• Sonuç bulunamadı

5. KONU İLE İLGİLİ YAPILMIŞ ARAŞTIRMALAR

5.4. Depresyon İle İlgili Yapılan Araştırmalar

Korkmaz (2011)’in, Psikolojik Danışma Öğrencilerinin Boyun Eğici Davranış ve Depresyon Düzeylerinin İncelenmesi adlı yüksek lisans çalışmasının sonuçlarına göre erkek öğrencilerin depresyon düzeyleri kız öğrencilere göre daha yüksektir, öğrencilerin öğrenim gördükleri okula göre depresyon düzeyli anlamlı şekilde farklılaşmaktadır. Ayrıca birinci sınıf öğrencilerinin depresyon düzeyleri dördüncü sınıf öğrencilerine göre daha yüksektir. Annelerinin eğitim düzeyleri ne kadar düşükse depresyon oranları o derece yüksekken babaların eğitim düzeyleri ile depresyon arasında anlamlı bir ilişki gözlemlenmemiştir. Öğrencilerin algıladıkları sosyoekonomik düzeyleri ne derece düşükse depresyon düzeyleri de o derece yüksek bulunmuştur. .

Hankin ve Abramson (1999), gençlerin depresyonundaki cinsiyet ayırımında; 13- 15 yaş arasında büyük farklılık gözlenmediği, ancak 15-18 yaş grubunda kızların erkeklerden daha çok depresyon yaşadığını bulmuşlardır. Ergenlerde yapılan çalışmaların çoğunda cinsiyet farkı gözlenmektedir (Reynolds, 1983; Angold, 1988; Kashani ve ark. 1987a; Lewinsohn ve ark. 1994a; Akt: Gür, 1996). Bu çalışmalarda

93 hem depresif belirtilerin hem de depresyon bozukluğunun kızlarda erkeklerden daha sık görüldüğü saptanmıştır (Garrison ve ark. 1989; Özbay ve ark. 1991; Cohen ve ark. 1993; Lewinsobn ve ark. 1994a, 1993; Akt: Gür, 1996).

Karakuş (2003)’ün Anne Babası Boşanmış Çocukların Depresyon Düzeylerinin İncelenmesi ve Okul Başarısına Yansıma adlı yüksek lisans çalışmasında 9-13 yaş arasındaki çocukların depresyon düzeyleri ve bu durumun okul başarısına yansıması araştırılmıştır. Araştırmaya 117 anne babası boşanmış çocuk 127 anne babası boşanmamış çocuk katılmıştır. Araştırmada “Çocuk Depresyon Ölçeği’’ kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre çocuğun yanında kalmadığı anne babasını ne sıklıkla gördüğüne bağlı olarak, anne babası boşanmış çocukların depresyon ölçeği puanı ve anne babası boşanmış çocuk ile boşanmamış çocukların okul başarı puanları arasında anlamlı farklılık bulunmuştur.

Çuhadaroğlu (1986) üniversite öğrencilerinde psikiyatrik belirti dağılımını incelediği araştırmasında 52’si kız, 48’i erkek olmak üzere, yaşları 18 - 24 arasında değişen 100 kişilik bir örneklem grubuna Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R) uygulamıştır. Elde edilen bulgulardaki psikiyatrik belirti dağılımına bakıldığında, depresif belirtilerin en yüksek sırada yer aldığı ve kızların erkeklerden daha yüksek oranda depresif belirtiler gösterdiği görülmektedir.

Rich ve Bonner (1987), yaptıkları bir araştırmada, üniversite öğrencilerinin depresyon düzeyleri ile yaşam stresi, bilişsel çarpıtmalar, bilişsel katılık, problem çözme, yalnızlık ve aile desteği gibi örüntüleri karşılaştırdıklarında depresyon ile bu değişkenler arasında anlamlı ilişkiler saptamış; yalnızlık ve sosyal problem çözme konusunda kendini zayıf olarak değerlendiren kişilerin, yaşam stresini yoğun olarak hissettiklerini ve bu bireylerin aile desteğini düşük düzeyde algılayarak depresyona girdiklerini belirtmişlerdir (Akt: Türküm, 1999).

Bozkurt (2004), üniversite öğrencilerinin depresyon ve kaygı düzeyleri ile bazı değişkenler arasında anlamlı bir farklılık olup olmadığı incelenmiş, kız öğrencilerin kaygı düzeyleri erkek öğrencilerden anlamlı düzeyde yüksek bulmuştur. Ayrıca öğrencilerin depresyon düzeylerinin, ailelerinin sosyoekonomik durumuna, anne ve babalarının tutumlarına, ana-babalarının başarı durumlarını algılamalarına, okudukları

94 alanın istedikleri alan olup olmadığına, alanları ile ilgili doyum düzeylerine ve psikolojik danışma hizmetinden yararlanma ölçütlerine göre değişiklik gösterdiğini bildirmiştir.

Eryüksel ve Akün (2003), depresyonu olan ergenler ve ana-babalarının, birbirleriyle ilişkilerindeki çatışma düzeylerini, aile ilişkileri bağlamındaki bilişsel çarpıtmaları ve fonksiyonel olmayan tutumlara bağlılıkları açısından incelenmiştir. Bu amaçla, depresyonu olan veya olmayan 123 ergen, 109 anne ve 87 baba olmak üzere toplam 319 denek, Beck Depresyon Envanterine, Anne-Baba ve Ergen İlişki Envanteri’nin Çatışma ve Bilişler alt-ölçeklerine ve Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçegi’ne yanıt vermişler. Depresyonu olan ergenlerin, olmayanlara göre, anne ve babalarıyla ilişkilerinden hoşnut olmadıkları, ana-babalarının çesitli kural ve sınırlandırmalarla hayatlarını mahvedebileceklerine ve onlara kolayca haksızlık yapabileceklerine dair abartılı inançlara bağlı oldukları görülmüştür. Depresyonu olmayan ergenlerin ise olanlara göre mükemmel bir evlat olmaya dair abartılı inançlara daha fazla sahip oldukları bulunmuştur. Çocuğunda depresyon olan ana-babalar, olmayanlara göre, daha fazla depresyon, çocuklarıyla aralarında daha fazla çatışma ve anlaşmazlık ifade etmişlerdir. Ergen anne babaların depresyon puanları, ergen-ebeveyn çatışması, aile ilişkilerine dair çarpıtılmış inançları ve ana-babaların fonksiyonel olmayan tutumlara bağlılıkları arasında pozitif ve anlamlı korelasyonlar bulunmuştur. Ergenlerin ana-babalarının kısıtlamaları ile hayatlarının mahvolacağına dair inançları, ebeveyn-ergen çatışması ve fonksiyonel olmayan tutumlara bağlılıkları; annelerin depresyonda olup çocukların problemlerinden dolayı kendilerini suçlamaları ve çocukları için düşük mükemmeliyetçi standartlara sahip olmaları; babaların ise ergen çocukları ile ilişkilerinde çatışma ifade etmeleri, depresyonda olan gençleri olmayanlardan ayırt eden değişkenler olarak ortaya çıkmıştır.

Dixon ve Reid (2000), olumsuz yaşam koşulları ile olumlu yaşam koşullarının depresyonla ilişkisinin incelendiği bir çalışmalarında üniversite öğrencilerinde pozitif yaşam olayları, olumsuz yaşam olayları ve depresif davranışları arasındaki ilişki araştırılmıştır. Araştıma sonuçlarına göre olumsuz yaşam koşullarından kaynaklanan stresin depresyonu tetiklediği ortaya çıkmıştır.

95 Whisman ve Kwon (1992)’nın ebeveyn gösterimleri, bilişsel çarpıtmalar ve hafif depresyonlar adlı çalışmasına 150 lisans öğrencisi katılmıştır. Araştırmanın amacı hafif depresyon oluşumunu sağlayan faktörler arasındaki ilişkileri araştırmaktır. Araştırma sonuçlarına göre; aile ve eşler, depresyonun başlangıcında yordayıcı olabildiği gibi, depresif hastaların tedavisinin gidişini de etkileyen önemli bir faktör olduğu; aile üyelerinin kişilik özellikleri, psikiyatrik, tıbbi rahatsızlıklarının olması, sosyal desteği, sosyoekonomik statüsünün de ailenin işlevselliğini etkileyebildiğini söylemişlerdir. Ayrıca işlevsel olmayan ailelerden gelen depresyon hastalarının depresyonlarının da kötü bir gidiş gösterdiğini de belirtmişlerdir.