• Sonuç bulunamadı

3. MATERYAL ve METOT

3.2. Metot

3.2.1. Sinema’nın Tanımı ve Türkiye Sinema Tarihi’nin Gelişimi

3.2.2.3. Cumhuriyet Öncesi Sinema Tarihi

19’uncu yüz yılsonları Osmanlı Devleti’nin modernleşme ve batılılaşma hareketleri içerisinde olduğu dönemlerdir. Avrupa’da o dönemlerde ortaya çıkan her türlü kültürel ve teknolojik gelişimin takip edilmesi neticesinde, tüm dünya için o yıllarda çığır açan bir unsuru teşkil eden sinema da bu takipten nasibini almıştır. Paris Grand Cafe’de yapılan ve Dünya’daki ilk film gösterimin ardından sadece iki sene sonra İstanbul’da 1897 yılında halka açık ilk gösterim gerçekleştirilir (Şekil 3.2.). Dönemin en

3.MATERYAL ve METOT

20

önemli sinema üreticisi dağıtıcı Pathe firmasının İstanbul’daki temsilcisi ve Romanya uyruklu bir Polonyalı olan Sigmund Weinberg'in girişimciliği sayesinde gerçekleştirilen bu gösterimden sonra film makinesinin mucitleri tarafından kendi icat ettikleri araçlar ile başka gösterimler de olmuştur. "1897 yılının Ocak ayında 'cirvitograpli, aynı yılın Mart ayında Edison'un 'yeni sinernatograff makinesi ile bir başka gösteri gerçekleştirilmiştir. Hemen bir sene sonra 1898'de 'İngiliz yeni sinematograf ve yine bir yıl sonra 1899'da The Royal Biograph 1901 yılında 'Royal Cinernatograph ve 1902 yılında da Amerikan Biograph gibi film makineleri ile sinemanın ilk izleri Türkiye tarihindeki yerini almıştır (Scognamillo, 1998: s 16- 17).

Şekil 3.2. Paris Grand Cafe

Sinemanı varlığını temsil eden tüm bu yeni buluş makinelerin gösterimleri genelde konaklarda, tiyatrolarda ve birahanelerde yapılmaktaydı. Sinema İstanbul’da sürekli olarak seyyar bir yapıda ilerlemesini sürdürmekteydi. Henüz elektriğin de kent hayatında yeterince aktif kullanılamıyor olması böylesi mekânların açılmasının önünde ciddi bir engel teşkil etmekteydi. Ancak Meşrutiyet’in ilanından sonra elektriğe olan mesafeli yaklaşımın aşılmasıyla şehirdeki önemli binalara elektrik tesisatları kurulmaya başlanmıştı. Bu durum sinemanın yerleşik bir düzene geçmesi konusunda önemli bir engelin aşılmasına imkân tanımaktaydı (Scognamillo, 1991: 19-20).

Pathe Firması Fransa’dan sonra Avrupa’daki birçok ülke başkentinde sürdürmekte olduğu sinema açma geleneğini İstanbul’dan da sürdürmüştür. Daha evvel

21

saray içerisinde soylu sınıfa sunulan bu hizmetin halka da sunulmasının önü açılacaktı. Aslında halk sinemadan haberdar ama tam olarak ne olduğu konusunda yeterince bilgi sahibi değildir. Çünkü henüz film izleme deneyimini yaşamamışlardır. Bu sayede Türkiye’deki ilk yerleşik sinema salonu 1908 yılında “Pathe” adıyla hizmete açılmıştır (Gökmen, 1995:43-47).

Pathe sineması ile filmlerin halkla buluşmasından sonra talepler yeni salonların açılmasına vesile olmuştur. Özellikle ilerleyen yıllarda Beyoğlu’nda açılan diğer sinema salonları bu durumun en iyi örnekleridir. 1911’de Oryanto Sineması, 1912’de Santral Sineması, 1913 yılında ise beş sinema salonu birden açılmıştır. Fransız Gaumont yapım şirketi Beyoğlu’nda Gomon (Gaumont) ve Parlan (Parlant) Sinemalarını açmıştır. Bu sinemaları Amerikan (American), Lionve Artistik takip etmiştir (Gökmen, 1991:20-21).

Sinemanın ortaya çıktığı birçok ülkede gösterimler halka açılmış hatta kendi üretimlerini yapmaya başlamalarına rağmen Osmanlı’da sadece azınlıkların üretimlerinde görülmekteydi. Aslında siyasal açıdan bakıldığında ortaya çıkan milliyetçilik hareketleri, yaşanmakta olan isyanlar, yıllarca süren savaşlar ve tüm bunların neticesinde gücü zayıflayan imparatorluk için yıkılma sürecinin başlaması bu sanat dalına yeterince odaklanılmasını olanaksız kılmaktaydı. Bu açıdan o dönemler baz alındığında tam anlamı ile özgünce bir Türkiye Sineması gerçeğinden söz edilemez (Scognamillo, 1998: s 22).

1908 yılından itibaren halk yavaş yavaş sinema ile tanışmaya başlamıştı. Bu gösterimleri de yine yabancı uyruklular tarafından sağlanmaktaydı. 1914 yılına gelindiğinde Cevat ve Murat Beyler sayesinde ilk yerli üretim Türkiye Sineması açılır. 19 Mart 1914 yılında Şehzadebaşı’nda Milli Sinema adı ile gösterime açılan bu salon ile bir nevi yabancı egemenliğe de son verilmiş ve yeni yerli girişimcilerin önlerin açılmasına da ön ayak olunmuş olunur (Özön, 2010: 40).

Artık bir özgüven kazanan yerli girişimciler bu rüzgârı çok olumlu biçimde değerlendirerek yeni bir sinemayı daha kazandırırlar. Bu girişimcilerden iki kardeş Şakir Seden ile Faruk Uzkınay amcaları olan ve Lokanta işletmeciliği yapan Ali Efendi’nin de katkılarıyla ikinci sinemayı da hizmete sokarlar. Büyük hissedar olması nedeniyle işletmenin adına da Ali Efendi’ni ismi verilir (Aydın, 2004: 15).

Film üretimleri ise tıpku salonlarda olduğu yabancı uyrukluların güdümünde yol almaktaydı. Örneğin sinema tarihinin önemli mucitleri arasında gösterilen Manaki

3.MATERYAL ve METOT

22

Kardeşler Yunanistan ve Makedonya tarihi arasında paylaşılamayan bir değer konumundaydılar. Ancak o tarihlerde Osmanlı’ya bağlı olmaları nedeniyle siyasal ve teorik açıdan Türkiye Sinema tarihi içerisinde gösterenler de olmaktadır. Bunun dışında 1905 yılında Lumier kardeşlerin mekân olarak İstanbul’da geçen ve Dünya tarihindeki ilk belgesel görüntüler arasında yer alan çekim dolaylı yoldan ilk üretimler arasında gösterilmektedir.

1914 yılına gelindiğinde Türkiye orjinli ilk çalışma gerçekleştirilir. Daha çok belgesel nitelik taşıyan bu çalışmada Ayestefanos Abidesi'nin Yıkılışı filme alınmıştır. Tabii bu çekim gerçekten yapılıp yapılmadığına dair bazı şüpheleri de beraberinde taşımaktadır. Ancak 1915 yılından itibaren yeni kurulan Ordu Merkez Sinema Dairesi tarafından resmi törenlerin yer aldığı çeşitli belge ve haber filmler çekilir. Bu çekimler arasında "Sultan Resad'ın Cenaze Merasimi", "Sultan Vandettin' in Kılıç Kuşanması" yer almaktadır.

Yine aynı kurum bu sefer de ilk kurmaca film denemelerine girer ancak nihayete erdirme konusunda birçok sıkıntı yaşanır. İlk denemede Sigmund Weinberg'in yönetmenliğini yaptığı ‘Lebleci Horhor’ filmdir. Ancak bir türlü çekimler bitirilemez. Ardından ‘Himmwt Ağa’nın İzdivaç’ı filmi çekilmeye başlar. Bu filminde yönetmenliğini Weinberg üstlenmektedir. O dönem Çanakkale Savaş’ına denk gelmesi ve oyuncular ile teknik ekibin cephede görevli olması nedeniyle film uzar. Ancak filmi tamamlama gayreti neticesinde uzun bir aradan sonra yönetmenliği Fuat Uzkınay üstlenir ve Türkiye Sinema tarihinde ilk kurmaca film çekilmiş olur.

Birinci Dünya Harbi’nin başlamasından sonra sinemanın propaganda gücünü kullanmaya karar veren Saray, sinemanın kurumsal hamlelerine ağırlık vermiştir. Merkez Ordu Sinema Dairesinden sonra 1916 yılında yılında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti kurulur. Bu sayede savaşın seyrine dair halkı kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirebilecekleri, moral motivasyonu üst seviyelere çıkarabilecekleri yapımlara ağırlık vermeye başlamışlardır. Bu maksat ile sırasıyla “Anafartalar Muharebesi’nde İtilaf Ordularının Püskürtülmesi (1915), Çanakkale Muharebeleri (1916) ve Alman İmparatoru’nun Çanakkale Ziyareti (1917) “ gibi tematik konu başlıklı adların bulunduğu filmler çekilmiştir (Çeliktemel 2010: 3).

Savaşın gidişatı olumsuz neticelmesi yüzünden işgal altına giren ülkemiz bu sefer başta Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğiyle bir kurtuluş harekâtına başlamıştı.

23

Bu harekat sadece top tüfek değil sinemanın da gücünden faydalanmıştır. Saray’ın desteklediği Merkez Ordu Sinema Dairesi ve Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin yerini bu kez Malul Gaziler Cemiyeti almıştır. Ahmet Fehim Efendi tarafından halkın bağımsızlık mücadelesi ruhunu güçlü tutabilmek için iki film çekilmiştir. ‘Mürebbiye’ ve ‘Binnaz’ isimli bu iki film 1919 yılında çekimleri tamamlanmıştır (Evren, 2010: 14).

Benzer Belgeler