• Sonuç bulunamadı

T

arihi, bir şehre sığdırabilsek hangi şehir kal-dırabilirdi bu yükü? Peki ya insanlığın uzun serüveni özetlenmek istense, bu sahneye en uygun mekân neresi olur? Tabii ki İstanbul…

İnsanlık tarihinin gelişim hikâyesini biraz da bu şehrin tarihi özetler. İstanbul’un herhangi bir nok-tasında durarak bütün dünyayı seyredebilirsiniz.

Bu şehir, bir dünya başkentidir. İstanbul, çağlar boyu tarih yazan bir şehir. Kıtaları birbirine bağ-layan, farklı medeniyetlerin buluşma noktasıdır İstanbul… Hayallerin tamamlandığı şehirdir

İstan-bul. Doğu’yu Batı’yla kucaklaştıran, Asya’yı Avru-pa’ya bağlayan bir köprüdür İstanbul. Her sabah yedi tepesinde yedi farklı güneş doğan, her evin-de bir başka hayat yaşanan, gece evin-de gündüz evin-de uyumayan şehirdir İstanbul. Bir yanda bin yıllık surları, büyük ve sakin Süleymaniye’si, bir yanda heybetli Ayasofya’sı ile tarihe göz kırpan yapıları, bir yanda ise de geleceği karşılayan kenttir İstan-bul. Tarihî çarşılarından, Boğaziçi’nde ışıldayan göz alıcı yalılarına, satıcılarından tramvay sesle-rine kadar dört bir yanından binlerce farklı sesin yükseldiği, sadece Türkiye’nin değil dünyanın da kültür başkenti İstanbul…

İstanbul, en baştan itibaren bir şehir olarak ku-rulur. Sekiz bin yıllık tarihi boyunca da önemini hiç kaybetmez. Bu nedenle de İstanbul, tarihin en eski dönemlerinden beri dünyanın merkezi kabul edilmektedir. Yerebatan Sarnıcı’nın yanı başında yer alan Milyon Taşı, bu anlayışın günümüze ka-lan mirasından başka bir şey değildir. Bu mermer sütun, İstanbul’u, dünyanın merkezi olarak kodla-yan Sıfır Noktası’nı sembolize eder. İstanbul, za-man içerisinde sürekli büyür ve gelişir. Ardından başkentlik dönemi başlar. Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin, Hristiyanlığın kalbi olarak tasarlayıp yeniden inşa eder bu şehri. Ve böylece, İstan-bul’un, 16 asır boyunca başkent kalabilen tek şehir olma serüveni de başlamış olur.

İstanbul’daki çeşitlilik, şehre gelen ziyaretçilerini büyülemektedir. Müzeleri, kiliseleri, sarayları, ca-mileri, pazar yerleri ve doğal güzellikleri bitmez tükenmez nüanslar sunmaktadır. Başkentler baş-kenti olarak bilinen, önce Roma ardından Doğu Roma İmparatorluğu ve kıtalara hükmederek bü-yük barış coğrafyaları yaratmış Osmanlı İmpara-torluğu’na başkentlik yapan İstanbul, geçmişin

ihtişamını gururla korurken, modern bir geleceğe doğru da hızla ilerlemiştir. Suriçi bölgesine kuru-lan kent, büyüyerek bugün yaklaşık 15 milyonluk bir metropole dönüştü. Ve hâlâ gelişmeye, değiş-meye ve ihtişamını korumaya devam ediyor.

Geçmişten günümüze kadar olan süreçte İstan-bul, birçok farklı medeniyete kucak açmış ve pek çok farklı kültürü bünyesinde barındırmıştır. Gü-nümüzde de kültürel bakımdan daha da ileriye gitmekte olan İstanbul, çok fazla kültürel özelliğe ve yapılara sahiptir. İşte o yapılardan biri olan ve dünyada, günümüze gelebilmiş sarayların en es-kisi ve genişi olarak bilinen Topkapı Sarayı’dır. İs-tanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yılları arasında yaptırılan ve zamanla yeni eklemelerle genişletilen Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl, imparatorluğun yönetim merkezi ve padişahların evi olarak kullanılmıştır.

Ayasofya ise, günümüz İstanbul’unun en canlı mekânlarından biridir. Dört bir yandan gelen in-sanlar, dünyanın böylesine görkemli bir kubbe-ye sahip bu en eski yapısını, gün boyu büyük bir hayranlık içerisinde ziyaret ederler. Dünyanın se-kizinci harikalarından biri sayılan Ayasofya, sanat tarihi ve mimarlık dünyasının bir numaralı yapısı durumundadır. Bu yaşta ve ebatta, günümüze ka-dar gelen ender eserlerden biridir. Ayasofya, 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak aynı Tanrı’ya inanan iki değişik dinin hizmetinde olduktan son-ra müze hâline getirilmiştir.

İstanbul’un bir diğer önemli durak noktalarından biri de Galata Kulesi’dir. Fethe kadar, iki yüzyılı aş-kın bir süre boyunca, hemen hemen bağımsız bir Ceneviz sömürge kenti olan Galata’nın, birkaç kez büyütülen kentsel savunma sistemindeki 24 ku-leden ayakta kalabilen tek ve en anıtsal olanı bu

kuledir. 1350’de, I. Murat’ın destek ve yardımıyla yapımı tamamlanabilen kule, Osmanlı dönemin-de birkaç kez biçim dönemin-değiştirmiştir. Kule, 1960’ların ortası ve 2000’li yılların başlarında yenileştirilmiş, son hâlini almış ve günümüzdeki ihtişamını da hâlen korumaktadır.

İstanbul, 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in kuşatma-sından önce de birçok kuşatmaya uğramıştı. Şehri çevreleyen Roma devri surları, tüm önceki kuşat-maları durdurabilmişti. Çok uzun süren kuşatma-larda, şehrin ihtiyaçları deniz yoluyla takviye

edi-lirdi. Rumeli Hisarı, karşı kıyıdaki daha erken tarihli bir Türk kale-sinin karşısında, İstanbul’u ku-şatma sırasında, Karadeniz’den gelebilecek takviye ve önlemleri önlemek amacıyla, şehir kuşat-masından önce 4 ay gibi kısa bir sürede inşa edildi. Bütün Orta Çağ’ın bu en büyük ve kuv-vetli hisarı, 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethini taki-ben stratejik önemini yitirmiştir.

Klasik Türk kale mimarisinin bu güzel örneği, bütün heybetiyle Boğaziçi’ni süsler. Daha sonra, 1950’li yıllarda yapılan onarım-lara takiben, müzeye çevrilmiş-tir. Yine tarihî bir önem taşıyan İstanbul surları, İstanbul çevre-sinde yer alan, Bizans zamanın-da yapılmış şehir duvarlarıdır.

Kentin etrafını çevreleyen surlar, tarihte 5. yy.’dan itibaren inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geç-miştir. Son yapımı M.S. 408’den sonradır. Günümüzde az da olsa kendisini koruyabilmiştir.

Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından biri olan Sulta-nahmet Camii, İstanbul’a gelen herkes tarafından hayranlıkla zi-yaret edilir. Klasik Türk sanatının bir diğer örneği olan bu Sultan Camii, orijinal olarak altı

mina-reyle inşa edilen tek camidir.

Bulunduğu yer, tarihî İstanbul şehrinin daha erken yapılmış di-ğer önemli eserleriyle çevrilidir.

Şöhreti, “Mavi Cami” olarak bili-nen eserin asıl adı I. Sultanah-met Camii’dir. Esas mesleğine yakışır şekilde Mimar Mehmet Ağa, cami içini kuyumcu titizli-ği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami, büyük bir kompleksin içinde bulunurdu. Kapalıçarşı, Türk ha-mamı, aş evi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultanahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Ca-minin mimarı, klasik Türk sa-natının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve cami-nin yapımında, hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük bir ölçüde uygulamıştı.

Yine, dünyanın en büyük ve kapalı çarşısı, İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçü-lü bir labirent gibi altmış kadar sokağı, üç binden fazla dükkâ-nıyla Kapalıçarşı, İstanbul’un görülmesi gereken benzersiz bir merkezidir. 15. yy.’dan kalan kalın duvarları, bir seri kubbeyle örtülü eski iki yapının etrafı, son-raki yıllarda ekler yapılarak alış-veriş merkezi hâline gelmiştir.

Geçmişte burası, her sokağında

belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da el işi imalatının sıkı denetim altında bulunduruldu-ğu ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşıydı. Ge-çen yüzyılların sonunda deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalıçarşı onarılmış, eski görü-nümü sağlanmıştır.

17. yy. kadar, Boğaziçi koyların-dan biri olan ve şu anda Dol-mabahçe Sarayı olarak bilinen yörenin, Altın Post’u aramaya çıkan Argonotların efsanevi ge-misi Argos’un demirlediği, Fa-tih Sultan Mehmet’in İstanbul’u

fethi sırasında Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkar-dığı yer olduğu ileri sürülmekte ve hatta bilinmektedir. Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabah-çe Sarayı, 110.000 m2‘yi aşan bir alan üzerinde kurulmuş ve ana yapısı dışında, on altı bö-lümden oluşmuştur. Bunlar, saray ahırlarından değirmen-lere, eczanelerden mutfaklara, camhane, dökümhane, tatlıha-ne gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır. Bu yapılar arasına,

Sultan II. Abdülhamid dönemin-de; Saat Kulesi ve Veliahd Dai-resi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir.

İstanbul’da, efsanelerin yaşan-dığı, birçok medeniyetin izle-rini taşıyan bir diğer bölge ise Haliç’tir. Altın Boynuz olarak da bilinen bu bölgenin isminin do-ğuşu ile ilgili olarak sayısız ef-saneye inanılır. Kimilerine göre boynuza benzeyen bu iç suyun, güneş ışınları altında altın gibi parlamasıdır ona verilen bu is-min esbab-ı mucibesi. Tarihî yarımada ile Beyoğlu yakasını birbirinden ayıran Haliç; tarihî, kültürel ve fizikî yapısıyla, İstan-bul’un en güzel bölgelerinden biri olarak karşımıza çıkar.

Bir diğer tarihî eser olan Çem-berlitaş, M.S. 330’da başkentin Roma’dan İstanbul’a nakli sebe-biyle şehrin ikinci tepesindeki büyük oval bir meydanın ortası-na, I. Konstantin’in şerefine dikil-miştir. Çemberlitaş, yanık sütun olarak da bilinir. Orijinalinden daha kısa hâliyle günümüze gelebilmiştir. Bizans imparatoru Konstantin, Roma’daki Apollon tapınağından söktürterek uzun-luğu 57 m. olan bu sütunu getir-terek eskiden Forum Konstantin adı verilen bir meydan olan gü-nümüzdeki yerine diktirmiştir.

Osmanlı döneminde Apollon sütunu büyük bir yangın geçir-miş, sütunun mermerleri zede-lendiğinden Sultan II. Mustafa, sütunun altına duvarla takviye ettirmiş, demir çemberlerle sar-dırarak sağlamlaştırmıştır. Bu nedenle o günden sonra adı Çemberlitaş olarak anılmıştır.

Bir diğer önemli anıt ise Dikili-taş’tır. Dikilitaş, ilk olarak Mısır Firavunu III. Tutmosis tarafından M.Ö. 15. yy’da yaptırılmış ve Kar-nak Tapınağı’nın yedinci pilonu-nun güneyine dikilmişti. Roma İmparatoru II. Constantius, M.S.

357 yılında Dikilitaş’ı, tahtta bu-lunuşunun 20. yılı onuruna, Nil Irmağı üzerinden İskenderiye şehrine getirtti. M.S 390 yılında

İmparator I. Theodosius, Dikili-taş’ı gemi ile İstanbul’a getire-rek, hipodromda şimdiki yerine diktirdi. Yine aynı meydanda, Sultanahmet Meydanı’nın kuzey ucunda bulunan ve çevresin-deki diğer tarihî eserlere göre oldukça yeni ve farklı bir stile sahip olan, Alman İmparatoru Kayser II. Wilhelm’in 19 Kasım 1898 tarihindeki İstanbul’u ikin-ci ziyaretinin hatırası olarak Os-manlı Sultanı II. Abdülhamit’e hediye ettiği Alman Çeşmesi bulunmaktadır.

Büyük tarihî şehirlerin en önem-li özelönem-liklerinden biri de, o şehrin müzeleridir. İstanbul ziyaretçi-lerinin olmazsa olmazı ve dün-yanın en önemli müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Mü-zesi, şehrin en önemli durakla-rından biridir. Arkeoloji müzesi, 13 Haziran 1891’deki açılışından itibaren hızlı bir şekilde koleksi-yonunu genişletmiştir. Şu anda Arkeoloji Müzesi giriş kat salon-larında; sağ tarafta Arkaik Dö-nem`den Roma Dönemi`ne An-tik Çağ heykellerini, sol tarafta ise Sidon Kral Nekropolü`nden gelen İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi ve Tabnit Lahdi gibi dünyaca ünlü eşsiz eserle-ri görmek mümkündür. İki katlı binanın üst katında ise; Hazine Bölümü, gayri İslami ve İslami Sikke Kabineleri ile Kütüphane bulunur.

İstanbul, misafiri tarafından keş-fedilirken uğranması gereken en önemli duraklardan birisi de Eyüp Sultan Camii’dir. Cami, İs-lamiyet’i ilk kabul edenlerden ve Arapların İstanbul’u kuşatması sırasında şehit olan Hz. Eyyüb el-Ensâri’nin gömüldüğü yerde-dir. Fatih Sultan Mehmet’in em-riyle, buraya bir türbe ve yanına da bir cami yapıldı. 1458 yılında yapılan ilk cami yıkılmış, bu-günkü caminin ilk örneği olan yapı, Sultan III. Selim zamanın-da 1798-1800 yıllarınzamanın-da, Uzun Hüseyin Efendi tarafından yap-tırılmıştı. Cami, son defa II.

Mah-mut zamanında tamir ettirildi.

1823’te deniz tarafındaki mina-re, yıldırımla hasar gördüğü için yeniden inşa edildi. Cami, pla-nı bakımından 8 payeli camiler gurubuna girer. Eyüp Sultan Ca-mii’nin çevre duvarları içerisinde yer alan Hz. Eyyüb el-Ensâri’ye ait türbe, 1458 yılında yaptırıldı.

Eyüp Sultan Türbesi, yüzyıllar boyu İslam âleminin ziyaret yeri olmuştur.

İstanbul’un konuklarının mut-laka görmesi gereken tarihî mekânlardan bir başkası ise Ye-rebatan Sarnıcı’dır. Tarihî yarı-madanın ortasında bulunan Ye-rebatan Sarnıcı (Bazilika Sarnıcı), M.S. 542 yılında Bizans

İmpa-ratoru I. Justinianus tarafından, büyük sarayın su ihtiyacını kar-şılamak üzere yaptırılmıştır. Su-yun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamın-dan dolayı, halk tarafınihtişamın-dan “Ye-rebatan Sarayı” olarak da anıl-maktadır. Yerebatan Sarnıcı’nda bulunan Medusa heykeli de, yine dikkat çeken eserlerdendir.

Bir gezginin gün içinde, gün batarken ve gece görmesi ge-reken en romantik ve en huzur verici mekânlardan biri de Kız Kulesi’dir. Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, ef-sanelere konu olan, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında Salacak

açıkla-rında bulunan, küçük bir adacık üzerine inşa edilmiş bir yapıdır.

Üsküdar’ın sembolü hâline ge-len kule, Üsküdar’da Bizans dev-rinden kalan tek eserdir. M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihî bir geçmişe sahip olan kule, Kara-deniz’in Marmara’yla birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı ta-rihçiler buraya “Leander Kulesi”

derler.

Dünyanın en büyük şehirlerin-den İstanbul’da gezilecek yerler, tarihî yapılar saymakla bitmez.

Vapurlar, camiler, tarihî sokak-lar, cumbalı evler, martısokak-lar, simit,

Boğaz Köprüsü, Haydarpaşa Garı, Galata Köprüsü, Mısır Çar-şısı, Eminönü, Kadıköy, Ortaköy, Adalar ve daha birçok şey... Bir çağın kapanıp bambaşka bir ça-ğın başladığı İstanbul şehri, sa-dece Türkiye için değil dünya için de çok önemli bir yer. İs-tanbul, sadece tarihî yapılarıyla değil kültürel etkinlikleriyle de adından söz ettiren bir şehir.

İstanbul, tarihî zenginliğini el-bette ki bir arada yaşama kültü-ründen alıyor. Yüzyıllardır farklı dinler, farklı inançlar, İstanbul’da bir arada yaşıyor; ezan sesleri ve çan sesleri iç içe geçiyor. İstan-bul, özellikle Ramazan ayların-da, dinî bayramlarda ve kandil günlerinde aydınlanan camileri, rengarenk süslenen meydanla-rıyla bir festival şehrini andırı-yor. Diğer yandan, Fener Rum Patrikhanesi ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi ile hem Türkiye’de-ki hem de dünyadaTürkiye’de-ki Ortodoks Hristiyanlar için oldukça önemli bir şehir olan İstanbul, 15. yüz-yıldan bu ya Musevilere de ev sahipliği yapıyor. Üç dinin iç içe geçtiği ve her inançtan insanın özgürce ibadet ettiği şehir ola-rak İstanbul, öne çıkmaktadır.

İçinde, böylesine farklı zengin-likleri barındıran İstanbul hem geçmişte hem de günümüzde önemli bir kültür şehri olarak da göze çarpıyor. Bir yanda rama-zan eğlenceleri, sokak şölenleri;

diğer yanda alanında dünyaca ün yapmış sanatçıların katıldı-ğı çeşitli alanlardaki festivaller-le kent, yılın 365 günü farklı bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor.

Kimi zaman Sultanahmet’teki geleneksel Ramazan eğlenceleri oluyor İstanbullunun buluşma yerleri kimi zaman da Ahırka-pı’daki hıdrellez şenlikleri. Her yıl çeşitli dönemlerde düzenlenen müzik, film ve sinema festivalle-ri ise şehfestivalle-ri, rengarenk bir havaya bürüyor.

Ayrıca Osmanlı döneminden bugüne gelen ebru, hat gibi ge-leneksel sanatlar da hem

İstan-bul’un binlerce yıllık kültürün-den bugünlere kadar yaşayan birer değer hem de modern dünyanın ilgiyle takip ettiği ge-leneksel sanatlar olarak genç kuşaklara aktarılıyor. Elbette sadece tarihî eserleri ve sanat dallarıyla değil, günümüzde de sanata verilen değer, geçtiğimiz yıllarda açılan ve bugün de zi-yaretçilerini ağırlayan müzeler-le de kendini gösteriyor. Emir-gan’daki Sakıp Sabancı Müzesi, Hasköy’deki Rahmi Koç Müze-si, Beyoğlu’ndaki Pera MüzeMüze-si, Tophane’deki İstanbul Modern Müzesi hem Türkiye’nin hem de dünya çapında ün yapmış sa-natçıların eserlerini İstanbullu-larla buluşturuyor.

İstanbul, sinema ve müzik gibi alanlarda da pek çok yeniliğe ve çok önemli gelişmelere ev sahipliği yapıyor. Düzenlenen İstanbul Film Festivali ve festival kapsamında dağıtılan Altın Lale Ödülleri, sadece Türkiye’den de-ğil dünya çapındaki sinemacılar tarafından da ilgiyle takip edili-yor. İstanbul Müzik Festivali’nin düzenlendiği günlerde İstanbul, bir ay boyunca dünyaca ünlü bestecilerin eserlerinin ve dün-yaca çapında müzisyenlerin ad-resi oluyor. Elbette sadece bu kadarla da değil. Dünyaca ünlü müzik grupları ve ünlü sanatçı-ların dünya turnelerinde değiş-meyen şehir olarak İstanbul yer alıyor. Bu konserler, etkinlikler ve festivaller, İstanbul’u müziğin de buluşma noktası yapıyor.

Coğrafi özelliklerin ve tarihin bu kadar güzel olduğu İstan-bul, geçmişten bugüne kadar pek çok edebiyatçıya da ilham kaynağı oluyor. Osmanlı döne-minde Nedim ve Baki gibi çok önemli şairlerin yetiştiği, yakın dönemde ise, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik ve Orhan Veli gibi pek çok edebiyatçının doğduğu ve yaşa-dığı İstanbul, günümüzde mo-dern edebiyatın ustalarının da yaşadığı şehir. Pek çok romana,

şiire konu olan kentin anlatımı, dünyada da büyük bir beğeniyle izleniyor.

Hem kültürel hem de tarihî an-lamda pek çok güzelliğe ve or-ganizasyona ev sahipliği yapan İstanbul, İstanbulluların dışında elbette milyonlarca turistin de

uğrak yeri. Bir turizm merke-zi olarak; kültür, sanat, sağlık, gastronomi turizmi gibi pek çok alanda bir lider konumun-da olan İstanbul’a, sadece 2019 yılında, 13 milyondan fazla turist ziyarette bulundu. İstanbul, tüm bu büyüklüğünün bir sonucu olarak, yıllar içinde Türkiye’nin finansal kalbi hâline geldi. Şimdi, her geçen gün bir yenisi yük-selen gökdelenleri ve merkezi İstanbul’da bulunan dünyaca ünlü şirketleriyle İstanbul, dün-yanın finansal olarak en büyük şehirlerinden biri konumunda.

Kadim bir tarihi olan İstanbul, eşsiz tatlara da ev sahipliği yap-masıyla oldukça popüler bir ko-numdadır. Bu sebeple, pek çok kültürle harmanlanmış İstanbul mutfağı, dünya mutfakları ara-sında da önemli bir yere sahip-tir. İstanbul’un zengin yemek kültürü, Osmanlı Mutfağı’na kadar uzanıyor. Öyle ki İstanbul mutfağı; kuzu, koyun ve dana etli yemekleri ile yiyenlerin bu tatlardan vazgeçememesine neden oluyor. Et yemeklerinin yanı sıra zengin börek çeşitleri, kuru fasulye, zeytinyağlı sebze yemekleri, bulgur ve pirinç pila-vı da bu benzersiz mutfağın ol-mazsa olmazlarındandır.

İstanbul, onu görmeye gelen-ler için bitmez bir yolculuktur.

Durup dinlenecek ve hayretle izlenecek daha bir sürü durak vardır. İstanbul, 3 kıta ve 7 iklime hâkim olmanın sırlarını saklayan bir saltanat yurdudur. Yedi tepe-sine kondurulan ve her biri bir başka ilahi sırrı temsil eden ca-mileriyle; insanı, hayatı ve ölü-mü aynı mekânda misafir eden mahalleleriyle, doğayı emanet bilen o kendine özgü idrak dün-yasıyla, dünden yarına uzanan binbir sırrın muhafaza edildiği bir mücevher kutusudur âdeta.

Bugün de boğazın bin yıllar-dır salınarak akan serin sularıy-la, selvi ağaçlarını erguvanlarla selamlaştıran rüzgârıyla, bütün sesleri tek bir müzikal armoniye dönüştüren tepeleriyle, dünya ne kadar değişirse değişsin, in-sana hep tek bir zamanda yaşı-yor hissi veren o derin ruhuyla İstanbul, senfonik bir şehir gibi-dir. Üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ aynı coş-kuyla kutlanan şanlı mücadele-nin, İstanbul’un Fethi’nin 567. yı-lını da bu vesileyle anmış olalım.

Önümüzdeki sayıda, bir başka şehrimizde buluşmak dileğiyle…

Koray TÜMAY

H

er şey ne kadar da güzel gidiyordu de-ğil mi?! İşler güç-ler, seyahatgüç-ler, ziyaretgüç-ler, eğlenceler, eğitimler, top-lantılar vb. derken gözle görül(e)meyen bir virüs, her şeyi altüst etti!! İnsanlık, bir anda kü-resel ölçekte bir krizle karşı karşıya kaldı.

Eh, hayatımız da bir anda altüst oldu. İn-sanlık âlemi olarak toptan çaresizlik içinde kıvranmaya başladık. Gözle görülmeyen bir virüs, koskoca dünyaya diz çöktürdü. Virüs-ten çok onun kelebek etkisi, birçok insanı ölüm korkusuyla yüz yüze getirdi. Dünyaya bu denli bağlılık, virüsten daha tehlikeli! Bir yandan da erzak depolayanlar, sağlık

Eh, hayatımız da bir anda altüst oldu. İn-sanlık âlemi olarak toptan çaresizlik içinde kıvranmaya başladık. Gözle görülmeyen bir virüs, koskoca dünyaya diz çöktürdü. Virüs-ten çok onun kelebek etkisi, birçok insanı ölüm korkusuyla yüz yüze getirdi. Dünyaya bu denli bağlılık, virüsten daha tehlikeli! Bir yandan da erzak depolayanlar, sağlık

Benzer Belgeler