• Sonuç bulunamadı

Fuat Hoca coğrafya konusunda da çok haksızlığa uğradığımız kana-atindedir. Hâlbuki Yunanlılar Afrika’nın güneyinden dönülebile ceğini bilmiyorken, Müslümanlar 9. yüzyılın sonlarına doğru Afrika’nın gü-neyinden Çine ulaşabiliyorlardı. 18. yüzyılın başlangıcına kadar, Avru-palıların elindeki haritaların hepsi çok yanlış çizimler olup, tamamıyla İslâm haritalarının ya rım, yanlış ve doğruya yakın taklitlerinden iba-rettir. Bu çok önemli tespiti yapmasının sebebi ise coğrafya ve harita-cılık mevzuunda Müslümanların katkısını büyük bir zihniyet inkılâbı olarak görmesidir. Bunun da en birinci delili eserlerinde ve konferans-larında çok önemle dile getirdiği bir haritadır. Topkapı Sarayı’nda bir ansiklopedinin içinde bulduğu ve bilim tarihinde fevkalade önemli bir yeri olduğunu söylediği bu harita dışında başka haritalar da elinde

mevcuttur. Bu hususta şunları söylüyor: “Bu haritalardan birincisi Halife el Me’mun’un 813 ve 833 yılları arasında yaptırdığı dünya haritasıdır. 9.

yüzyıl başlarında 20 yıl kadar halifelik eden son derece ileri görüşlü ve kud-retli bu Abbasi halifesi çok yaşamamıştır. Bu 20 yıl içerisinde İslâm ilimleri tarihinde en büyük adımlardan birisini atmıştır. Kendisini çok iyi yetiştiren Me’mun, İslâm âlimlerinden başka Hrıstiyan, Yahudi, Süryani âlimlerini de etrafında topluyor, onları çalıştırıyordu. Bu kadar çok âlimin daha verim-li çalışmaları için ‘Beytü’l hikmet’ adı altında bir akademi kuruyordu. Bu büyük çalışmaların arasında Şam’da ve Bağdat’ta olmak üzere dünyada ilk defa rasathaneyi kurduruyordu. Aynı zamanda matematiği ve coğrafyayı da devrinin birçok bilgininden daha iyi biliyordu.

Müslümanlar dokuzuncu yüzyıl başlarında Yunanlılardan kalan bilgilerden ne kadar mümkün olursa onu almak gayretleri içerisinde Batlamyus’un harita-sının peşine düştüler ve ulaştılar. Bunun için Halife Me’mun Bizans’a birçok delegasyon gönderdi. Batlamyus’un haritasını alan Müslümanların, sıfırdan bir harita çizdiklerini söyleyemeyiz. Zaten bilimler tarihinde sıfırdan bir şey yap-ma yerine, o zayap-mana kadar oluşmuş bilgi birikimi üzerine adım adım ilerleme vardır. Fakat çok önemli olan bir husus, bu haritayı alan Müslümanların çok büyük bir hamle ile bu harita üzerinde büyük değişiklikler yapmalarıdır. Çünkü Batlamyus’un haritasında büyük bir hata vardır. Batlamyus bu eski haritayı çizerken, mevcut durumun tam aksine olarak, okyanusları karalar tarafından çevrilen göller hâlinde düşünmüştür. Müslümanlar, bu haritayı çok mühim bir zihniyet değişikliği ile gerçek hâline döndürdüler. Batlamyus’un aksine, karaların adalar hâlinde gösterilmesi ve bu kara parçalarının okyanus kütlelerince çevrili olduğunun hissedilmesi ve bunun tespit edilmesi Müslümanlar sâyesindedir. Bu keşif, seyahatlerin mantığını ve denizcilik anlayışını değiştirmesi ile bütün coğrafî keşiflerin habercisi olması bakımından çok mühim bir gelişmedir. Hâlbuki bu çok önemli keşif, son yıllara kadar maalesef hiç bilinmeyen bir husus olarak kalmıştı. Bu durum ancak Me’mun haritasının yirmi beş sene önce keşfiyle ortaya çıkmıştır. Astronomi bilimi ile birlikte coğrafya biliminin gelişmesi birbiri-ne paralel yürüdü, fakat Eski Yunan’dan alınan bilgiler Batlamyus’ta belirtilen şekliyle aynen devam ettirilseydi, bu haritayı yapamazlardı.

Halife Me’mun bu haritayı yaptırmak için yetmiş kadar coğrafyacıyı vazifelendirdi. Dünyanın o gün için bilinen yerlerine dağılan bu coğrafya âlimleri, birçok koordinatları ölçecek kadar bilgiliydiler. Bu kartoğrafyacılar bir derecelik boylam uzunluğunu tespit etmeye çalıştı. Suriye ve Irak ovala-rında ölçüm ler yaptılar ve bir derecelik boylam uzunluğunun 56 2/3 ve 57

mil arasında olduğunu tespit ettiler. Bu, bugünkü ölçüm değerlerine çok ya-kın bir değer olarak kabul ediliyor. Büyük astronomi tarihçisi Carlo Alfonso Nallino “bu ölçümün ilk ciddi ilmî yeryüzü ölçümü” olduğunu bundan yüz yıl kadar önce belirtmişti.

Batlamyus zamanında Yunanlılar sadece İrbil ile Kartaca arasındaki bir çizgi hâlinde tek bir boylam derecesini biliyordu, bu da on bir derecelik ha-ta ile ölçülmüştü. Hâlbuki Me’mun ha-tarafından çalıştırılan coğrafyacıların, yüzlerce-binlerce yerin boylam derecesinin ölçümlerini yapmaları önemlidir.

Boylam derecesi olmayınca enlem derecesini ölçmek biraz daha kolaydır.”

Bu harita bize on dördüncü yüzyıldan kalma bir ansiklopedi içeri-sinde ulaşmış olup, haritanın ayrıca bir de koordinatlar kitabı mevcut-tur. Birçok şehrin koordinatlarının belirtildiği bu kitaptaki 3.600 kadar koordinata dayanarak, Me’mun haritası Fuat Hoca’nın Enstitüsünde yeniden inşa edilmiş durumda. Bu haritadaki inkılâp niteliğindeki ye-niliklere bakınca insan o devirdeki Müslümanların nasıl olup da birden bire bu hâle geldiklerini anlamakta zorlanıyor doğrusu.

19. yüzyıl sonlarında Semerkand Medresesi ve talebeleri

Fuat Hoca’ya göre; bu hususta birinci faktör Müslümanların Yunanlıla-ra nispetle daha müsait bir yerde, dünyanın daha ortasında yaşamalarıydı.

Asya ile çok daha yakın temastaydılar. Müslümanlar ilk defa kâğıdı 751 yılında Türkistan’da Semerkant şehrinde gördüler. İlk kâğıt fabrikasını

794 yılında Bağdat’ta kurdular. Kuzey Afrika ve Mısır yoluyla Afrika’da rahat gezebiliyorlardı, yani üç kıtayı daha kolay tanıyorlardı. Müslüman-lar Atlas Okyanusu ile de yakın münasebet içinde oldukMüslüman-larından Fas’ın Massa şehriyle Çin arasında, 9. yüzyılda ticaret seyrü seferleri yapıyorlar-dı. Karadan Çin’e yapılan seyahatlerin çok eski bir geçmişi olduğundan, Müslüman tüccarlar Çin’i iyi biliyorlardı. Kuzey Afrika’dan deniz yoluy-la büyük miktarda malı gemilerle taşımak daha kârlı oyoluy-lacağından Çin’e gitmek için Ümit Burnu’nu tarihte bilinenden asırlar önce dolaşmışlar-dı. “Portekizliler esasında hiçbir şeyi keşfetmediler. İslâm haritaları 15. asrın başlarında onlara ulaşmıştı. Bunu kendi tarih kitaplarından çıkarıyoruz. Hint Okyanusu kıyılarında çok miktarda altın, halı ve baharat olduğunu biliyorlar-dı. Baharat, etlerin kokmamasına sebep olduğundan Avrupa için mühimdi.

Hint Okyanusu’na denizden ulaşmaya çalışıyorlardı. Ama Portekizlilerden evvel bu yol Müslümanlar tarafından kullanılıyordu. Portekizlilerin modern denizcilik biliminin kurucusu olduğu bilgisinin yanlışlığını ispat ettim. Bunu, İslâm İlimleri Tarihi’nin 11. cildinde bulabilirsiniz. Müslümanlar Afrika’nın güneyinden geçerek 9. yüzyılda Çin ile ticaret yapıyorlardı. Hint Okyanusu 15. asırda Müslümanların elinde bir İslâm gölü gibiydi. Hindistan ve Java, Müslümanların elindeydi. Ummanlı denizciler İbni Macit ve Süleyman el Mehrî, 15. asrın matematikten astronomiye her ilmi bilen filozof iki denizci-siydi. Bu ticarî seyahatler coğrafya kültürünün gelişmesinde çok önemlidir.

İkinci olarak, Müslümanlar henüz 9. yüzyılda Madagaskar’a büyük çap-ta yerleşmişlerdi. Yedinci yüzyılda Müslümanların Çin’de Kanton şehrinde bir müstemlekeleri vardı. Dolayısıyla bu kadar fazla dünyaya açılıp yayılın-ca, tabiatıyla artık Batlamyus haritasının çemberini kırmak zorundaydılar.

Bu harita dokuzuncu yüzyıla kadar dünyayı bir harita şeklinde gösterme ba-kımından varılan en yüksek merhaledir.

Me’mun haritasında elde edilen başarının büyüklüğünü idrâk etmek için elde edilen ölçüm değerlerine bakmak gerekir. Batlamyus’un haritasında Akdeniz’in uzunluğu 63 derecesine karşılık gelmekteydi. Bugün bildiğimiz uzunluk 42 boylam derecesidir. Müslümanlar henüz 1500’lü yılların başın-da ilk hamlede bunu 52 boylam derecesine indirdiler. Daha sonraki yıllarbaşın-da giderek bu farkı azalttılar ve bu hatayı 2 veya 1,5 dereceye indirdiler. Bu müthiş bir şeydir ve maalesef kartografya tarihi bu haritaları bilmiyor. Aynı şekilde Hint yarımadasının güney ucunun da Batlamyus haritasının dere-ce giydirilmiş çiziminde 125° boylamında olduğu görülmektedir. Me’mun haritasında ise bu da düzeltilerek 115° boylamında gösterilmektedir. Daha

sonraki yıllarda giderek bu farkı azalttılar ve on üçüncü yüzyılda, bu hatayı 2 veya 1,5 dereceye indirdiler. Bu müthiş bir şeydir ve maalesef kartografya tarihi bu haritaları bilmiyor.

Halife el-Me’mûn’un Dünya Haritası

Bu harita, daha sonra ikinci bir haritanın yapımına vesile oldu. Kar-tografya tarihinin ikinci büyük abidesi İdrisî’nin yaptığı Dünya haritasıdır.

İslâm ilimlerine karşı büyük bir hayranlık duyan Sicilya’nın 1133-1154 se-neleri arasındaki kralı olan Normandiyalı 2. Roger’ın İslâm ilimlerinin ne derece kadar ilerlemiş olduğu konusunda geniş bilgisi vardı. Avrupa’dan ve Sicilya’dan Müslümanları çıkarmıştı, fakat kendisi büyük bir İslâm me-deniyeti hayranıydı. Zaten yanındaki adamlar Arapça konuşuyorlardı. Bir hânedân ailesine mensup olan Muhammed Şerif İdrisî’yi saraya davet ederek ondan bir Dünya haritası yapıp yapamayacağını sordu ve bir Dünya Coğrafyası yazmasını istedi. Tolerans sahibi bir adam olan Kral Roger, bu harita yaptırma işini bizzat destekledi ve maddî olarak yardım etti. İdrisî’nin emrine birçok insanı verdi. Hatta büyük bir bilgi sahibi olan Kral da bazen çalışmalara iştirak ediyordu. 15 senelik bir çalışmadan sonra bir coğrafya kitabı yazıldı ve bir de Dünya haritası meydana geldi. O günkü coğrafya tarihçileri İdrisî’nin bu haritasından, onun Batlamyus’un haritasını tanıdığını düşünmüşlerdir. Hâlbuki asıl Batlamyus’un yaptığı harita şüphelidir. Buna rağmen Batlamyus’a izâfe edilen bir harita vardır. Bu haritayı İdrisî’nin ha-ritasıyla karşılaştırdığımız zaman ise arada hemen hemen hiçbir münasebet olmadığı ortaya çıkmaktadır. Gerçekte ise İdrisî’nin haritasının esas kayna-ğı, Halife Me’mun’un çizdirdiği haritadır; zira başta da söylediğim gibi iki haritanın temel anlayış mantıkları tamamen farklıydı. Sicilya gibi bir adada yaşayan insan bu haritayı nasıl yapabilirdi? İdrisî’nin çalıştığı sadece küçük bir mekânı vardı. Böyle bir haritayı burada çizmesi mümkün değildi. Fa-kat onun çizdiği bu harita büyük çapta Me’mun haritasına dayanmaktadır.

Me’mun haritasına nispetle bir takım noksanlıkları olduğu gibi, bazı gelişme-ler de vardı. Bu haritada derece mefhumu yoktu, Me’mun’un haritasından kopya edilmiş, fakat Roger’in yardımıyla Akdeniz’i daha iyi tanıyan insan-ların bilgisine de müracaat edilmişti. Bu yüzden Akdeniz’in şekli İdrisî’nin haritasında daha güzeldi, adaların sayısı ve şekli daha doğruydu. Asya biraz küçültülmüş ve realiteye daha yakın bir şekil almıştı. Asya’nın gölleri ilk defa ortaya çıkarılmıştı. Dünya’nın enlem ve boylamlarını ilk defa ve en doğru bir şekilde İslâm âlimlerinin tespit ettiklerini bu haritalardan öğreniyoruz.

İdrisî’nin bu haritası 1154 de yapıldığına göre, Müslümanların 300 yıl içeri-sinde ne kadar büyük bir tekâmül kaydettiklerini gösteriyor.

Yeryüzü haritasını düzgün yapma probleminin en zor unsuru boylam derecelerini bulmaktı. Boylam derecelerini bulmak hususunda Müslüman-lara Yunanlılardan ve Hintlilerden sadece bir metot ulaşmıştır. Bu, Ay’ın

tutulmasına göre yapılan bir hesaplamaydı. Bu hesaplamada üç beş derecelik hata ortaya çıkabiliyordu. Bu hataları yeni metotlarla bertaraf edebilmek için Müslümanlar 10. yüzyıldan itibaren çok gayret gösterdiler. Müslüman coğ-rafyacılar, başlangıç bilgilerini eski Yunan ve Hint’ten aldıkları Kürevî trigo-nometriyi çok hızlı geliştirerek müthiş neticeler elde ettiler. 973-1048 yılları arasında yaşayan ünlü Türk bilgini Ebu Reyhan el-Bîrûnî matematik, fizik, astronomi, geometri ve coğrafya dallarında yaptığı çalışmalarla dünya bilim tarihinin en önemli simalarından birisidir. Güneş’in ve gezegenlerin eğimini inceleyen Bîrûnî’nin fen ve din bilimleri alanındaki kitaplarının sayısı 150’den fazladır. Carl Benjamin Boyer, “Matematik Tarihi” adlı eserinde yer çekimi nazariyesini İngiliz bilim adamı Newton’dan önce Bîrûnî’nin or-taya attığını yazmaktadır. George Sarton tarafından, beşeriyetin tanıdığı en büyük kafalardan biri olarak vasfedilen Bîrûnî, büyük gayretler harcayarak, boylam derecelerini çok dakik bir şekilde ölçebilmek için yeni bir metot buldu.

Kürevî (spherik) trigonometrinin metotlarını bulmaları ve bunu bir sistem hâlinde ortaya koymaları, karşılarına yeni bir fırsat olarak çıkmıştı.

Sferik trigonometrinin prensiplerine dayanarak iki şehrin veya iki yerin enlem derecesini ölçmek için önce, o iki yer arasındaki mesafe arşın arşın ölçülüyordu. Bunu Gazne ile Bağdat arasındaki 2000 km mesafelik bir güzergâhta tatbik etti. Gidiş ve dönüşünü hesaba katarsak, çapraz kavuş-maları da göz önüne alırsak, aşağı yukarı Bîrûnî’nin, bu işi iki yıl gibi bir za-manda ve 5.000 km’lik bir mesafede 60 ayrı istasyondan ölçümler yaparak uyguladığını anlıyoruz. Sonra da elde ettiği neticeleri, kendi yaptığı büyük çaptaki bir yerküresi modelinin üzerinde işaretlemiştir. Bîrûnî’nin verdiği de-ğerleri bugünkü bilinen enlem boylam dereceleriyle karşılaştırdığımız zaman görüyoruz ki Bîrûnî’nin bize bıraktığı hata derecesi 6 ile 40 dakika arasında değişmekte olup, ancak 20. yüzyılda düzeltilebilmiştir. Bîrûnî’nin uyguladığı bu metod, bugün de bilinen ‘Triangülasyon’dan başka bir şey değildir. Fa-kat maalesef, modern coğrafya tarihi triangülasyonun (üçgenler zincirinin) ilk tatbikinin Hollandalı âlim Willebrord Sinellius’a dayandırır. Hâlbuki bu metotla Müslümanlar Hint Okyanusu’nda uzak mesafeleri hesaplıyorlardı.

Hint Okyanusu’nun, Sumatra ile Doğu Afrika sahilleri arasındaki Ekvator çizgisi genişliğini 20-30 km hatayla bu sayede hesaplamışlardı. Bugün bilinen matematikî coğrafyanın yüzde sekseninin Müslümanlar tarafından geliştiril-diğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Beşerî coğrafya zaviyesinden bakıldığında Orta Çağ denilen devirde Müs-lümanlar 19. yüzyılın seviyesine ulaşmışlardı. Avrupa’da ise 19. yüzyıla

kadar tam mânâsıyla beşerî bir coğrafya görmüyoruz. Benim inancıma göre, İslâm Coğrafyası kitaplarını Avrupalılar tercüme etmedikleri için ‘coğrafya ilmi’ mefhumu Avrupa’da teşekkül etmedi. Avrupalılar hangi sebeple İslâm medeniyetinin büyük coğrafya kitaplarını tercüme etmediler, bunu bilemiyo-ruz, ancak 17. yüzyıldan itibaren bazı coğrafya kitaplarını tanıdılar. İslâm Beşeri Coğrafyası’nın âbidelerinden birini yani Makdisî’nin kitabının bir nüshasını Alman âlimi Alois Sprenger Hindistan’da keşfedip de Avrupa’ya geldiği zaman herkes dehşete düşmüştü, kongreler ve konferanslar veriyor.

Sprenger, ‘Makdisî, beşeriyetin tanıdığı en büyük coğrafyacıdır.’ diyordu.

Gezen, gezdiklerini çok iyi, dakik ve keskin bir şekilde müşahede edip, tasnif edebilen büyük bir coğrafyacıyı Avrupa ilk defa tanıyoruz dedi.

Avrupa önce körü körüne yapılmış tercümeler vasıtasıyla harita bilgilerini bizden alıyor. Böylece Avrupa biliminin yavaş yavaş zemini hazırlanıyor.

Oryantalistler bakıyorlar ki İslâm dünyasında, bilhassa Asya’da her şehrin coğrafyası var. Beşerî Coğrafya’nın kurucularından kabul edilen Carl Rit ter bunu bilmiyordu. Avrupalı coğrafyacılar kitaplarını yazmak için oryantalist-lerden müte madiyen Arapça, Farsça ve Türkçe coğrafya kitaplarının tercü-melerini istiyorlardı. Carl Ritter hiç seyahat etmediği halde bütün bu bil gileri nereden alabilirdi? Bu soruyu kendisine kimse sormadı? Kısa bir süre önce araştırmalarım sırasında, bir Alman âliminin bir tesbitine rastladım, şunu söylüyor ki, benim için çok önemli, zira İslâm coğrafyasından hiç haber leri olmadığını gösteren, bir münakaşa yapıyorlar. Bu adam diyor ki: “İnsan Avrupa kıtasının coğrafyasını araştırdığı zaman görüyor ki 18. yüzyıla kadar sadece İspanya’nın coğrafyası var. Diğerleri nin, Almanya’nın, Fransa’nın coğrafyası falan yok.” Bunu 1982’de bir Alman söylüyor. Acaba neden İspanya’nın coğrafyası var da diğerlerinin yok? Çünkü İspanya’da Müslü-manlar yaşıyorlar da ondan. Evet, gerçekten çok enteresan bir şey. Avrupa kıtasının haritasını yani Fransa’nın Almanya’nın İsveç’in gerçek enlem-boylam dere celerine dayanan haritalarını ne zaman yaptılar biliyor musu-nuz? 1850 senesinden sonra!

Matematiğin coğrafyada kullanılmasıyla haritacılık hususundaki en bü-yük gelişmeler İslâm dünyasında yaşanmıştır. 18. yüzyılın sonuna kadar Avrupa coğrafyacılarının elinde dolaşan haritaların tamamı İslâm dünyası-nın ürünüdür. Bîrûnî’nin ‘Makale fî İstihrâc-ı Kadr el Ard bi Rasad-ı İnhitat ul ufk an Kulel ül Cibâl’ adlı eserinde yerkürenin yarıçapını günümüzden bin yıl önce 6324,66 km olarak bugünkü gerçeğe en yakın şekilde verilmektedir.

Akdeniz’in, Cebel-i Tarık’tan Suriye sahillerine kadar olan mesafesini az bir

hata ile hesaplayan İslâm haritacılarının, Ekvator’un uzunluğunu bugünkü ile hemen hemen hiç fark olmayacak şekilde (40 000 km) tespit etmeleri akıl alacak gibi değildi.

Ben umumiyetle coğrafya tarihiyle uğraşmaya başladığımda şu suali kendi kendime soruyordum; diyordum ki: Müslümanlar astrono mide, matematikte diğer ilimlerde bu kadar ileri oldukları halde, neden Avrupalılar gibi koordi-natlara, enlem-boylam dere celerine dayanan haritalar yapmadılar? Ho calarım olarak kabul ettiğim, birçok oryantalistten çok şey öğrendim. Bu Avrupalı oryantalist hocalarım da mate matik coğrafyasının önemini oldukça iyi bildik-leri halde Müslümanların bizzat harita sahasındaki başarılarını bilmiyorlardı.

Eskiden ben de yanlış düşünüyormuşum, coğrafya tarihiyle uğraştığım sıra-da şu ger çeğe vardım ki bugünkü dünya haritasını tanıtan medeniyet, İslâm dünyasıdır diyorum. Bulduğum bu ilk harita yavaş yavaş beni bu gerçekliğe götürdü. Sonra Müslümanların 13. yüzyılda mesela Kuzey Asya’nın mükem-mel haritalarını yaptıklarını gördüm, bu tip başka haritalar bulabildim. Artık çorap söküğü gibi arkası geldi. Müs lümanlar, ilimler tarihinde herkesin bildi-ği büyük matematikçileri ve astronomları yetiştirdiler. Bunları herkes biliyor, ilimler tarihi de bir dereceye kadar kabul ediyor bunu, fakat Müslümanların coğrafya sahasında dünya haritasını yapma hususunda bu kadar ileri gittikleri bilgisi maalesef bugüne kadar müdafaa edilmiş değildir.

Denizcilikte Öncülük

Fuat Hoca’nın çok hoşuma giden bir hususiyetinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. O da bilim tarihimize ve değerlerimize sahip çıkarken, bazılarımızın yaptığı gibi mübalağaya kaçmaması, hakkı olanın hakkını vermede hassasiyet göstermesidir. ‘Her şeyi biz yaptık, biz ettik.’ gibi bir hamasate asla girmemektedir. Aslında İslâmî ölçüler içinde, “Mübalağa zımnî yalandır.” ölçüsüne riayet etmekle, ilmî namus anlayışını da ser-gilemektedir. Mesela; pusula, kâğıt veya barut gibi keşifleri anlatırken bu durumu çok iyi müşahede ediyoruz. Aynı zamanda Müslümanların keşifleri haksız bir şekilde farklı kişilere veya milletlere verilmişse, ona da şiddetle karşı çıkmaktadır. “Müslümanlar pusulayı iptidaî veya en ba-sit hâliyle Çinlilerden öğrenip aldılar. Denizcilik biliminin iki temel prensibi vardır: Biri, engin denizde büyük mesafeleri ölçebilmek. İkincisi ise bulun-duğunuz noktayı tespit edebilmek. Bu ikisi Avrupa’da ancak 20. yüzyılın ilk yarısında mümkün olabildi. Müslümanlar 15. yüzyılda denizcilik ilminin bu iki temelini kurmuşlardı. Engin denizlerde koordinat hesaplama usulünü

Müslümanlar 15. asırda yapabiliyordu. Müslümanlar enlem boylam derece-lerini gösteren ve bunlara dayanan dünyanın ilk haritalarını çizdiler. Bugün küçük tashihler dışında bu ölçüm ve haritaların doğru olduğunu görüyoruz.

Onlar, kuzey ve doğu ölçümlerini, kuzey ve güney ölçümlerini ve en zoru da Ekvator’a paralel ölçüleri yapabiliyorlardı. Avrupalılar Müslümanlar-dan ilk iki ölçümü öğrendi. Ancak trigonometri bilgileri yeterli olmadığı için Ekvator’a paralel ölçümlerin nasıl yapıldığını bir türlü anlayamadılar.

Osmanlı tipi pusula çizimleri ve modelleri

Bugüne kadar modern denizciliğin kurucusu olarak Portekizliler kabul edi-lirdi. Hâlbuki bunun sadece ortaya atılmış bir efsaneden ibaret olduğunu çalış-malarımız göstermiştir. Elimize geçen kitapların gösterdiğine göre modern de-nizcilik Hint Okyanusu’nda ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda bazı oryantalistler

Osmanlı denizcisi Seydi Ali Reis’in (Sidi Ali) kısaca ‘Muhit’ olarak tanınan Türkçe kitabı ‘Kitab el-Muhit fi İlm’el-Eflak ve’l Ebhur’u okuyarak Hint Okyanusu’nda gelişmiş olan büyük denizciliğin ana hatlarını buldular.

Aslen Sinoplu olan Seydi Ali Reis, büyük bir Türk amirali, coğrafya ve matematik bilginidir. Barbaros’un yanında yetişmiş, Preveze’de Osmanlı donanmasının sol kanadına komuta etmiştir. Sonra Murat Reis’in yerine

‘Hint Kaptanı’, yani Hint Okyanusu, Umman Denizi, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ne amiral oldu. Bu amiralliğin merkezi Süveyş limanıydı.

Seydi Ali Reis 1554’te, Maskat açıklarında Portekizlilere karşı Hint

Seydi Ali Reis 1554’te, Maskat açıklarında Portekizlilere karşı Hint

Benzer Belgeler