• Sonuç bulunamadı

Kanâatimizce, müfessirlerimizin bu harflerle alakalı yorumlarını tarihî süreç içerisinde incelediğimizde genel olarak şunları söylemek mümkün olacaktır:

Taberî’den önceki müfessirlerimize baktığımızda genelde bu harflerin Kur’ân isimleri veya Allah’ın isimlerinden biri olması açısından meseleye yaklaştıkları görülmektedir. Hurûf-i Mukatta hakkında anlam arayışının tarih boyunca birkaç kırılmaya uğradığını söyleyebiliriz. Bunlardan en önemlisi Taberî’dir. Kendinden sonraki müfessirlere mesnet olan Taberî, mevzû ile alakalı tüm görüşleri, rivâyetleri vermiş, hiçbir görüşün zâyi edilmemesi gerektiği noktasında tercihini kullanmıştır. Ondan sonra gelen

247 Tâhir, Evâilu’s- Suver, s.8-11.

71

müfessirler bu görüş ve rivâyetlerden kendi bakış açılarına uygun olanları tercih etmişlerdir. Mesela; İbn-i Ebî Hâtim ve Mâturîdî’nin Taberi’nin genelleyici anlayışından etkilendikleri söylenebilir. Dikkate değer diğer bir husus da, İbn-i Hazm’e kadar ısrarlı ve net bir şekilde bu harflerin mânalarının araştırılmasına karşı çıkan ve mutlak müteşâbih olduklarını söyleyen kimsenin bulunmamasıdır.

Bizce bir diğer önemli kırılma Kuşeyrî ile yaşanmıştır. Onunla birlikte genel tartışmaların dışında bu harflerin işârî anlamlarının olabileceği ifade edilmiş, örnekler verilmiştir. Ancak zamanla aşırı, bâtinî yorumların Şiî âlimler kadar sünnî âlimler tarafından zikredilmeye başlandığı görülmüştür. Bizzat bu yorumları yapanların dahi, bu şekilde mâna vermenin tehlikelerine işaret ettikleri müşâhede edilmiştir. Zaman içerisinde Şiî âlimlerin tercihlerinin sûre isimleri olduğu noktasında odaklanmaya başladığını söylemeliyiz.

İbn-i Atıyye ile farklı ve yeni görüşler ortaya çıkmıştır. Ebû Hayyân’ın da iştirâk ettiği bu anlayışa göre ilk kez o, net olarak bu harflerin dikkat çekmek amacıyla konulan nidâ ifadeleri olduğu veya diğer ilâhî kitaplar ve içeriğine dair işaretler olabileceği görüşünü dillendirmiştir. Bu açıdan Modern dönem müfessirlerine öncü olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır.

Kanâatimizce tefsir tarihinin en önemli simalarından biri olan Râzî, bu harflerle alakalı kendinden beklenen performansı gösterememiştir. Râzî hem kendinden öncesi hem de sonrası ile irtibatı sağlayan bir âlim olarak genel görüşleri tartışmış, Hurûf-i Mukattaa’nın mânalarının ihâta edilemeyeceğini belirtmiş, işârî şekilde yorumlama imkânının bulunduğunu söylemiş, ancak aşırıya kaçılma tehlikesinin zuhur edebileceğini ifade etmeden geçememiştir. Konu ile alakalı en çarpıcı ifadesi ise, harflerin ortaya konan birçok mânasından sadece birinin tercih edilmesi gerektiği uyarısıdır. Böylece bu konuda Taberî’ye itiraz etmiş olmaktadır. Tefsir tarihi açısından orta dönem diyebileceğimiz Râzî ve sonrasında, âlimler o güne kadar gelen görüşlerin zikri ile yetinmişlerdir.

Beydâvî ile bu harflerin nidâ, meydan okuma ve i’câz için konuldukları anlayışının daha da yerleştiğini söyleyebiliriz. Bu dönemdeki diğer müfessirlerden Kurtûbî, tasavvufî,

72

işârî yönlerine, İz b. Abdüsselam ise, ilk kez Ebced için va’z edilmiş olabileceklerine örnekler üzerinden uzun uzun değinmişlerdir.

Bir diğer dönüm noktası ve kendisinden sonrakiler için örnek âlim ise Şevkânî olmuş ve bu harflerin müteşâbihâttan sayılması gerektiğini delillendirerek, diğer görüşlere itirazlarını yöneltmiştir. Bununla kalmamış mânalarından ziyade hikmeti açısından meseleye yaklaşılmasını tavsiye etmiştir.

Son döneme geldiğimizde, âlimlerimiz mânasından ziyade bu harflerin hikmeti açısından meseleye bakmış, kimisi i’câz ve tahaddî ifade ettiklerini (Etfeyyiş, Reşit Rıza, Merâği, İbn-i Âşûr, Ebu’z-Zehre, İbn-i Asimin, Hasan Şehâte, Tantâvî), kimisi ise, nidâ ve dikkat çekme amacı taşıdıkları görüşünü (Etfeyyiş, Reşit Rıza, Derveze) dillendirmiştir. Ancak bu devirde bahsedilenlerden başka ilk dönemdeki anlayışlara benzer tercihleri ön plana çıkaran müfessirlerimizin bulunduğunu belirtmemiz doğru olacaktır. Mesela; Elmalılı, Taberî gibi bütün görüşleri cemetme ( bizzat bu ifadeyi kullanmasa da zımnen anlaşılmaktadır) fikrindedir. Ayrıca bu harflerin işârî, bâtinî te’villerini günümüze taşıyan ve savunan Âlûsî ve İsmail Hakkı Bursevî gibi müfessirlerimiz de görülmüştür. Yine Ferit Vecdî, sûre ismi oldukları anlayışını savunmuş, Tantâvî Cevherî ise kendine has hesabî çıkarımlar peşinde olmuştur. Süleyman Ateş, Hurûf-i Mukattaa’nın İlâhî kitaplara işaret olabilecekleri üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla günümüzde sesleri kısık da olsa her bir görüşün temsilcilerine rastlamak mümkündür. Buna göre, söylenenlere bir sınır koymak mümkün gözükmemektedir. Herkes konu ile alakalı şahsî veya mezhebî görüşünü aksettirmiş durumdadır.

73

BÖLÜM: 3 HURÛF-İ MUKATTAA’NIN ÖZEL

VE SEMBOLİK ANLAMLARI

İnsanoğlu, anlatmak istediği şeyi önce bazı eşyaları kullanarak; sonra da bu bu eşyanın resmini çizerek anlatmaya başlamıştır. Zamanla, çizilen resimlerin sahip oldukları anlamlar, hâricindeki şeyleri tanımlayamaya başlamış, böylece anlam genişlemesi dediğimiz hâl vukû bulmuştur. Basit resimlerin zamanla ilk harfleri meydana getirdiği söylenebilir. Akabinde harfler yan yana gelerek kelimeleri ve cümleleri oluşturmaya başlamıştır.

Bu açıdan Arap harflerinin de tarihte belli şekillere ve anlamlara karşılık geldiği düşünülebilecektir. Kanâatimizce Hurûf-i Mukattaa’nın anlamları yazının gelişim aşamalarında kullanılan bu şekillerle alakalı olmalıdır. Yine Arapça harfleri, aynı coğrafya ve benzer kültürlere sahip oldukları için ya Nebâtî ve Ârâmî ya da Süryânî ve Himyerî alfabeleri gibi Sâmî dil ailesi ile yakından alakalı olmalıdır. Dolayısı ile bu diller ile Arapçadaki bazı harflerin şeklen benzerliğinin bulunması aynı zamanda anlam ortaklıklarının olduğunu düşündürmektedir. Bu sebeple hem kadim medeniyetlerin benzer harflere verdikleri sembolik anlamları hem de İslam dünyasında bunları değerlendirmeye alan kişilerin görüşlerini gözden geçirmek yerinde olacaktır. Ayrıca çeşitli rivâyetlere dayalı olarak her bir harf için müfessirlerimizin bize ulaştırdığı kanâatlerin zikredilmesi bir zenginlik sağlayacaktır.

3.1. ملا ‘Elif-lâm-mîm’ Bakara, Âl-i İmrân, Ankebût, Rûm, Lokman ve Secde