• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyetin İlanı ve Tek Parti Dönemi Bürokrasisi

1 BÜROKRASİ KAVRAMI, TARİHİ, TEORİLERİ VE OSMANLI VE

1.11 Cumhuriyetin İlanı ve Tek Parti Dönemi Bürokrasisi

Kurtuluş Savaşı ile ilgili çalışmaların nerdeyse tamamının ortak kanısı, bu harekette asker-sivil bürokrasi ile eşrafın öncülük rolü oynadığıdır. Kurtuluş Savaşı’nın yönetici kadroları, geniş ölçüde İttihad ve Terakki hareketi içinde yer almış ve bu hareket içinde yetişmiş kişilerdir. İttihad ve Terakki hareketi, memurların, eşraf denilen yarı tüccar yarı kapitalistleşen çiftçi konumunda bulunan toplumsal sınıfların oluşturduğu bir harekettir. İttihad ve Terakki hareketine ve ideolojisine baktığımız zaman bu hareketi “milli burjuva devrimi” olarak nitelemek yanlış olmaz (Şaylan, 1983: 299).

İttihat ve Terakki’nin lider kadrosunda iki farklı çizgi günümüzdeki yönetim anlayışını etkilemeye devam etmektedir. İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Ahmet Rıza merkeziyetçi, devletçi ve otoriter bir yönetimden yanadır. Karşıt grubun temsilcisi olan Prens Sabahattin ise “Âdem-i Merkeziyet” ve “Teşebbüs-ü Şahsi” esasına dayalı bir idareyi savunmaktadır. İttihat ve Terakki içinde Ahmet Rıza’nın yönetim anlayışını benimseyen kadro egemen olduğu için, merkeziyetçi, seçkinci ve otoriter eğilimler, devletin resmi politikası haline gelmiş ve kamu bürokrasisi bu çerçevede şekillenmiştir (Eryılmaz, 2002: 136).

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra kurulan Cumhuriyet çoğu alanda olduğu gibi, İmparatorluğun bürokratik mirasını da devralmıştır. Son Osmanlı kabinesinde mevcut olan 11 Bakanlık Türkiye Cumhuriyetinin ilk hükümetinde de aynen yer almış olup, diğer pek çok kamu kuruluşunun örgüt yapısı ve işleyişi

değişikliğe uğramadan devam etmiştir (Tortop ve diğerleri, 2007: 385). Aynı zamanda, Cumhuriyetin kuruluşu, Osmanlı Devletinin yapı ve işlevinden ya da misyonundan sistematik bir değişimi de ifade etmektedir. Tanzimat’ın ilanı ile başlayan batılılaşma programı ve bunun uygulamaları, Cumhuriyetin lider kadrosu tarafından yetersiz görülmekteydi. Cumhuriyetin tercihi, Tanzimat’ın açtığı yoldan devam etmek ve daha radikal bir batılılaşma programını uygulamak olmuştur (Eryılmaz, 2002: 137).

Milli mücadelenin başarıyla sonuçlanmasından sonra, sivil-asker bürokratlar halka dönük, halk yararına bir devrim hareketi başlatmışlardır. Devrimleri halka benimsetmek için iki araç kullanılmıştır: Bürokrasi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), bir yandan devrimlerin ajanlığını yapacak olan, diğer yandan halka dönük çağdaş devletin genişleyen hizmetlerini yürütecek olan bürokrasiye bu dönemde haklı olarak geniş imkânlar tanınmış ve hukuksal güvence sağlanmıştır (Yalçındağ, 1970: 55).

İslami İmparatorluktan ulus devlete geçiş, siyasi iktidarın meşruiyet temelinde köklü bir değişim anlamına geliyordu. Artık yeni dönemde, siyasi iktidar açısından meşrulaştırıcı öğe İslam değil, “ulus ”tu (Söğütlü, 2010: 50). Cumhuriyet dönemi bürokrasinin iki temel misyonu vardı. İlk olarak reformların gerçekleştirilerek devam ettirilmesi, ikinci olarak da ekonomik kalkınmada kamu bürokrasini öncü olarak kullanmaktı. CHP reformları halka benimsetmek için kullanılan kamu bürokrasinin önderi olarak görev yapıyordu. CHP, Asker-sivil bürokratların hâkimiyetindeydi (Eryılmaz, 2002: 137). CHP, sivil bürokrasiye paralel, bir taraftan bürokrasiyi yakından denetleyebilen, diğer taraftan da geleneksel işlevlerinden yoksun bırakan, diğer bir ifadeyle kendisini geniş yetkiler ile donatan bir örgütlenme yoluna gitti. Bu şekilde parti, hem eğitime hem de yürütmeye ilişkin birçok önemli işlevi yerine getirerek, gerçekte, hükümet mekanizmasının bir uzantısı haline geldi (Heper, 2010: 108).

Atatürk ve arkadaşları, başlangıçta askeri bürokrasiden destek görseler de, daha sonra askeri bürokrasinin siyasal hayattaki rolünü azaltmayı tercih etmiş ve bunu kademeli olarak gerçekleştirmişlerdir, nitekim 1924 yılında kabul edilen bir kanunla, Genel Kurmay Başkanı kabineden ayrılmıştır (Eryılmaz, 2002: 138).

1930’lu yıllarda bürokrasinin siyasi gücünün artması ve dönemin kendine has bir bürokrat tipi oluşturduğu söylenebilir. Bu dönemin, son iki asır içinde, “bürokrasinin altın çağı” olarak görülmesi bürokrasinin ulaştığı gücü göstermesi açısından önemlidir. Fakat aynı dönem için yapılan diğer yorumlarda, bürokrasi denildiğinde akla gelen mülki idare amirliği sistemi, bürokrat denildiğinde ise akla merkezi hükümetin yerel temsilcisi vali ve kaymakamların geldiği vurgulanmıştır. Bu nedenle tek parti döneminin yetki, otorite, statü ve saygınlık yönünden bürokratların ve özellikle mülki idare amirlerinin “altın çağı” olarak yorumlandığı görülmektedir (Tortop ve diğerleri, 2007: 387). Toplumsal konum açısından bürokrasi için altın çağ olarak betimlenen bu dönemde, bürokratların statü ve prestijleri oldukça yüksek gözükmektedir. Bu dönemde ekonomik iktidarı ellerinde tutan mülkiyet sahibi kesimler göreli bir zayıflık içindedirler, ortada büyük ölçekli özel sanayi ya da hizmet örgütleri yoktur. Bu nedenle de modern eğitim almış kişiler için kamu görevleri en büyük talebi görmekte, doğal olarak da bürokratlığın toplumsal prestiji artmaktadır (Şaylan, 1983: 300). Az gelişmiş bir toplumda bürokrasi artık, özenilen üstün bir sosyal statüye sahip olmuştur. İktisadi Devlet Teşekkülleri personeli de dâhil olmak üzere, memur olarak kabul ettiği bu zümreye halk; giyinişi, davranışı, sosyal değerleri ve mali statüsüyle başka dünyalara mensup kişiler gözüyle biraz özenti, biraz da düşmanlıkla bakmıştır (Yalçındağ, 1970: 56).

1930’lu yıllarda izlenen devletçilik politikasının, merkeziyetçi eğilimleri güçlendirmesi, belli bir potansiyel güç olan bürokrasiyi daha da güçlü hale getirmiştir. Bunlara ilave olarak partinin genel sekreterinin İçişleri Bakanı, her ilin valisinin partinin il başkanı, parti müfettişlerinin sınırsız denilebilecek yetkilerle donatılması, tek parti döneminin “Bürokratik Monarşi” olarak nitelendirilmesine sebebiyet vermiştir (Tortop ve diğerleri, 2007: 389). Sonuç olarak siyasal egemenliğe hâkim olan CHP büyük ölçüde bürokratlardan oluşan bir siyasal kuruluştu. Bu durumda 1923-1950 yılları arasında bürokrasinin siyasal iktidarı denetiminde tuttuğunu rahatlıkla görebilmekteyiz (Ergun ve Polatoğlu, 1984: 77).

2 TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE TEK PARTİLİ DÖNEMDE MEVCUT