• Sonuç bulunamadı

1.7. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE KRİZLER

1.7.1. Dünya Ekonomik Krizleri

Küreselleşmenin başladığı ve dışa açılmaların olduğu çoğu ülkede XIX. yüzyılın ikinci yarısında pek çok önemli kriz yaşanmıştır. Bu krizler sadece yaşanan ülke ile bağımlı kalmayıp küreselleşmenin de etkisiyle diğer birçok ülkeye de yayılmıştır. Yaşanan bu krizlere, 1825, 1836, 1847, 1857, 1866, 1900, 1920, 1929, 1931-1933, 1974-1975, 1979-1982,1997-1998 ve 2007-2011 tarihli krizler örnek olarak verilebilmektedir (Sakin, 2013:42).

1.7.1.1. 1929 Ekonomik Krizi (Büyük Buhran)

1. Dünya savaşına başlarda katılmayıp savaşta kısa süre kalan ABD, savaşan ülkelere borç para vermiş ve daha sonra da bunun faydalarını görmüştür. ABD ekonomisinde canlanmalar olmuş ve refah düzeyleri artmıştır. Dünyanın süper gücü haline gelen ABD’de 29 Ekim 1929 tarihinde işler tersine gitmeye başlamış ve “Kara Perşembe” de denilen büyük buhran başlamıştır.

Büyük buhrana neden olan faktörler konusunda anlaşmaya varılamamış her iktisatçı farklı nedenler sunmuştur. Krizin nedenleri olarak; üretim fazlası, bununla birlikte şirketlerin aniden kapatılması, işsizlik oranlarının artması, geliri düşen veya olmayan halkın alım gücünün yok olması ve satışların düşmesi, kişilerin ellerindeki parayı güven eksikliğinden tasarruf etmeleri, talep düşüklüğü, firmaların maliyetleri düşürmek için işçi çıkarmaları, yatırım şirketlerinin, hisse senetlerini uçuk fiyatlara satması, borsanın çöküşü gibi gösterilebilmektedir (Özerol, 2009:135-136).

Krizin asıl başlangıcı 29 Ekim 1929 tarihinde Dow Jones Endeksinin çöküşüyle olmuştur. Borsada yaşanan bu ani çöküş salt borsadaki yatırımcıların zarar etmelerine neden olmamış, aynı zamanda ABD ekonomisinde ve bütün kapitalist ülke ekonomilerinde yıllarca sürecek ve kurtulması o kadar da kolay olmayacak yıkıcı etkiler göstermiştir. Buhranın ilk habercisi olan borsanın çöküşüyle birlikte kriz başlamış ve yıllarca diğer ülkelere de yayılarak sürmüştür (Kaykusuz, 2014:156). Bu kriz ABD’de başlayarak; Latin Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya gibi önemli ekonomilere sahip olan ülkelere de sıçramış ve daha sonrasında Türkiye’de olmak üzere birçok ülkeye yayılmıştır. ABD’nin uyguladığı yanlış politikalardan ötürü krizin etkileri daha uzun sürmüştür. Uzun uğraşlar ve politikalar sonucu ülkeler krizden kurtulmuşlardır.

1.7.1.2. 1974 Petrol Krizi

1973 yılında Arap devletleriyle İsrail devleti arasında vuku bulan savaşlar sonunda Arap devletleri Batı ülkelerine savaşta İsrail’e destek verdikleri gerekçesiyle, siyasi bir silah olarak petrol ambargosu koyduğunu ilan etmiştir. Bu olay neticesinde bütün dünyada petrol krizi meydana gelmiştir (www.bilgelog.com.tr, 2013). Böylece OAPEC (Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü) üyesi devletler günlük petrol

üretimlerini 5 milyon varil azaltmışlardır. OAPEC üyesi olmayan petrol üreticisi ülkeler üretimlerini arttırmış olsalar da bu yeterli gelmemiş ve petrol fiyatları aniden aşırı bir şekilde yükselmiştir (Kaykusuz, 2014:199).

Aslına bakılırsa petrol krizinin asıl nedeni Arap-İsrail savaşı değildir. Bu savaş krizin ortaya çıkmasını hızlandırmıştır. Çünkü petrol problemi yeni ortaya çıkan bir problem değil uzun yıllardır süren bir problemdir. Meydana gelen Arap-İsrail savaşı ise bu krizin patlama noktası olmuştur (www.bilgelog.com.tr, 2013).

Petrol krizinin yaşanmasıyla petrole bağımlı olan ülkeler aniden artan fiyatlar nedeniyle, petrol faturalarını ödeyemez duruma gelmişlerdir. Böylece döviz darboğazına girmişlerdir. Bu petrol şokundan pek çok ülke etkilenmiştir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bu durumdan etkilenmiştir. Gelişmiş ülkeler yani batı ülkeleri ise petrol krizinden bir şekilde faydalanmayı bilmişlerdir. Kısa sürede bu krizi atlatmayı başarmışlardır. Batı bu duruma alışmış ve yüksek teknolojisi ile bunu fırsata çevirmiştir. Batının teknolojisine ve silahına en çok ihtiyaç duyan ülkeler olan Arap ülkeleri pahalı sattıkları petrole karşı pahalı silahlar vb. almak zorunda kalmışlardır.

1.7.1.3. 1994 Meksika Krizi

Meksika krizi istikrarsızlıkların yok denecek kadar az olduğu makroekonomik göstergelerin istikrarlı olduğu bir dönemde meydana çıkmıştır. Bu ülkede enflasyon oranı düşük ve bütçe açığı sorunu da yoktur. Bu olumlu gidişatın ardından;

• Özel sektöre açılan kredilerin hızla artması, • Döviz kuru politikasının devam ettirilmesi, • Uluslar arası faiz oranlarının yükselmesi,

• Politik cinayetlerin işlenmesi gibi belirsizliklerin ortaya çıkması Meksika ekonomisine duyulan güveni sarsmıştır (Sarıgedik, 2008:3).

Rezervlerde azalmalar oluşması nedeni ile mevcut durum korunamamış ve Peso’nun değeri düşürülmüştür. Böylece dalgalı bir döviz kuru rejimine geçilmiştir. Yabancı sermaye akışı durmuş, rezervler azalmış ve cari işlemler açığı büyümüştür (Sakin, 2013:50). Dalgalanmaya bırakılan peso faiz oranlarının aşırı derecede

yükselmesine neden olmuştur. Böylece bankaların portföylerinin bozulmalarını hızlandırmıştır. Uluslararası yatırımcılar arasında paniğe yol açan bu durumlar yatırımcıların hızlı bir biçimde fonlarını geri çekmeye başlamaları krize neden olmuştur. Yaşanan bu kriz başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere bölge ekonomilerini de etkilemiştir (Sarıgedik, 2008:3).

1.7.1.4. 1997 Asya Krizi

Asya’da geniş çaplı bir finansal kriz çıkabileceğini hiç kimse tahmin etmemişti. Çünkü makroekonomik değerler istikrarlı seyretmişti. Enflasyon ve cari açık gibi sorunları bulunmamaktaydı. Hızlı büyüyen bir ekonomileri vardı.

Asya krizi 1997 yılında Tayland Merkez Bankasının sabit döviz kuru rejimini terk ettiğini açıklaması ve bantı devalüe etmeleri ile başlamıştır (Kaykusuz, 2014:219). Bu kadar iyi giden bir ekonomi bir anda krize dönmüştür. Tayland’da başlayan kriz kısa sürede diğer Asya ülkelerine de yayılmıştır. IMF ve WB gibi uluslararası örgütler ile uluslararası kredilendirme kurumlarının bölge ülkelerinin hepsini aynı kategoride değerlendirmesi krizin diğer ülkelere de hızlı bir şekilde yayılmasında etkili olmuştur.

Özel sektöre sunulan kredilerdeki hızlı artış ve bununla birlikte özel sektörün bankalara olan borçlarının artması ulusal para birimlerinin reel olarak aşırı derecede değerlenmesi, cari işlemler açığının artması bu krizin nedenleri olarak görülebilmektedir. Sermayenin hızla dışarı kaçmasıyla yüksek oranlı devalüasyonlara ve hisse senedi fiyatlarının çökmesine neden olmuştur. Bu nedenlerle başlayan kriz kısa sürede bütün Asya ülkelerini etkisi altına almıştır (Sarıgedik, 2008:4).

1.7.1.5. 1997 Rusya Krizi

Akdiş (200:84)’e göre; Rusya’da ortaya çıkan krizin kökenleri eskiye dayanmaktadır. Sovyet Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya’nın yeni bir sisteme geçmesi ve bu sistemi özümsemeye çalışması ülkeyi ekonomik olarak zora sokmuştur. Yaşanan zorluklara karşı uygulanan tedbirlerle enflasyon %20-30’lara kadar düşürülebilmiştir. Rusya’ya uluslararası sıcak para girişleri sağlanmıştı. Borsa yükselmiş fakat ödenmemiş borçlarda artmaya başlamıştır (www.ekodialog.com.tr).

Merkez Bankası tarafından rublenin devalüe edilmeyeceği açıklanmasına rağmen 17 Ağustos 1998 tarihinde rublenin devalüe edilmesi krizin başlangıcı olmuştur (Sakin, 2013:53).

Rusya krizi, rublenin devalüe edilmesi iç ve dış borçların belirli bir süreliğine ertelenmesi, sayısız finans kurumu ve bankanın iflasına ve halkın fakirleşmesine sebep olmuştur (Sakin, 2013:53).

Rusya krizi, Asya’da yaşanan krizlerden de etkilenmiştir. Rusya krizi de gelişmekte olan ülke ekonomilerinde hissedilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerdeki fonlar Almanya ve Amerika gibi gelişmiş ülkelere kaçmıştır (www.hakkindabilgiler.org.tr).

1.7.1.6. 2007-2008 Mortgage Krizi

2007 yılının temmuz ayında başlayan kriz, Amerikan finans piyasalarında oluşan ipotekli konut kredilerinde yaşanan sorunlara dayalı olarak yaşandığından dolayı mortgage krizi adını almıştır (Erarslan, 2014:43). Yani krizin başlangıcı riski yüksek olan mortgage (tutsak) kredileri ile başlamıştır. 10 trilyon dolar tutarındaki ABD tutsak kredilerini yaklaşık 1.4 trilyon dolarının batık, yüksek riskli tutsak kredilerden oluştuğu tahmin edilmektedir. Bu krediler sadece ABD’de bulunmamakta, pek çok gelişmiş ülkede de bulunmaktaydı. Krizin ABD ile sınırlı kalmamasının bir nedeni de budur (Özerol, 2009:145). 2004 yılında yeniden başkan seçilen George W. Bush alt gelir grubunun konut edinebilmesi için bir takım kolaylıklar getirmiştir (vergi avantajları gibi). Bu alt gelir grubuna subprime denilmektedir. Bu gruba ilk iki yılı sabit faiz, geri kalan yıllarda ise piyasa faiz oranlarına endeksli değişken faiz uygulamaları ile kredi imkânı sunulmuştur. ABD faiz oranlarında gerçekleşen artışlar 2006 yılına kadar subprime grubuna etki etmezken, 2006 yılı sonrasında değişken faiz uygulanmaya başlayınca faiz fonlarının çok yükselmesinden dolayı kredilerin geri ödenmesinde zorluklar ortaya çıkmıştır (Korkmaz ve Tay, 2010:8).

Subprime, alınan kredileri geri ödemede zorluk yaşayan öğrenciler, göçmenler, işsizler, kredi sorunu olan müşteriler, yüksek faiz ve daha ağır şartlarla ABD ve İngiltere gibi devletlerde verilen kredilerdir (Osmanoğlu, 2012:69-70).

Finans sektöründe gerçekleşen ve bir balona dönüşen NINJA krediler de denilen subprime kredilerin patlamasıyla birlikte meydana gelen ekonomik kriz çok geçmeden reel sektöre de yayılmıştır ve başta ABD olmak üzere ülkeleri büyük bir darboğaza sokmuştur. Ülkelerin ana gündemini ise artan işsizlik oranları, azalan tüketim talebi sonucu üretimin düşmesi, daralan krediler sonucu yatırımlar için gerekli olan finansal kaynaklara düşmesi, daralan krediler sonucu yatırımlar için gerekli olan finansal kaynaklara ulaşamama oluşturmaktaydı. Krizden etkilenen uluslararası ticaret de ani düşüşler yaşanmıştır (Şenses, Öniş ve Bakır,2013:75).

Kriz önce gelişmiş ülkeleri etkilemiştir. İzlanda en çok etkilenen ülkelerden olmuş ve iflas ettiğini açıklamıştır. Ancak etkilenen sadece gelişmiş ülkeler değildir. Gelişmekte olan ülkelerde bu krizle büyük sarsıntılar yaşamışlardır. Diğer krizlerde olduğu gibi mortgage krizinde de birçok neden sayılmıştır. Bunlardan temel olanları;

• Likidite bolluğu,

• Menkul kıymetleştirme, • Şeffaflığın olmaması,

• Derecelendirme kuruluşlarının gerçeği yansıtmayan noktaları, • Gelişigüzel dağıtılan mortgage kredileri,

• Gelişmiş ülkelerde başta ABD olmak üzere uygulanan düşük faiz oranlarıdır.

Verilen kredilerin geri ödenmesi fazla dikkate alınmadığından dolayı sistemin halkaları zorlanmaya başlamıştır. Aslında ilk sinyaller 2006 yılında bu şekilde gelişmiştir ancak mali piyasalarda sadece bir türbülans olarak hissedilmiştir (Sönmez, 2009:84).

Krizin sonucunda ise; temerrüt ve haciz oranlarında artışlar gerçekleşmiştir, bununla birlikte çoğu kişinin evinden olmasıyla ev sahipliği düzeyinde gerilemeler oluşmuş, konut talebinde daralmalar meydana gelmiş, menkul kıymet fiyatlarında düşüşler yaşanmış, finans piyasalarında likidite baskısı oluşmuş, borçlanma maliyetlerinde artış yaşanmış, finans kurumlarının mali yapıları bozulmuş, ipotekli piyasalarda yoğunlaşma artmış, halkın refah düzeyinde azalmalar oldu, bankalara el konuldu, işsizlik oranları artmış, borsalar çökmüş, ABD’nin dördüncü büyük yatırım bankası olan Lehman Brothers iflas başvurusunda bulunmuştur.

ABD ekonomisinde başlayan ve ardından AB gibi önemli gelişmiş ülkelere sıçrayan kriz etki alanı sebebiyle ‘küresel kriz’ olarak tanımlanmıştır. Bu krizin etkisi ilk olarak gelişmiş ülkelerde hissedildiğinden dolayı önlemler de bu ülkelerde alınmaya başlamıştır (Sönmez, 2009:92). Alınan önlemler genelde aynı doğrultuda olmuştur. Genel itibarıyla aşırı korumacı tedbirler alınmıştır. Alınan tedbirler ABD ve gelişmiş ülkelerle sınırlı kalmamış krizden etkilenen diğer gelişmekte olan ülkelerde krizden kurtulmak için tedbirler uygulamışlardır.