerin eğlenceye, ibadete, idareye ayrılan yerleri, bazen asırlandan beri benzer

amaçlara hizmet eder. Bu muhafazakarlık, yeni gelenlerin her zaman nicelik olarak azlığıyla ilgili olmalı.” Osmanlı dönemi İstanbul’da meyhaneler İstanbul’da bir dönem serbest bırakılmış sonra yasaklanmış sonra tekrar serbest bırakılmıştır. Bir yandan vergilerle gelir getirisi olan bu mekanlar bir yandan tütün-afyon-kahve ve alkolle olan sorunlu ilişki kapsamı içinde normlara aykırı gelmektedir. Devletin tutumu istikrasızdır yasaklayıp yasaklamamak konusunda, ki yasaklandığında bile devam etmiştir. Bunlar eğlenme mekanlarıdır. Eğlence mekanları normla ilgili sıkıntılı, ahlakla ilgili olumsuz getirileri olduğundan kullanımı ve kullanıcı profili bu mekanları güvensiz ilan edebilir. İlginç bir nokta 19.-20.yy.’da İstanbulda Balatta bolca yer alan bu mekanların İç Balatta yer almasıdır. Balat bu dönemde iç ve dış olarak ikiye ayrılmıştır (Kaynar, 2014). Gayrimüslim mahallesi olmasından dolayıdır ki bu eğlence mekanlarını içinde barındırır. Anadolu kentlerinde karşılaştığımız durum kent dışına itilmiş bir eğlence mekanı anlayışıyla ilişkilidir. Kentin içi güvenli bölgedir, çeperler ise norm-dışı ahlak-dışı etkinliklere izin veren bir sınır dışı alanı olarak ilan edilmiştir. Yani istenmeyen mekanlar ya çeperde ya da kentin içinde ama kapalılığıyla normal/gündelik yaşantının dışında bir işleyişe sahiptir.

“Türkiye’de Bir Yönetim Biçimi Olarak Mekansal Ayrıştırma: Tehlikeli Mahalleler, Olağanüstü Hal ve Militarist Sınır Çizimi” çalışmasında antropolog Deniz Yonucu Gaziosmanpaşa mahallesinin polis kontrolünü altında tutulmasını inceler. Bu inceleme sırasında ‘mahallenin giriş çıkışının olması’ durumuyla karşılaşır. Güvenlik tedbirleri mahallenin giriş çıkışında kontrol yapmaktadır (Yonucu, 2014). Yani mahallenin giriş ve çıkışı vardır. Bir mahallenin, bir şehrin giriş çıkışının olması, farklı nedenlerle belirlenmiş sınırların sonuçlarıdır. Sınır varsa giriş ve çıkış da vardır.

Mega Ölçekli etkinlikler kentte mekansal olarak farklılaşma yaratan hareketlerdir. Ekonomik, sosyal ve kültürel bir zaman kesitinde bir hareketlilik. Iki türlü zamansallık sağlarlar. Birisi döngüsel biri de tek seferlik uygulamalar şeklinde gerçekleşir (Dündar, 2010). Böyle mega boyutlardaki etkinlikler, olağandışı durumlar, için kent yeniden düzenlenir, yeniden alışık olunmayan o hareket için kurgulanır. Festivaller gündelik hayattan, dayatılan yaşamdan kaçıştır ancak diğer yandan, festival örneği kendisine yarattığı dünyaya mevcut rahatsızlıklarından kaçmak için başvurmasına rağmen trafik yaratır kendisi hem trafikten kaçar. Hem

kaçar hem neden olur. Festivallerin kapalı mekanı birer özgürlük alanı sunar. Toplum sınırları içinde özgürlük sağlar. Festivaller bir kaçış noktası kurarlar. Festival içi hareket norm dışılığa izin veren varoluşa sahiptir.

Kent içinde özgürlükler belirli alanların içine yerleştirilmiştir, çeşitli kısıtlayıcılarla çevrili çevre, düzen dışı diye tanımladığı davranışları kapalı birer dörtgenin içine alır. Öteki dahilindeki bu Foucault’nun heterotopya mekanları "birer bağlayıcı" olarak işlev görür (Şentürk, 2003). Bu mekanların her biri birer sınır içinde tanımlıdırlar. Ama her biri kendi sınırları içinde olmasına rağmen kentin bağlayıcısıdırlar aynı zamanda. Sınırlar kesin ya da geçici olsun, mekanlar sınırlarıyla birlikte kentin bağlayıcılığını yapıyorsa eğer, sınırlar bir ağ gibi çalışıyordur, beraber varolmak zorunda olmamalarına ayrı ayrı varolabilir olmalarına rağmen ancak aynı anda varoldukları zamanda ve mekanda bir başka zaman ve mekan daha kurarlar.

Beden üzerinden yürütülen politikaların ve “kapatma”nın önemli bir toplumsal düzenleyici olduğundan bahsedilmişti. Şekil 3.5’de “Freaks” filmine ait sirkteki bir ucubeyle normal bir bedenin karşılaşma sahnesi yer almaktadır. Farklı bedenlerin özgürlük alanıdır sirk. Bir başka beden politikası mültecilik üzerinden yürütülmektedir. İstanbul’da mültecilerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Yürürtülen politikayı Heck, Kongolu mülteciler için incelediği makalesinde, İstanbul’a belirli uzaklıkta bulunan uydu kentlere yerleştirildiklerini ancak göçmenlerin burada yaşamadıklarını, göçmenlerin yaşamaları için belirtilmiş alana sadece yoklama için uğradıklarını belirtmektedir (Heck, 2014). Devlet göçmenler için coğrafi sınırlama amaçlamaktadır, ancak bu sınırlandırma ile göçmenlerin yaşam isteği örtüşmemekte, yaşam bölgelerini kendileri belirlemektedirler.

Kaos’un devletle kurduğu ilişki, düzenin devletle kurduğu ilişki ile birlikte var olur, tam anlamıyla karşıt değillerdir. Düzen “sınırları içinde tutulması gereken bir güç”, kaos da sınırları içinde tutulması gereken bir güçtür. Kaos mekanları olarak festivaller, serbest bölgeler, öteki mekanları örnek olabilir.

Denetim kurduğu, düzen sağladığı ve müdahale ettiği çepere ittiği etkinliklerin yanı sıra bir müdahale alanı olarak ilişkilerin sürdüğü gündelik hayatın düzenleyicisi olarak kentlerin planlaması konusunda en önemli güçtür. “19.yüzyıl teorisyenleri

olan Marx, Engels, Weber ve Simmel, kentleşme olgusunu yaşanan toplumsal değişimleri merkeze alarak açıklamaya çalışmıştır. 1920’lerde ortaya çıkan Chicago Okulu kentleşmeyi Darwinci bir bakış açısıyla rekabet, hakimiyet ve iktidar gibi kavramlarla açıklıyor ve kentsel gelişmenin getirdiği eşitsizlikleri, uyumsuzlukları ve mekansal farklılaşmaları doğal ve değiştirilemez bir süreç olarak kabul ediyordu. 1970’lerle birlikte ise, kenti kapitalist üretim süreçleriyle birlikte analiz eden Çağdaş Kent Sosyolojisi ya da diğer adıyla Neo-Marksist kuram ortaya çıkmıştır. Lefebvre, Castells ve Harvey’in öncülük ettiği bu yaklaşım, Chicago Okulu’nun özellikle kentsel gelişimin yarattığı eşitsizlik ve çelişkileri doğal gören yaklaşımlarını eleştirmiş ve kentleşmeyi, özgün bir mekan sosyolojisi olarak kapitalist süreçler ve sermayenin mantığıyla birlikte ele almak gerektiğini savunmuştur.” Bugün de küreselleşen kent yaklaşımları gündemdedir. (Güllüpınar, 2012) Kentsel politikalar endüstiyelleşme, siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal, teknolojik gelişmelerle birlikte dönüşmüş, tasarım yaklaşımlarına kendini yansıtmıştır.

Şekil 3.5: Freaks filminden bir sahne. “normal” adamla bir ucubenin karşılaşması (1932).

Devletin denetim altında tuttuğu düzen mekansal olarak, kent politikaları, özne ve beden üzerinden yürütmektedir. Böylece yürütülen politikayla, heterotopya mekanları, tehlikeli mekanlar, devletin kıyıları olmak üzere uç deneyim üzerinden duvarlar örebildiği gibi, mülk sahibi ve mülksüzler, marjinal gruplar gibi çok net okunmayan (bazen de okunabilen) ayrımlar üzerinden kentin etnik, toplumsal, dini ayrışmasının mekan sınırları belirlenmiş olur. Gündelik yaşam ‘nötr’ seviyesinde tutulmaya çalışılır. “Toplumun heterojen yapısına karşın devletin homojen bir

Heterotopiler: hem dışlanmış hem de iç içe girmiş olan, öteki yer ve ötekinin yeri. Uzaklardaki düzen. Bunların arasındaki nötr mekanlar: kavşaklar, geçiş yerleri, yok değerinde olmayan fakat önemsiz (nötr) yerler. Sık sık yapılan kesme-dikmeler (iki mahalleyi, iki karşıt heterotopiyi birbirinden ayıran ve/veya birbirine bağlayan geniş yol gibi). Farklı işlevlerin damgasını vurduğu mekanların üst üste geldikleri de olur. Yahut izotopinin bir çok- fonksiyonluluğa (bir zamanların meydanları) bağlandığı da olur.Canlandırılan yerler, özellikle de caddeler çok-fonksiyonludur (geçiş, ticaret, boş zaman faaliyetleri)” (Lefebvre, 2013).

Le Corbusier’in 1930 yılında Cezayir için yaptığı planlama Şekil 3.6’daki Obus planı bir duvarı anımsatır. Algeria sosyalist kent Sotsgorod’a da ilham olmuştur. Sotsgorod ‘disurbanizm’ olarak değerlendirilen bir kenttir: çizgisel olarak büyüyen ve akışla tanımlanan bir kent. Disurbanizm, “kentselliğin ortadan kaldırılması” olarak tanımlanabilir (Tanyeli, 2011). Sotsgorod’a ilham olan Algeria planı, kıvrımlı doğal çevrenin hareketiyle ilerleyen bir yerleşimdir. Güzergahın yerleşimi küstah ve öğretici bir şekilde Cezayir manzarasını sarar (Lerup, 2000). Le corbusier’in projesi Cezayir’in en uzak iki banliyösü arasında uzanır, iş merkezinin sınırında bir köprü bir duvar gibi uzanan 100 metro kotundaki otoban ve onunla birlikte arazinin kotuyla yüksekliği 90 ile 60 metre arasında değişen 180.000 kişilik konutları içermektedir. Bu proje önemli iki soruna değinir: ulaşım ve konut yoğunluğu. (Boyutpedia, 3 Ağustos 2006).

Obus planında birimler esnek tasarlanmış, ulaşım sorunu çözülmüş, Ertekin’e göre mimarlık burada kolektif bütünleştirici, didaktik bir etkinliğe dönüşmüştür. Bu planlamada tek bir birim parçası olduğu kenti dönüştürür. Böylece kent katılıma tamamen açıktır. Tekil nesne-mahalle-kent ayrımını Corbusier kent önerisinde kırmıştır. Sürekli değişim içinde olan ve gelişen teknolojiye uyum sağlamak, kapitalizmin hızlı üretimi ve tüketimi için tasarlanmıştır kent. (Ertekin, 1970, URL- 26) Ertekin bu projenin, böyle bir ütopyanın neden uygulanmadığını sorar, ve vardığı nokta: modernizmle birlikte yeni kentin tüm “çelişkileri ve kaos”u topluma kabul ettirmeye çalışırken mimari öğeleri kullandığıdır. O halde modern mimarlık metafor olarak duvarları esnetmeye başlamıştır ve ütopya arayışına gitmiştir. Obus Planı, merkezsiz ya da merkezi güzergahlar üzerinden kurulmuş olan bir plandır. Ertekin’in Corbusier’in kapitalizm için uygun olarak tasarladığını söylediği Obus planı,

sosyalist bir kente ilham olmuştur. “…Le Corbusier Cezayir şehrinde ne yapmış? Aynı ilkeyi (Proust’un koloni ilkelerini) yorumluyor. "Arap şehri"ne dokunmuyor, üzerine köprü halinde Avrupa şehrinin bir kısmını yerleştiriyor. Böylece şehir, Cordon Sanitaire, yeşil alan ile değil de, bir hava tabakası ile bölünmüş oluyor. Bana kalırsa şehir tasarımında sömürgecilik ilkesini daha da çarpıcı hale getirmiş oluyor. Le Corbusier, böylece Avrupalıları yukarıya, Arapları aşağıya yerleştiriyor, Arapları devamlı gözaltında tutuyor. Sosyal hiyerarşiyi şehrin imajına iyice yerleştiriyor. Bu gerçekleştirilmemiş fakat çok tartışılmış bir proje. Daha da enterasan yanı büyük Marxist şehir tarihçisi, Manfredo Tafuri 1967 tarihli Ütopya kitabında Le Corbusier'nin Cezayir projesini benzeri olmayan lirik bir proje olarak nitelendiriyor.” (Çelik, Türkmen, 2010) Obus planı bir sınır kurarken bir bağlayıcılık kurmamaktadır. Baumann Le Corbusier’in kent planlama yaklaşımı üzerine, onun “ Corrbusier “diktatör Plan”ın şehir sakinleri üzerindeki hakimiyetinin tam ve sorgulanmaz olacağı bir şehir düşü kuruyordu. “ Sanki mekansal modernleşmenin taraflar üstü doğasını ve mekansal modernleşmenin ilkeleri ile politik ideolojiler arasında herhangi bir bağ olmadığını göstermek istermişçesine, Corbusier, hizmetlerini Rusya’nın komünist yöneticilerine de Vichy Fransa’sının faşizan yöneticilerine de eşit bir şevkle ve rahatsızlık duymadan sundu” (Baumann, 2006).

Şekil 3.6: Le Corbusier, Obus Planı, 1961 (Url-38).

Planda yaratılan sınır, ideolojik bir duruşa sahip, ayırıcı bir sınır-kent ilişkisi kurar. Kentte faşist bir tavırla çizilen sınır sosyal hiyerarşi kurar, katıdır. Kent ve çizdiği sınır ilişkisi Le Corbusier’in Obus planında duvar etkisi yaratır. Kent büyüdükçe

çeşitlilik artmakta ancak bir çok durumda sosyal hiyererşi sınırları okunabilmektedir. İstanbul’da farklı şehir ve uluslardan bir çok insan yaşamaktadır. Bu kent çeperi içinde görünür/görünmez birçok sınırı birarada tuttuğu anlamına gelir. Bu durum kentin sınırlarını genişletmeye başlar.

İstanbul'un bitişi ve Kocaeli'nin başlaması iki kentin arasında alışık olduğumuz kırsal, mekansal bir boşluk olmaması nedeniyle tamamen tabelasal bir sınır vardır. Kocaeli-İstanbul il sınırının kaynaşması üzerine yasayla köyler kaldırılmış, orman köyleri hariç tüm köyler iki ilde de ilçeye dönüştürülmüştür. Yönetimsel sınırlar, yani gücün ürettiği sınırlar zaman içerisinde erimiş, sadece geçişin temsili kalmıştır. Gebze Kocaeli'ne bağlı bir ilçe olduğu halde Harem-Gebze minibüs hattı istanbul Anadolu Yakasında çok yoğun kullanılır. Minibüs Hattı'nın gettolaşma ile türediği ve talep üzerine işleyen bir sistemi vardır. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olarak işletilen IETT otobüs hatları Gebze'ye ulaşım imkanı sağlamakta, İstanbul iline bağlı son ilçeye kadar çalışmaktadır. Minibüs hatları insanların kendi oluşturduğu sınırlara referans verir. Bugün bir çok insan İstanbul'da yaşayıp Kocaeli'de çalışmaktadır, ya da tam tersi. Bu güzergah Şekil 3.7’de Kocaeli ile İstanbul’un kaynaşan sınırını kesip geçmesiyle görülmektedir. Güzergah bize şehir sınırının erimesini ve mekansal kurgunun ne kadar esnek değişmesine, ne kadar kolay adapte olmasına karşın, devletin sınırlarının ne kadar katı kaldığını gösterir.

Acıbadem, Uzunçayır, Göztepe, Bostancı, Maltepe, Kartal, Pendik sırasıyla güzergahta karşımıza çıkar. Her bir mekan köprüyle tanımlanır. Bir semt biter diğeri başlarken sınırları köprüler üzerinden kurarız.

Ya da söz ettiğimizde ancak semtlerin varsayılan sınırları üzerinden bir anlatım oluşturarak, bu sınırları kesip geçtiğimizden bahsedebiliriz. Sınırları kesip geçmek, hızla mümkün kılınan bir durumdur. Hıza özgürleştirici olarak anlam yüklenmesinin nedeni sınırları kesip geçebilmesidir. Güzergah sınırları kesip geçer.

Güzergâh üzerindeki mekan tanımlayıcıları sadece köprüler ve köprülere verilen semte ait isimlerdir. Bu güzergahta ilerlerken bir semti diğerinden ayıran bir sınırdan söz etmek ne kadar mümkündür. Her bir semtle ilişki semt ismini taşıyan köprülerle kurulur. Heidegger (2013) köprünün tır şoförü için mesken olduğunu belirtmiştir. Bu

güzergahtaki insanlar için, geniş bir otoyol ve köprü imgesi tekinsizliğini kaybetmiştir, birer meskendir. Sınırların ağın bir parçası olduğunu burada bu güzergah üzerinden okuyabiliriz.

Şekil 3.7. Gebze-Harem ve E5 güzergahı, İstanbul-Kocaeli Sınırı.

“Devletin biçimi vardır, kent ise biçimsizdir” (Deleuze, Guattari, 2010) Tanyeli kentin biçiminin modernizminden önce yittiği inancıyla, modernizmin bunun inşaasına giriştiğini söyler. “Şehir tarihsel zorunluluğun aldığı mimari biçimdir ve biçim mimarlığa belli bir özgürlük tanımlarken, Tarih aynı olanın mukadder tekerrüründe kendini zorla tekrar ettirir” (Hays, 2015).

İstanbul’da konut, iş, finans merkezi olarak gelişen bir güzergah olan Büyükdere Caddesi, farklı ekonomik ve sosyo-kültürel grupları içinde birbirine pek de karışmayacak şekilde barındırmaktadır. Büyükdere Caddesi, Maslak ile Beşiktaş arasında, Kağıthane, Beşiktaş ve Sarıyer Belediyelerine bağlı ilçeleri taşır. Levent - 4. Levent güzergahında, caddenin iki yanında rahatlıkla okunabilen konut yerleşim mekanlarının yapısal ve çevresel olarak kalite ve ayrıca iki bölgedeki insan grubunun yaşantı farklılığı vardır. Konut fiyatları caddenin iki yanı için oldukça farklılaşmaktadır. Bir tarafta kamusallık sokaklarla kurulurken, diğer tarafta kamusal yaşantı parklardadır. 50 sonrası yerleşime açılan bölge kentleşmeyle ilgili yürütülen farklı politikalarla farklı şekilde gelişmiştir. Bir tarafta planlı bahçeli konut

düzeni,diğer tarafta bitik nizam plansız yerleşim vardır (Şekil 3.8). Kağıthane köyünün 1946’daki yerleşimi kırsalın içinde, mekansal bir boşlukla çevreden ayrıldığı görünmektedir. Kapalı bir yapılaşmadan sınırları okunamayan bir ilçeye doğru zamanla evrilmiştir. “Yeni şehircilik, bariz biçimde kontrolden çıkmış büyük ve kalabalık şehirleri, herkesi başkalarıyla medeni ve nazik bir biçimde ilişkilendireceğine inanılan birbirine bağlı bir dizi “kentsel köye” dönüştürme çabasının kolaycılığına kaçmaktadır.” (Harvey, 2011). Çeliktepe ve Levent arasında,

Belgede Sınır Ve Eşik Olarak Duvar (sayfa 74-87)

Benzer Belgeler