• Sonuç bulunamadı

Cezaevinde Gündelik Yaşam

2.4. Kürtçülük

2.7.1. Cezaevinde Gündelik Yaşam

12 Eylül sonrasında cezaevlerindeki mahkûmların gündelik yaşamı söz konusu dönemden önce veya sonraki gündelik yaşamdan çok büyük ölçüde farklı olduğunu söylemek aslında pek mümkün değildir. Bu dönemde siyasal tutukluların sayısı artmış, kurallar daha hale getirilmiş, uygulandığı iddia edilen baskı, şiddet ve işkencelerin gün yüzüne çıkması dönemin şartları dolayısıyla ertelenmiştir. Ancak romancılara göre 12 Eylül sonrasında, cezaevlerindeki yaşamı düzenleyen genel

250 Osman Akınhay, Gün Ağarmasa, İstanbul, Agora Kitaplığı, 2004, s.187. 251 Öner Yağcı, Turnalar, s.173.

kuralların yanına darbe kuralları da ilave edilmiştir. Cezaevi yaşamı yemek, öğleden sonra sporu, havalandırma, sayım, mektup günü, görüş günü, mesleki ve kültürel faaliyetlerin gerçekleştirilmesi şeklinde düzenlenmiştir. Ancak bunların yanında mahkûmlar arasında çıkan kavgalar, mahkûmlar ile cezaevi görevlileri arasında çıkan kavgalar ve sonrasında gerçekleşen baskınlar, isyanlar gibi şiddet olaylarını da kapsar. Lütfü Şehsuvaroğlu, Kafes romanında bir mahkûmun günlük yaşantısını kahramanı Muhip aracılığıyla okurlarına şöyle aktarır:

“Mazgaldan avluyu seyrediyorum. Bahçe dönüyor, insanlar dönüyor… Tutulmuşları şimdi tutabilene aşk olsun! Böyle yarım saat dönecekler… (Sonra) ranzalarına çıkıp oturacaklar, hayal kuracaklar, düşünecekler… bir işle meşgul olacaklar. Çerçeve yapacaklar, zeytin çekirdeklerinden tespih yapacaklar… Biri volta atacak… Volta atacak ve ilk voltaya çıkan başka gruptan bir adama omuz atarak toplu bir kavgayı başlatacak… Sabah olacak, çorbalar içilecek, isteyene çay. Spora çıkılacak, bir saat spor ve yarım saat volta payı dışarıda kalacağız. Sonra yuvaya dönüş. Öğleye hazırlık… Sonra karavananın gelme töreni… Ve öğleden sonra sporu. Sonra havalandırma…”252

Uçurtmayı Vurmasınlar romanında da yazar, Barış’a yazdırdığı mektuplarla 12 Eylül sonrası cezaevi yaşamını kurgulamış, Barış’ın mektupları dolayısıyla cezaevlerinde yaşananları kurgusal da olsa gözler önüne sermiştir. Çiçekoğlu’nun romanında, dönemin cezaevlerini ele alan incelediğimiz başka romanlarla birçok hususun örtüştüğünü görürüz. Bunların başında da mahkûmlar ile cezaevi yönetimi arasında yaşanan olaylar gelir. Bu olaylar sırasında çeşitli sebeplerle sık sık yaşanan gerginlikler söz konusu olur. Yazar, bu gerginliklerden birini, Barış’ın 1 Ekim tarihini taşıyan mektubu vasıtasıyla ve Barış’ın anlatımıyla aktarır. O sabah da her zamanki gibi sayım için kalkan ve cezaevi bahçesine çıkan mahkûmlar, arama yapılacağına dair uyarılır. Arama sırasında Barış’ın “beyaz saçlı amca” olarak tasvir ettiği cezaevi müdürünün elinde, kendisinin ve dolayısıyla dönemin siyasî anlayışının sakıncalı bulduğu bir kitap vardır ve öfke dolu bir sesle “bu kitap kimin” diye bağırmaktadır. Barış, olayın gelişmesini mektubunda şöyle anlatır:

252 Şehsuvaroğlu, s.42-43.

“Zeynep ileri çıkarak, ‘Benim,’ diyecek oldu. Amca, Zeynep’in sözünü bitirmesini beklemeden, ‘Sen bizimle alay mı ediyorsun?’ diye gürledi. (...) Sonra amca makas istedi. Anahtarlı teyze koşarak geldi. Beyaz saçlı amcanın karsısında iki büklüm oldu. ‘Koğuşlarda kesici alet bulunmaz, emir buyurursanız odun kesmek için kullandığımız baltayı getirelim,’ dedi. O zaman beyaz saçlı amca daha da hiddetlendi: “Balta makastan daha tehlikeli değil mi? Bu ne biçim mantıktır! Bundan sonra koğuşlarda balta bulundurmak yasaklanmıştır. Hem balta ile kağıt doğrayacak halimiz yok ya!’ diye haykırdı. Makas bulamayınca beyaz saçlı amca, onunla birlikte gelen ağabeylerden üçünü çağırdı.(...) ama üç ağabey kitabı üç yanından yırtmaya kalkınca olmadı. Her biri bir yana çekiyor, kitap bir onun, bir ötekinin elinde kalıyordu. (...) Amca kitabı yere koydu. Ayağıyla kapağının üzerine bastı. Sonra bütün gücüyle kitaba asılarak kendine doğru çekti. O hızla kitap kapağından ayrılınca amca sırtüstü yere düşüvermez mi? Biz de kendimizi tutamayarak bastık kahkahayı. Amcanın nasıl kızdığını görmeliydin İnci!”253

Yazarın bir parodi gibi betimlediği bu olaya sebebiyet veren ve Antikomünizm adını taşıyan söz konusu kitap, aslında cezaevi kütüphanesine aittir ve Zeynep isimli siyasî suçlu, okumak için kitabı ödünç almıştır. Ancak bu alıntıda ve başka bazı romanlarda görüldüğü gibi, darbe sonrasında pek çok kurumun ve cezaevi yöneticilerinin de büyük bir basiretsizlik içinde olduğuna işaret edilir. Yöneticilerin, görevlilerin, görevlerini yapmakta yetersiz oldukları, aldıkları emirleri bilinçsiz bir itaatkârlıkla yerine getirdikleri, bu sırada da ya zalimleştikleri yahut da gülünç duruma düştükleri ironik bir üslupla verilir. Burada da cezaevi müdürü, adı Antikomünizm olan kitabı “komünizm” olarak yorumlamış ve aramanın hemen ardından kitabı en küçük parçasına ayırıncaya kadar üç askere yırttırmıştır. Yırtılan kitabın minik parçaları toplatılıp bir zarfa konmuş, zarfın ağzı zamk ile yapıştırıldıktan sonra gardiyanların sobasında yakılmış, böylece mahkûmların bu “zararlı” yayına erişmeleri engellenmiştir. Bu olayın ardından Zeynep, kütüphanenin kitabını “kaybettiğinden dolayı” iade edemediği için iki hafta boyunca yakınlarıyla görüşmeme cezası alır; mahkûmlara da iki günlük havalandırma yasağı getirilir.

253 Çiçekoğlu, s. 32-34.

Uçurtmayı Vurmasınlar romanında cezaevinde kitap okumak, cezaevi kütüphanesinden temin edilse bile çeşitli sorunlara yol açarken Osman Akınhay’ın Gün Ağarmasa romanında başkahraman Celal’in ifadelerine göre darbenin hemen öncesinde tutuklu bulunduğu Metris’te kitap açısından hiçbir eksiklik yoktur. Her siyasi grubun kendi kütüphanesi vardır ve bu kütüphanelerde ya kitap halinde ya da defterlere geçirilmiş olarak Marksist klasiklerin neredeyse hepsi bulunmaktadır. Fakat darbe sonrasında, özellikle darbeyi takip eden ilk yılda sadece yabancı dil bilgisi ve okul kaşeli ders kitaplarına izin verilecektir. Bu yüzden de mahkûmlar söz konusu günleri “Lale Devri” olarak hatırlayacaklardır.254 Darbeyi takip eden ilk yıldan sonra yavaş yavaş dünya klasikleri de içeri alınmaya başlanır; ancak Çiçekoğlu’nun romanında işaret edilen cezaevi yöneticilerinin garip uygulamalarına Akınhay’ın romanında da rastlanır. Mesela aynı ziyaret gününde aynı nöbetçi üsteğmen Harp ve Sulh’a izin verirken Savaş ve Barış’a izin vermez; Kırmızı ve Siyah’a izin verirken Kızıl ve Kara’ya izin vermez vb.

Yine aynı romanda yer alan ve 3 Ekim tarihini taşıyan mektuptan öğrendiğimize göre yukarıda bahsettiğimiz iki günlük yasak dolayısıyla Barış’ın annesi, oğlunu düşünce suçlusu bu genç kızlardan uzak tutmak ister ve Barış’ı onların odasına göndermez. Barış, çok sevdiği bu odaya ancak birkaç gün sonra gidebilir. Mektupta bu odanın tasvirini yapan yazar, burada yaşayanların kendi aralarında oluşturdukları düzeni ideal boyutta çizer:

“… orası tertemiz. Ne güzel! Yerlerde kilimler, ranzaların üstünde örtüler var (…) Annemlerin koğuşu sizinkine hiç benzemiyor. Herkes kendi ranzasında oturuyor. Yemeklerini de ayrı ayrı yiyorlar. Oysa sizin kızlar ortaya sofra kurup hep birlikte yiyorlar. - Zeynep’e sordum, siz neden hepiniz aynı sofrada yiyorsunuz, diye. - Biz her şeyimizi paylaşmayı severiz, dedi. Tıpkı senin dediğin gibi. Paylaşmak kötü mü İnci? Sevim diyor ki; siz hepiniz paylaşmayı sevdiğiniz için buradaymışsınız. Paylaşmayı sevmeyenler kapatılıyormuş buraya. Çok anahtarlı amca senin mektubundaki paylaşma sözüne kızmıştı. O mu kapattı sizi buraya?”255

254 Akınhay, s.134.

Cezaevlerinin tüm olumsuz koşulları içinde sadece 12 Eylül sonrasında değil, her dönemde, hangi suçtan hüküm giymiş olurlarsa olsunlar, her mahkûmun en önemli moral kaynağı ve beklentisi af çıkmasıdır. Kaynağı ne olursa olsun, haber nereden gelirse gelsin cezaevinde, af çıkacağına dair herhangi bir söylentinin ne denli büyük bir umut ve sevince dönüştüğü Barış’ın 15 Kasım tarihli mektubunda görülmektedir. Televizyonda siyasi mahkûmlar dışında kalanlar için “affın düşünüldüğü” haberi bile koğuşlarda bayram havası estirir.

2.7.2. Romanlarda Darbe Sonrasında Gerçekleşen Cezaevi

Benzer Belgeler