• Sonuç bulunamadı

BM Girişimlerinin Sürdürülebilir Kalkınma Üzerindeki Rolü

Türkiye’de Çevre Koruma Harcamalarının Sürdürülebilir Kalkınma Boyutu

2. Çevre Sorunlarıyla Mücadelede Sürdürülebilir Kalkınmanın Önemi

2.3. BM Girişimlerinin Sürdürülebilir Kalkınma Üzerindeki Rolü

Sürdürülebilir kalkınmanın küresel anlamda aktif bir politika haline dönüşmesi 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Jenerio kentinde yapılan ve 178 ülkeden temsilcilerin katılımıyla gerçekleştirilen “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı” (Rio Konferansı) ile olmuştur. Konferansta insanlığın sürdürülebilir kalkınmanın merkezinde olduğu, doğa ile barışık ve verimli bir yaşam hakkı olduğu kabul edilmiştir. Konferansta Rio deklarasyonu ve Gündem 21 adlı iki belge kabul edilmiştir. Bu konferansla birlikte sürdürülebilir kalkınmanın kapsamı oldukça genişlemiş ve birçok disiplinde kullanılmaya başlanmıştır (Bozlağan, 2010:1020 ve Tıraş, 2012: 63).

Rio çevre konferansında “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” (İDÇS) imzaya açılmış ve 1994’te yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme Birleşmiş Milletlerin öncülük ettiği küresel ısınmayla mücadeledeki uluslararası ilk çevre sözleşmesidir.

İDÇS’nin amacı, sera gazlarının ilkim üzerinde zararlı olan insan kaynaklı etkisini önleyecek seviyede sabit tutulmasıdır. Sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanması için gerekli önlemler alınarak belirli bir zaman sürecine ihtiyaç olduğu belirtilmektedir (UNFCCC, 1992). Bu sözleşme 50

ülkenin onayıyla yürürlüğe girmiştir. Günümüzde bu sözleşmeye 195 ülke taraftır. Türkiye 24 Mayıs 2004 tarihinde sözleşmeye taraf olmuştur. Türkiye ile birlikte diğer taraf ülkeler, iklim değişikliği ile mücadele etmek için politika geliştirmek, uygulamak ve sera gazı emisyonlarına ilişkin verileri İDÇS kapsamında bildirmekle yükümlüdür. İDÇS yürürlüğe girdiği tarihten itibaren her yıl taraflar konferansı düzenlenmektedir. Bu konferansların en önemlisi 1997 yılında Japonya’da düzenlenen 3. Taraflar konferansıdır. Bu konferansta “Kyoto Protokolü” imzalanmıştır.

Sera gazı emisyonlarının azaltılması amacıyla uluslararası alanda önlemlerin alınması ilk olarak 1992 Rio Konferansı’nda gündeme gelmiştir. Daha sonra 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde bir araya gelen Birleşmiş Milletler temsilcileri bu konuda daha somut adımların atılması için girişimde bulunmuşlardır. Kyoto Protokolü ile sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ilişkin yeni hedefler belirlenmiştir (Karakaya ve Özçağ, 2001:1). Fakat bu sözleşmenin bazı ülkeler için herhangi bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bazı taraflar için ise bağlayıcı özellik taşımaktadır. Bu bağlayıcı özellik gereği EK-1 ülkeleri salım hedeflerine uymadığı takdirde salım hedefi farkıyla birlikte %30 daha fazla salınımını azaltması gerekmektedir. Bununla birlikte ülke salım ticareti, programın yüzde 50’sini kapsamaktadır. Ülkelerin salınım hedefleri gelişmişlik düzeyine göre farklılık göstermektedir. Bu sayede gelişmekte olan ülkelerin korunması amaçlanmaktadır (Yavuz, 2019:66). Bu protokol, en geniş kapsamlı çevre işbirliği anlaşmasıdır. Bu anlaşmada ülkeler gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak iki gruba ayrılmıştır. Gelişmiş ülkeler sera gazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 yılındaki seviyeden %5,2 aşağıya çekmekle sorumludurlar.

Sanayileşmenin ve kalkınmanın uzun yıllar boyunca enerji yoğun sektörlerle gerçekleştirilmesi ve bu enerjilerin sera gazı salınımı yüksek olan kaynaklardan elde edilmiştir. Bu durumun önlenmesi için protokol, sürdürülebilir kalkınma için çeşitli hedefler koymuştur (Aksu, 2011: 16-18). Protokol kabul edildiğinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi tarafı olmayan Türkiye, protokolün Ek-B listesine dâhil edilmemiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin sayısallaştırılmış emisyon sınırlandırma veya azaltım taahhüdü bulunmamaktadır5.

2000 yılının Eylül ayında birçok dünya lideri bir araya gelerek New York’ta Binyıl Deklarasyonu’nu imzalamıştır. Bu zirve kendisinden önce 10 yıl boyunca yapılan tüm konferansların en büyüğü kabul edilmektedir. Bu zirvede 7 temel taahhüt açıklanmıştır. Bunlar; barış, güvenlik ve silahsızlanma, kalkınmanın gerçekleştirilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, çevrenin korunması, insan hakları, demokrasi ve iyi bir yönetişimin sağlanması, savunmasız kişilerin korunması, Afrika’nın ihtiyaçları için özel toplantı ve Birleşmiş Milletlerin bağının kuvvetlendirilmesidir (UN, 2000). Zirvede Binyıl Kalkınma amaçları 8 başlık altında incenmiştir. Bunlar; yoksulluğu gidermek, herkesin temel eğitim almasını sağlamak, cinsiyet eşitliğinin sağlanması, çocuk ölümlerinin azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi, HIV/AIDS, Sıtma ve diğer salgın hastalıklarla mücadele etmek, çevresel sürdürülebilirliği sağlamak ve kalkınma için küresel ortaklıklar olarak açıklanmıştır. Bu 8 temel amacı sağlamak için 18 hedef belirlenmiştir. Bu hedeflerin 2015 yılına kadar gerçekleştirilmesi beklenmiştir (Millennium Project, 2006). Sonuç olarak birçok ilerleme kaydedilmesine rağmen, bölgeler ve ülkeler arasında dengesizlikler yaşanmış ve Binyıl Kalkınma Hedefleri dünyanın en yoksul nüfusunun çoğunun hayatını iyileştirememiştir (Friedrich, 2016).

Birleşmiş milletler 2002 yılında Johannesburg’ta Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi gerçekleştirilmiştir. Zirvede Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı kararlarında 10 yıllık ilerleme ve gelişme görüşülmüştür. Bu zirve, Rio de Janerio’daki Yeryüzü Zirvesi’nin ardından 10 yılık dönemde başarıların ve başarısızlıkların değerlendirilip geleceğe yönelik ne şekilde bir dönüşümün gerçekleşmesi gerektiğini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Bu zirvenin amacı, Rio konferansı sonrası, konferansta belirlenen hedeflere ulaşmadaki etkinliğin değerlendirilmesi ve etkili kalkınma stratejilerinin geliştirilmesidir (Hens ve Nath, 2005:126, Dağdemir, 2015:61). Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı temsilcilerinin oluşturduğu koordinasyon grubu ile Rio+10 sürecine katılmıştır. Türkiye tarafından sürdürülebilir kalkınma zirvesi için; yönetim, iş ve endüstri, yoksulluğun azaltılması, bilgi ve iletişim, biyolojik çeşitliliği koruma ve iklim değişikliği konuları belirlenmiştir6.

BM İDÇS kapsamında 21. Taraflar konferansı 2015 yılında Paris’te yapılmış ve bu tarihte Paris Anlaşması imzalanmıştır. Bu sözleşme ilk kez tüm ülkeleri iklim değişikliğiyle mücadeleye ve iklim değişikliğinin olası etkilerine uyum sağlamak için ortak bir çaba göstermeye teşvik eder. Bununla birlikte gelişmekte olan ülkelerin bu çabaya katılmaları için gelişmiş destek sağlar. Paris anlaşmasının temel hedefi bu yüzyılda küresel ortalama sıcaklık artışını, sanayi öncesi seviyelerin 2 santigrat derece altında tutmaya ve sıcaklık artışını 1.5 santigrat derece ile sınırlandırmaktır. Paris Anlaşması, tüm Tarafların ulusal düzeyde belirlenmiş katkılar (NDCs) için en iyi çabalarını göstermelerini ve önümüzdeki yıllarda bu çabalarını güçlendirmelerini şart koşmaktadır (UNFCCC, 2015).

25. BM İklim Değişikliği Konferansı (COP25), 2-13 Aralık 2019 tarihleri arasında Madrid’de yapılmıştır. Konferans öncesinde Birleşmiş Milletlere bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü sera gazı bülteni yayınlamıştır. COP25 kapsamında yayınlanan bültende Atmosferdeki sera gazlarının rekor seviyeye ulaştığı belirtilmiştir. Konferansta son beş yılın şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklığa sahip olduğu belirtilmiştir. COP25, Paris iklim Değişikliği Anlaşması’nın amaçlarını takip etmektedir. Küresel ortalama sıcaklık artışını bu yüzyılda sanayi öncesi seviyelerin 2 santigrat derece altında tutmaya ve sıcaklık artışını 1.5 santigrat derece ile sınırlandırma çabalarını sürdürmektedir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde, bu hedefin fiziksel olarak mümkün olduğunu, fakat enerji kullanımı, ulaşım sistemleri ve yaşam tarzımızda çok büyük değişiklikler gerektirdiğini belirtmiştir (WMO, 2019). İDÇS kapsamında her yıl düzenlenen gerçekleştirilen taraflar konferansının 26.sı (COP26), 9-20 Kasım tarihinde İskoçya’nın Glasgow şehrinde yapılması planlanmış fakat COVİD-19 salgını nedeniyle ertelenmiştir7.

BM’nin iki örgütü Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı çevre konusunda her yıl rapor yayınlayarak kamuoyunu bilgilendirmektedir. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliği risklerini değerlendiren “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli” de bu iki örgüt tarafından kurulmuştur. Görüldüğü üzere BM kapsamında çevre sorunlarına yönelik birçok organizasyon gerçekleştirilmektedir. Geçmiş yılların çevre sorunları değerlendirilerek

geleceğe yönelik tahminler yapılmaktadır. BM tarafından düzenlenen bu programlar sürdürülebilir kalkınmaya çevre boyutuyla yardımcı olabilir.