• Sonuç bulunamadı

Kültür, genel olarak insan topluluklarının kendilerine özgü yaşam tarzlarını biçimlendirme süreci şeklinde tanımlanmaktadır. Geçmiş kültürlerin belirli dönemlerinden kalan buluntular ise o kültürün aydınlatılması için birer belge niteliğindedir. Kültürün oluşum aşamalarını anlamamız konusunda bize ışık tutan buluntular yani o ait olduğu kültür tarafından kullanılan nesneler insanın sınırlı beden gücüne ek olarak fiziki güç katmak için doğmuşlardır. Bu bakımdan insanın mücadele gücünü artıran ve gelişmeyi hızlandıran bu nesneler kültürün oluşumunu geniş ölçüde etkilediği gibi türü ve yapısı itibariyle ait olduğu kültürün yaşam tarzını da yansıtmaktadırlar.23 Dünyanın diğer medeniyetlerinde olduğu gibi Türklerde de tarih öncesi devirler arkeolojik buluntulardan hareketle doldurulabilmekte ve kültürün temel unsurları bu şekilde ortaya konulabilmektedir.24

Bozkır kültür ve sanatını meydana çıkaracak olan Orta Asyalı toplulukların kültürel gelişimleri en net biçimde Neolitik devirde ortaya çıkmıştır. Neolitik devrin temel ögeleri sayılan ok, yay ve çömlek yapımının Orta Asya’da bu dönemde ortaya çıkması bölgeyi etki altına alacak olan büyük yerel kültürlerin de bu dönemde ortaya çıktığını ispat etmiştir. Taş aletlerin gittikçe küçülerek bunların yerine ortaya çıkan

22 Sinor, İç Asya Kavramı, 18-19.

23 Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1999, 2. 24 Durmuş, Bozkır Kültür Çevresi Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronolojisi, Gazi Türkiyat Türkoloji Araştırmaları Dergisi, Sayı 5, 2009, 132.

minyatür ok başları ve yaylar bölgede artık Paleolitik devirden Neolitik devre geçildiğini göstermektedir. 25 Bakır ve tunç aletlerin Doğu Avrupa’dan Batı Sibirya’nın tundra bölgelerine kadar geniş bir alanda görülmeye başladığı Neolitik devir26 aynı zamanda bozkır Türk kültürünün vazgeçilmez unsurları olan bu aletlerin ortaya çıktığı dönem olarak Türk kültürünün kökenlerini anlamak açısından da oldukça mühim bir zaman dilimidir. Paleolitik ve Mezolitik kültürlerin ardından Neolitik kültürün bozkır coğrafyasında büyük oranda geliştiği alanlar genelde orta ve doğu Moğolistan ile Baykal Gölü çevresi olmuştur. Bu alanlarda özellikle Moğolistan’ın Neolitik kültürünün kaynağını Mezolitik çağda aramak gerekmektedir. Nitekim bugün hala Moğolistan bozkırları Mezolitik kalıntılar açısından oldukça zengindir.27

Sibirya açısından önemli bir sürecin başladığı Neolitik devrin28 geç dönemlerinde Orta Asya’da görülmeye başlayan Anav kültürü daha sonraki dönemlerde, özellikle de M.Ö. 2000’den itibaren net bir şekilde ortaya çıkmaya başlayan bozkır Türk kültürünün29 şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. Araştırıcılar açısından ise hem bu kültür birikiminin tarihlendirilmesi hem de onun mekân ve çeşitlilik açısından genişliğinin tespit edilmesinde onlara en çok katkı sunan unsur Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan kurganlar olmuştur.

Türkçe “korı” kökünden gelen ve etrafı surlarla çevrili şehir veya kaleler için kullanılmasından da anlaşılacağı üzere korumak manasını içeren kurgan adı esasen alttaki oda şekli mezarları değil üste bu odaları korumak için oluşturulan taş-toprak yığınlarını ifade etmiştir.30 Buna rağmen Türkçede bu isim genel olarak yapının

25 Alexey Pavlovich Okladnikov, Tarihin Şafağında İç Asya, Alaeddin Şenel (çev.), Erken İç Asya Tarihi, Denis Sinor (drl.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2014, 91-92/94.

26 E. N. Chernykh, Ancient metallurgy in the USSR (The Early Metal Age), Sarah Wright (çev.), Cambridge: Cambridge University Press, 1992, 190.

27 A. P. Derevyanko – D Dorj, Neolithic Tribes in Northern Parts of Central Asia, History of Civilizations of Central Asia (The dawn of civilization: earliest times to 700 B.C.), vol. I, A. H. Dani – V. M. Mason (ed.), Paris: Unesco Publishing, 1992, 63-64.

28 C. K. Taymagambetov, Eski Çağda Kazakistan Taş Devri, Abdulvahab Kara (çev.), Eski Devirlerden Günümüze Kazakistan ve Kazaklar, İstanbul: Selenge Yayınları, 2007, 30.

29 Çoruhlu, Erken Devir Türk Sanatı, 29.

30 Çoruhlu, Türklerde Kurgan Tipi Mezarların Ortaya Çıkışı, XV. Türk Tarih Kongresi, Cilt II, Ankara 11-15 Eylül 2006, 559.

tamamı için kullanılmıştır. Nitekim Kırgız ve Kıpçaklarda mezar “kör”31 kelimesiyle

karşılık bulurken Divanü Lugat-it Türk’te “tuplu” veya “tublu”32 mezar kavramını

ifade eden kelimeler olmuşlardır.

Bozkır kavimlerine özgü bir yapı biçimi olan kurganlar bir nevi çadırların ölüler için hazırlanmış bir benzeridir.33 Türkler tarafından mukaddes kabul edilen oda mezarlar diyebileceğimiz kurganlara34 Kırgız bozkırlarında, Ural’dan Yenisey ırmağına kadar Güney Sibirya’nın her yerinde, Altaylarda ve Güney Rusya’da kısacası Türklerin hüküm sürdüğü bütün bozkır coğrafyasında bol miktarda rastlanmaktadır.35 Bu yapılardan elde edilen buluntular ise Türk kültür tarihi için yapılan diğer çalışmalara olduğu gibi bizim çalışmamıza da oldukça fayda sağlayacaktır.

Bilindiği üzere Türkler ahiret inancı gereği ölülerini kişinin maddi durumu ve nüfuzuna göre eşyalarıyla beraber gömmüşlerdir. Üstelik çalışmamızın hemen her bölümünde de görüleceği üzere bu eşyalar öyle sembolik birkaç parça eserden ibarette değildir. İnancı gereği bozkır Türk’ü dünya hayatında kendine gerekli olan ne varsa ahiret hayatında da onun lazım olacağını düşünmüştür. Bu durum mezarlardaki buluntuların çeşitliliğini artırmış ve araştırmacıların çok fazla veri elde etmesini sağlamıştır.

Gerek arkeoloji gerekse de kültür tarihi açısından son derece kıymetli olan maddi buluntuların Türk kurganlarındaki çeşitliliği yukarıda bahsi geçtiği üzere onların inanışlarındaki ahiret inancıyla alakalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da Türk kurganlarından elde edilen oldukça fazla çeşitlilikteki bu eserlerin günümüze kadar hem de birçoğunun neredeyse en ufak bir bozulma bile göstermeden nasıl geldiği meselesidir. Çünkü birçok Eski Çağ medeniyetin buluntuları incelendiği vakit ancak taş, pişmiş toprak, maden ve nadiren de olsa kemikten yapılmış dayanıklı eşyalardan oluşan dar bir çeşitlilikle karşımıza çıkarken Türklerde ise durum çok

31 K K Yudahin, Kırgız Sözlüğü, Abdullah Taymas (çev), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011, 506; Çetin Pekacar, Kumuk Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011, 183. 32 Kaşgarlı Mahmut, Divan-ü Lugat-it- Türk, Cilt I, Besim Atalay (çev), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1985, 530-531.

33 Kürşat Koçak, Kuzey Kafkasya ve Kuzey Karadeniz’deki İskit Kurganlarının Ortaya Çıkışı, Karadeniz, Sayı 25, 2015, 68.

34 Türk Tarih Kurumu, Türk Tarihinin Ana Hatları, Ankara, 2014, 279.

farklıdır. Onların kurganlarında bütün bu sayılan malzemelerin yanında bir de halıların, keçelerin, kumaşların, ağaç işlemelerin hatta insan ve hayvan ölülerinin bile bozulmadan muhafaza edildiği görülmektedir.36 Pazırık kurganlarından elde edilen buluntular Türk tipi kurganların, içlerine binlerce yıl önce konulan malzeme veya cesetleri ne denli başarılı bir şekilde muhafaza ettiğini göstermektedir. Bu kurganlardan elde edilen ve başka tür mezarlarda olsa dahi dayanıklı yapıları gereği bozulmadan ya da çok az deformasyonla günümüze kadar gelebilme ihtimali kuvvetli olan metal eşyaların dışında ele geçirilen oyma tahta tabutlar, duvarlardaki halı tarzı eserler, keçeden yapılmış birçok malzeme ve en önemlisi daha bugün ölmüş gibi tazeliğini koruyan on adet at gömüsü37 söz konusu başarıyı tasdik eder niteliktedir.

Elbette diğer medeniyetlerdeki malzeme çeşitliliğinin darlığı bizi onların maddi sanatlarının da dar olduğu sonucuna götürmez; fakat Türklerdeki bu geniş çeşitliliğin hem de günümüze kadar neredeyse hiç bozulmadan nasıl gelebildiği konusunda kafa yormamızı gerekli kılar. Bilindiği üzere Türklerde ölünün defin işlemi bahar mevsimlerinde38 dolayısıyla yağışların bol olduğu dönemlerde gerçekleşen bir uygulamaydı. Özellikle sonbaharda gerçekleştirilen bir defin töreninden hemen sonra oda şeklindeki mezarların yeraltına sızan kar veya yağmur suları ile dolması ve akabinde yaşanacak soğuk günlerin bu suları dondurarak hem cesetler hem de onlarla beraber gömülen eşyalar üzerinde bir derin dondurucu etkisi yaratması hele hele Orta Asya gibi sert karasal iklime sahip bir coğrafya da oldukça doğal bir hadisedir. Nitekim bahsi geçen Pazırık kurganındaki mezar odasının içi bulunduğu esnada tamamen buzla doluydu bu nedenle yaklaşık 2500 yıl önce ölülerin yanına yerleştirilmiş peynir tarzı bir besin dahi ortaya çıkarılmıştır. 39 Yine Altay dağlarındaki önemli kurganlardan Tuekta ve Başadar kurganları da tıpkı Pazırık kurganı gibi M.Ö. 6 ile M.Ö. 4. yüzyıllara tarihlendirilmekte olup onlarda ulaşılması zor dağlık bölgelere inşa edildikleri için bol miktarda ahşap, tekstil, keçe, deri ve

36 Diyarbekirli, Hun Sanatı, 111.

37 İnan, Altayda Pazırık Kurganda Çıkarılan Atların Durumunu Türklerin Dini Törenleri Bakımından Açıklama, Makaleler ve İncelemeler II, 261; Okladnikov, Ancient Population of Siberia and Its Cultures, Massachusetts: Peabody Museum Cambridge,1959, 36.

38 Jean-Paul Roux, Altay Türklerinde Ölüm, Aykut Kazancıgil (çev.), İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1999, 257.

kürk gibi uzun süre mezar içinde bekleme ihtimali olmayan birçok nesneyi günümüze kadar taşımışlardır.40

Toprak altında oluşan bu buz kalıplarının hiçbir suretle güneş görmeden ve binlerce yıl boyunca erimeden kalmasına katkı sağlayan en önemli unsur ise Türk inanç sisteminden gelen başka bir uygulamanın sonucudur. Bilindiği üzere Türklerde özellikle nüfuz sahibi bey veya başka yöneticilerin kurganları, içlerindeki kıymetli eşyaların korunması adına genellikle yerleşim bölgelerine ve ulaşım yollarına uzak yerlere yapılırdı. Yaşanılan çevrenin şartları gereği bazen nehir kıyıları ve ormanlar tercih edilse de bu noktada en çok tercih edilen alanların yüksek dağlar olduğu unutulmamalıdır. Esasen nüfuzlu bir kişi için gömülebilecek yüksek bir dağ var ise düzlük alanlar tercih edilmezdi. Zaten yukarı da kastedilen ormanlar ve akarsular da genellikle dağlık alanlardaki orman ve akarsulardır. Kutsal yer-su kültünün içerisinde kabul edilen bu su ve orman bölgeleri dağ-su ve dağ-orman olarak adlandırılır. Hiçbir zaman dağ kültünden ayrılmayan bu doğa oluşumları kendilerine yüklenen kutsiyet neticesinde kurgan bölgeleri olarak tercih edilir.41 Kanaatimize göre bu uygulamanın temelinde iki sebep vardır.

Bunlardan birincisi eski Türk inancı ile ilgilidir. İlerleyen bölümlerde de bahsi geçeceği üzere Türk inanç sisteminde dağlar onların saygı duymakta kusur göstermedikleri kutsal varlıklardır. Hükümdarlıklarının merkezi kabul ettikleri bu doğa oluşumları aynı zamanda heybeti ve yüksekliği ile göğe, dolayısıyla da gökteki Tanrıya yakınlığı da ifade eder. Bu nedenle Türkler “Kut” inancı gereği yönetime bizzat Tanrının lütfu ile sahip olan bey ve yöneticilerinin öldükten sonra da tanrıya yakın olmalarını istemiş olabilecekleri gibi ayrıca onlara ve hayvan sürülerine sağladığı huzur ve sağlıkla iyi ruhlar arasında kabul edilip koruyucu “Ata” olarak anılan bu kutsal varlıkların 42 beylerinin ölülerini de koruyacağını düşünmüş olabilirler. Yine burada başka önemli bir husus da bu kutsal dağların hükümdarlığın merkezi sayılması hadisesidir. Bu nokta da aklımıza derhal Orhun abidelerindeki

“Gökte de hayattaki gibi olacaksınız”43 ifadesi gelmektedir. Bu söz bize Türk inanç

40 Piotrovsky, Early Cultures of the Lands of the Scythians, 22. 41 Roux, Altay Türklerinde Ölüm, 248-251.

42 Dağların kutsallığı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kutsal Altın Dağ-Orman (Altun Yış) başlığı. 43 Ergin Muharrem, Orhun Abideleri, Hisar Kültür Gönüllüleri Yayınları, 2003, 22.

sisteminde ölümden sonraki yaşamın dünya ile aynı olacağı anlayışını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla dünyada bey olarak hayat sürmüş bir kişi ahirette de aynı hayatı yaşayacağına göre onun gömüleceği yer de hükümdarlığın merkezi olan kutsal dağlar hatta onların zirveleri olmalıdır.

İkinci önemli sebep ise bunların bir nevi gözden uzak ve ulaşılması zor olan bölgelere yapılma kaygısıyla alakalı olabilir. Çalışmamızın muhtelif bölümlerinde de bahsi geçtiği üzere Türkler de özellikle nüfuz sahibi olan kişiler bu duruma paralel olarak zenginlikleri oranında ve birçoğu maddi değer taşıyan eşyalarıyla beraber gömülmektedir. Her ne kadar bu işlem gizli bir şekilde44 yapılsa da bu durum özellikle Türklerin kurgan inancını bilen diğer milletlerin ve mezar soyguncularının dikkatini çekerek mezar soygunu ve yağma konusunda motivasyon kaynağı olmuştur. Türkler açısından ise “Atalar Kültü” gereği bu yapılan saldırılar ölülerine rahatsızlık verdiği için çok büyük bir hakaret olarak kabul edilmiştir.45 Nitekim Avrupa Hun hükümdarı Atilla 440 yılında Doğu Roma üzerine sefer düzenleme kararı aldığında Romalılar onu bu seferden vazgeçirmek istemiş; fakat o Margus Piskoposunun Hun sınırlarına girerek Türk mezarlarını yağma etmesinin kabul edilemez olduğunu söylemiştir. 46 Bunun üzerine sefere çıkan Atilla Trakya topraklarına girmiştir. Daha sonra Bizans’ı 6000 libre altın tazminatına ve yıllık 2100 libre altın vergisine mahkûm ederek geri dönmüştür. 47 Yine tarihte bozkırın kuyumcuları olarak adlandırılan İskitlerin “Yalnızca babalarımızın mezarlarını

savunmak için savaşa gireriz” sözü ile Vu-huanların Hiong-nulara

başkaldırdıklarında onların Şanyularının mezarlıklarına saldırdığı48 örneklerinden de anlaşılacağı üzere Türkler için ata mezarları ne kadar kutsal ise düşmanları ve yağmacılar içinde o kadar cezbedicidir. İşte bu nedenle özellikle nüfuzlu kişilerin kurganları saldırıların ve yağmaların zor olacağı yüksek dağlara yapılmış olabilir.

44 Plano Carpini, 41.

45 Roux, Atalar Kültü (Türkler ve Moğollar), Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü: Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda, Cilt 1, Levent Yılmaz (Türkçe Çeviri ed.), İstanbul: Alfa Yayıncılık, Cilt I, 2018, 137.

46 Ali Ahmetbeyoğlu, Büyük Hun Hükümdarı Attila, Türkler Ansiklopedisi, Cilt I, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, 905.

47 Peter Vaczy, Hunlar Avrupada, Attila ve Hunları, Gyula Nemeth (ed.), Şerif Baştav (çev.), Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1982, 77.

Netice olarak ister dini nitelikli isterse de saldırılardan korunmak amaçlı olsun kurganların hem kendilerinin hem de içindeki malzemelerin günümüze kadar ulaşmasını sağlayan bu sistem Orta Asya gibi konargöçer toplumların bolca bulunduğu bir coğrafyadaki en eski kültür yapıları hakkında fikir edinmemize sunduğu katkı tartışılmazdır. Hatta bu etki o kadar yüksektir ki yeni ortaya çıkarılan kültüre ait kurganın en çok olduğu bölge o kültürün de adı olmuştur. İşte çoğunluğu kurganlardan elde edilen buluntular ışığında M.Ö. 4500’lere dayandırılan Türkmenistan’ın Aşkabat yakınlarındaki Anav kültürü Orta Asya’nın bilinen en eski kültürü olma özelliğine sahiptir. Henüz tam olarak hangi millete ait olduğu anlaşılamayan Anav kültüründeki keramik eserlerin işlemeleri Türkmenlerin elişi ziynetlerindeki işlemelere oldukça benzemektedir. Fakat bu durum tek başına bu kültür yapısının Türklere ait olduğunu ispat etmemektedir.49

1948 yılında Tolstov tarafından bulunan ve Anav kültürünün büyük etkisi olduğu görülen Kelteminar kültürü yaklaşık olarak M.Ö. 4. binlerin sonu ile M.Ö. 3. binlerin başlarına tarihlendirilir. En eski yerleşim yerleri Amu Derya boyunca uzanan bu kültürün insanlarının balıkçılık ve avcılıkla uğraştığı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Ortalama 100-120 insanın yaşayabileceği büyük toplu konutlara sahip olan bu kültürün çok çeşitli taş aletleri ve damgalı çanak çömlekleri vardı.50 Aral bölgesinde oldukça yoğun bir etkiye sahip olmuş olan bu kültürün en eski kalıntıları M.Ö. 4. binyıla tekâmül ederken sonraki kalıntıları ise M.Ö. 2. binyıla aittir. Buluntular arasındaki 270 m²’lik alanı kaplayan bir evin tam ortasında bulunan ve etrafına sıralanan diğer sıradan ocaklardan farklı olduğu belli olan “kutsal ocak” buluntusu ve onun işaret ettiği “kutsal ateş”51 olgusu ilerleyen bölümlerde de göreceğimiz üzere çalışmamız açısından oldukça kıymetlidir.

Neolitik devrin ruhuna uygun olarak eşyalarında pişmiş toprak, çakmak taşı ve kemik kullanan bu kültürlerin akabinde Orta Asya’da meydana çıkan yeni oluşumun adı Afanesyova kültürü idi. Kültürel birikim olarak elbette kendisinden öncekilerden

49 Togan, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, Cilt I, İstanbul: Enderun Kitapevi, 1981, 7-8. 50 Frumkin, 88.

etkilenen bu kültür 52 eserlerinde kullandığı metal malzemeden dolayı çalışmamız açısından oldukça önemli bir yere sahiptir.53Güney Sibirya bozkırlarının ilk metalürjistleri olarak Yenisey Irmağı’nın sol kıyısındaki Afanesyov adında bir tepenin çevresinde bulunan Bataney kasabasının yakınlarında ortaya çıkan ve bulunduğu bölgeden dolayı bu adı alan Afanesyova kültürü, Minusinsk Havzası’nda ve Altay Dağları anıt mezarlarında M.Ö. 3700-M.Ö. 2500, genel olarak ise M.Ö. III. binyılın sonları ile II. binyılın başlarına tarihlenmiş54 olup maden işçiliğinde oldukça mahir konargöçerler tarafından inşa edilmiştir.55Okladnikov’a göre Orta Asya tarihinde araç ve silah yapımında metalin, daha doğru ifadeyle bakır ve tuncun kullanılmaya başlaması bölgenin kültür tarihi açısından son derece büyük bir adımdır.56 Taştan metale geçişin en eski ve en iyi izleri ise kuşkusuz Minusinsk Havzası’ndaki buluntulardan elde edilmiştir. Bu çağda insanlar metal ergitmesini dolayısıyla da dökmesini bilmedikleri için döverek şekil verebilecekleri bakırı kullanmaya başlamışlardır. Bununla beraber bu dönemde insanlar günlük işlerinde kullandıkları baltaları, vurucuları, ok ve mızrak başlarını hala taştan yaptıkları için

“bakırtaş” devri olarak da adlandırılmıştır. Gündelik hayatta bakır yalnızca

iğnelerde, bizlerde, küçük çakılarda57 ve tahta kapı donanımlarında kullanılırken süs eşyası yapımında ise gümüş, altın ve meteor kökenli demir kullanılmıştır.58

Afanesyova kültürü M.Ö. 2. binyılın başlarından itibaren Okunev kültürüne yol açtı. Bu kültür Afanesyova gömü alanlarında bulunan Okunev mezarlarında görülmektedir. Afanesyova kültürü ile pek çok ortak özelliği olan bu kültürde de savaş aletleri yine onlar gibi taş kullanılarak; balık oltaları, bıçaklar, bizler ve baş bantları gibi nesneler ise dövme tekniği ile bakırdan yapıldı.59 Fakat bu kültürün oldukça önemli bir özelliği metal işlemede kullandıkları döküm tekniğidir. Kültüre

52 Michael Frachetti, Bronze Age Exploitation and Political Dynamics of the Eastern Eurasian Steppe Zone, Ancient Interactions: East and West in Eurasia, Katie Boyle, Colin Renfrew-Marsha Levine (ed.), McDonald Institute for Archaeological Research, 2002, 163-164.

53 Chernykh, 182.

54 Çoruhlu, Erken Devir Türk Sanatı, 30; İlhami Durmuş, Araştırmalar ve Tarihçe, Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi 2000 Yılı Çalışmaları, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Ankara, 2002, 13-21.

55 Jettmar, Archaelogy of The Early Turks (İlk Türklerin Arkeolojisi), 7. 56 Okladnikov, Ancient Population of Siberia and Its Cultures, 22.

57 İbrahim Kafesoğlu, Kültür ve Teşkilat, Türk Dünyası El Kitabı, Cilt I, Ankara: Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, 1992, 217.

58 Okladnikov, Tarihin Şafağında İç Asya, 117-118. 59 Chernykh, 184.

ait mezarlardan birinde çıkarılan dökme bakırdan yapılmış saplı bir balta Güney Sibirya’nın bu alandaki ilk örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. 60 Bozkır coğrafyasında bu kültürden önceki kültürlerde karşılaşmadığımız döküm tekniğini kullanmaları Okunev kültürünü çalışmamız açısından oldukça önemli kılmaktadır.

Birçok araştırmacı tarafından Türk Kültürünün ilk örneklerinden kabul edilen ve M.Ö. 1700 ile M.Ö. 1200 yılları arasına tarihlendirilen Andronovo kültürü Sibirya’dan başlamış ve Minusinsk, Altay, Kazakistan, Ural ve Güney Rusya’daki Chkalov’a kadar etki etmiştir.61 Ele geçirilen eserlerden anlaşıldığı kadarıyla

Afanesyova kültürünün gelişmiş bir hali olan insanları savaşçı bu kültür adını Yenisey’deki Andronovo sitesinden almış olup Tunç (Tunç) çağına işaret etmektedir. Özellikle Ural’dan başlayarak Yenisey nehrine kadar olan bölgeyi içine alan Batı Sibirya’da62 çok geniş bir alana yayılmış olan bu kültür, Doğu Rusya ile Batı Türkistan’a ve güneyde de Aral çöküntüsüne kadar uzanmıştır. Kısacası Altay ve Tanrı dağlarından başlayarak Yayık Nehrine kadar bozkır coğrafyasının tamamını kaplayan bu geniş kültürün63 mensupları, Hun hatta Göktürk dönemine kadar ulaşmıştır. Bu kültür Yeniseyde Karasuk kültürünün ortaya çıkması ile sona ermiş; fakat Altaylarda bir müddet daha yaşamıştır.64

Andronovo döneminde Altaylarda oldukça güçlü ve zengin bir sosyal hayatın yanı sıra sanatsal anlamda da oldukça muhafazakâr bir yapı vardı. Bu durumu Altaylıların sosyal hayatta avcılığın ötesine gidememekten kaynaklandığını iddia edenler olsa da Bahaeddin Ögel bu tespiti hatalı görmüştür. Ona göre bu gelenekleri koruyucu yapının sebebi Orta Asya’da zamanla oluşan ırksal değişimden Altaylıların etkilenmemesidir. Altaylılar bilakis coğrafyadaki birçok bölgeyi kendi kültürlerinin

Benzer Belgeler