• Sonuç bulunamadı

II. EVLİ KADININ SOYADINA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARLAR

2. Bireysel Başvuru Yoluyla Verdiği Kararlar

Bu başlık altında, somut norm denetiminden farklı olarak, yeni bir yol olması nedeniyle ana hatlarıyla bireysel başvuruya yer verdikten sonra, Anayasa Mahkemesi’nin evli kadının soyadına ilişkin vermiş olduğu karar- ları değerlendireceğiz.

a. Genel Olarak Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu, Türk hukukuna 07.05.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’la84 yapılan Anayasa değişiklikleri

ile girmiştir. Anayasa’nın Görev ve yetkileri kenar başlıklı 148. maddesine göre “… (3) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgür- lüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi biri- nin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketil- miş olması şarttır. (4) Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gere-

83 Çolaker, M.: Temel Hak ve Özgürlüklere İlişkin Uluslararası Antlaşmaların İç Hukukta

Doğrudan Uygulanması, Ankara, 2010, s. 58 vd.; Ergene, s. 161; Çakırca, Soyadı, s. 157; Aydın, s. 266, dipnot 63; Öcal Apaydın, s. 447 vd.; Atasoy, s. 147.

ken hususlarda inceleme yapılamaz. (5) Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

Bu yolu düzenleyen Kanun 6216 sayılı85 “Anayasa Mahkemesinin

Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun”dur. Bu Kanun’un 4. Bölümü (45-51. Maddeler) bireysel başvuruya ayrılmıştır.

Bireysel başvuru hakkı kenar başlıklı m. 45/1’e göre, Herkes, Anaya-

sada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsa- mındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Ancak bireysel başvuru yoluna gidile- bilmesi için, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir (m. 45/2). Öte yandan, yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi, Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz (m. 45/3).

Bireysel başvuru yoluna gidilebilmesi için, başvuranın, ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı- nın doğrudan etkilenmiş olması gerekir (m. 46/1). Bu çerçevede, kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamazlar. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda buluna- bilirler (m. 46/2).

Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Ancak haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvura- mayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeret- lerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle baş- vurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder (m. 47/5).

Bireysel başvuru yapıldığı zaman, Mahkeme, ilk olarak başvurunun kabul edilebilirlik şartlarını taşıyıp taşımadığını değerlendirir, bunun için

başvurunun 45-47. maddelerde öngörülen şartları taşıması gerekir. Kabul edilebilirlik kararı verildikten sonra esasa ilişkin inceleme yapılır. Ayrıca bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, başvu- runun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir (m. 48).

Esasa ilişkin incelemeyi 49. madde düzenlemektedir. Bu maddenin doğrudan çalışma konumuzla ilgili olan 6. fıkrasına göre, bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılaca- ğının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz86.

b. Bireysel Başvuru Sonucunda Verilen Kararların Etkisi

Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuç- larının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verile- mez (m. 50/1). İnceleme konumuzda olduğu üzere, tespit edilen ihlal bir

mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kal- dırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâl-

lerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü

mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir (50/2).

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda verdiği kararla, iptal davası ve somut norm denetimi sonucunda verdiği kararların sonucu birbirinden farklıdır. İptal davası yoluyla, Anayasa Mahkemesi, bir Kanun

86 Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkında geniş bilgi için bkz. Aydın, Ö., D.:

Türk Anayasa Yargısında Yeni Bir Mekanizma: Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru (Bireysel Başvuru), Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XV, Y. 2011, Sa. 4, s. 121 vd.; Korkmaz, R.: Medeni Usul Hukuku Açısından Anayasa Mahke- mesi’ne Bireysel Başvuru, İstanbul, 2017, s. 52 vd.

veya Kanun Hükmünde Kararname’nin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün esas veya şekil bakımından Anayasa’ya uygun olup olmadığını denetler. Anayasa’ya aykırı bulması halinde de normu iptal eder. Somut norm denetimi ya da itiraz yoluyla ise, bir davaya bakmakta olan mahke- menin, bu davada uygulayacağı bir kanun veya kanun hükmünde kararna- menin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi bulması halinde, ilgili hükmün Anayasa’ya uygun olup olmadığını denetler. Her halde, verdiği karar herkes için bağla- yıcıdır. Buna karşılık, bireysel başvuru yoluyla verdiği kararların etkisi de bireyseldir, öncelikle bir kanun hükmünün iptali için zaten bireysel başvuru yoluna gidilmesi mümkün değildir. Bireysel başvuru sonucunda verilen kararlar, başvurucunun hakkının ihlal edilip edilmediğine yöneliktir. İhlal kararı vermesi halinde, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekenlere hükmedilir. İhlale sebep olan bir mahkeme kararıysa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilecektir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerdeyse, başvurucu lehine tazminata hükmedilecek veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilecektir87.

Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi’ne, TMK m. 187’ye ilişkin mah- keme kararının ihlale neden olduğu iddiasıyla yapılan ilk başvuru Sevim Akat Eşki’nin başvurusudur. Anayasa Mahkemesi bu başvuruya ilişkin ihlal kararını 19.12.2013’de vermiştir. Ancak bu kararla, kanun hükmünün iptal edilmesi söz konusu olmadığı için, tabiatıyla bu diğer evli kadınlara bireysel başvuru yoluna gitmeden bekârlık soyadlarını kullanma imkânı getirme- miştir.

c. Evli Kadının Soyadına İlişkin Bireysel Başvuru Sonucunda Verdiği Kararlar

Anayasa Mahkemesi’nin bu hususta verdiği ilk karar Sevim Akat Eşki’nin (Başvuru numarası: 2013/2187) başvurusudur88. Bu başvurunun bir

87 Korkmaz, s. 60 vd.

88 http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/68aa4186-521f-4bf9-9c03-f0e

0bbf55a88?higllightText=kad%C4%B1n%C4%B1n%20soyad%C4%B1&wordsOnly=F alse Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucu verdiği kararlar hakkındaki

özelliği de, başvurucunun yerel mahkemeye açtığı davada TMK m. 187 için Anayasa’ya aykırılık iddiasında bulunmuş olmasıdır. Fatih 2. Aile Mahke- mesi bu iddiayı ciddi bulup itiraz yoluna başvurmuştur. Anayasa Mahke- mesi’nin 10.03.1011 tarihli kararıyla sonuçlanan süreçte itiraz yoluna baş- vuran üç yerel mahkemeden biri Fatih 2. Aile Mahkemesi’dir. Ancak bilin- diği üzere bu itiraz kabul edilmemiştir. Bunun üzerine yerel mahkeme davayı reddetmiş, temyiz talebi de 2. Hukuk Dairesi tarafından reddedilmiş, ilam başvurucuya 22.02.2013 tarihinde tebliğ edilmiştir, 21.03.2013 tari- hinde de bireysel başvuru yoluna gitmiştir.

Başvurucu evlilik öncesi soyadının kullanılmasına izin verilmesi tale- biyle açtığı davanın reddedildiği için, cinsel olarak ayrımcılığa tabi tutularak özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmediğini belirtip Anayasa’nın 2., 10., 12., 17., 20., 41. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildi- ğini ileri sürmüştür. Ancak Mahkeme kabul edilebilirlik incelemesinden geçen başvuruda, esasa ilişkin incelemesini sadece Anayasa’nın 17. maddesi açısından yapmayı uygun görmüştür.

Bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafın- dan müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alın- mış olması, bundan başka Sözleşme (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir. Mahkemenin de ilk değerlendirdiği nokta bu olmuştur. Anayasa’nın, Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı kenar başlıklı 17/1 hükmü şu şekildedir: “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir”. Sözleşme’nin Özel ve aile

hayatına saygı hakkı kenar başlıklı 8. maddesi ise şöyledir: “(1) Herkes özel

ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahip- tir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güven- lik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlen- mesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlük-

değerlendirmeler için bkz. Oruç, s. 456; Mortaş, s. 350; Kılıçoğlu, Aile, s. 173; Öcal Apaydın, s. 446 vd.; Helvacı/Kocabaş, s. 635; Atasoy, s. 153-154.

lerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir”.

Mahkeme, öncelikle özel yaşama saygı hakkını değerlendirmiştir. Buna göre, özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüke- tici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır. Kişinin bireyselliğinin, yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin huku- ken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece önemlidir. Birçok uluslararası insan hakları belgesinde “kişiliğin serbestçe geliştiril- mesi” kavramına yer verilmekle beraber, Sözleşme kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir. Ancak Sözleşme’nin denetim organ- larının içtihatlarında, “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alınmaktadır. Özel yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında, kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar da bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da, Sözleşme denetim organları tarafından ön ad ve soyadını kapsa- yacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesi ad ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermemekle birlikte, kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle, belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkıyla ilgili görülmektedir. Bu hususta, bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve Devletin adların düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesi, bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarının dışına çıkarmamaktadır. Bir başka ifadeyle, Devletin bu hususta düzenleme yapması, ad ve soyadın özel hayata dâhil olduğu gerçe- ğini değiştirmemektedir. AİHM’e göre soyadı, mesleki bağlamın yanı sıra, bireylerin özel ve aile yaşamında diğer insanlarla sosyal, kültürel ya da diğer türden ilişkiler kurabilmesi için önemlidir, onları dış dünyaya tanıtma fonksiyonunu üstlenmektedir.

Anayasa’ya gelince, m. 17/1’de, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzen- lemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında

güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gel- mektedir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru haline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan

biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı

olan soyadının da kişinin manevi varlığı kapsamında olduğu açıktır. Bu gerekçenin devamında, cinsiyet, doğum kaydı gibi kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra, isim hakkının da Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirildiği ifade edilmiştir89.

Mahkeme, devamında yargılama kapsamında başvurucunun sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmasına yetkili idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi şeklindeki uygulamanın, soyadının belirtilen niteliklerinin geçerliliğini kadının soyadı bakımından etkilediğini ve bu uygulanın Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan manevi varlığın korun- ması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır. Bu tespitten sonra, manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni olup olmadığı hususunu değerlendirmiştir. Buna göre, manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylene- mez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasın- dan kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13. madde- sinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir. Anayasa’nın Temel

hak ve hürriyetlerin sınırlanması kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırla-

89 Mahkeme’nin bu noktada, yollama yaptığı kararlardan biri TMK m. 187’yi Anayasa’ya

aykırı bulmayan 2009/85 E., 2011/49 K., 10.03.2011 tarihli kararıdır. Gerçekten de, bu kararında soyadının bu nitelikte bir hak olduğunu kabul etmiştir, ancak evlenen kadının bekârlık soyadından vazgeçmek zorunda bırakılmasını Anayasa’ya aykırı bulmamıştır.

nabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı ola- maz”. Bu bağlamda, Mahkeme, öncelikle yasa ile sınırlama kaydını değer- lendirmiştir. “…Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa

hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır…”. Anayasa Mahkemesi, bu noktada Sözleşme’nin lafzı ve

AİHM içtihatlarının da, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğunun, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uya- rınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olduğunu, müdahalenin hukukilik unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşme’nin 8. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığını ifade etmek- tedir.

Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için, müdahalenin kanuni bir dayanağının bulun- ması zorunludur. Bizim hukukumuzda, başvuru konusu olay bakımından yasal bir dayanak mevcuttur. Nitekim başvurucunun evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebi, ilk derece mahkemesince, 4721 sayılı Kanun’da evli kadının kocasının soyadı olmaksızın yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanabileceğine dair bir hüküm bulunmadığı için reddedil- miştir. Bu noktada, Anayasa Mahkemesi’nin, TMK m. 187 hükmünü deyim yerindeyse bertaraf edebilmesini sağlayan, Anayasa’ya aykırılık itirazında ilgi kuramadığı Anayasa m. 90/5 hükmü olmuştur. Biz bu hükme ilişkin değerlendirmeyi, önceki bölümde 2009/85 E., 2011/49 K., 10.03.2011 Tarihli Karar başlığı90 altında yapmıştık; ancak Anayasa Mahkemesi’nin

gerekçesine de bu aşamada yer vereceğiz.

Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma kenar başlıklı Anayasa m.

90/5’e göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Ana- yasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel

hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”. Bu düzenlemeyle, hukuku- muzda kanunlar ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaş- malar arasında bir çeşit hiyerarşi ihdas edilmiş ve aralarında uyuşmazlık bulunması halinde andlaşmalara öncelik tanınacağı hüküm altına alınmıştır. Buna göre, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası bir andlaşma ile bir kanun hükmünün çatışması halinde, uluslararası andlaşma hükmünün önce- likle uygulanması gerekir. Bu durumda, başta yargı mercileri olmak üzere, birbiriyle çatışan temel hak ve özürlüklere ilişkin bir uluslararası andlaşma hükmü ile bir kanun hükmünü önlerindeki olaya uygulamak durumunda olan uygulayıcıların, kanunu göz ardı ederek uluslararası andlaşmayı uygulama

yükümlülükleri vardır.

Mahkeme bu bağlamda uygulanması gereken uluslararası anlaşmalara yer vermiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi iç hukukta doğrudan uygu- lanma kabiliyetini haizdir. Sözleşme’nin 8. maddesi özel hayata ve aile hayatına saygıyı ifade ederken, 14. maddesi cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklamaktadır. AİHM’in, kişinin soyadını özel hayat kapsamında değer- lendirerek evli kadının kocasının soyadını kullanma zorunluluğunu özel hayata müdahale olarak kabul ettiği birçok kararında, soyadı kullanımı ile ilgili başvurular, Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan “özel hayatın ve aile hayatının korunması” ilkesi kapsamında incelenmiş ve kadının evlendikten sonra yalnızca evlilik öncesi soyadını kullanmasına ulusal mercilerce izin verilmemesinin, Sözleşmenin özel hayatın gizliliğini öngören 8. maddesiyle bağlantılı olarak, ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesine aykırı olduğu sonu- cuna varılmıştır (bkz. Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004; Leventoğlu Abdulkadiroğlu/Türkiye, B. No: 7971/07, 28/5/2013; Tuncer Güneş/Türkiye, B. No: 26268/08, 3/10/2013; Tanbay Tüten/Türkiye, B. No:38249/09, 10/12/2013). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden başka, cinsiyetler arası eşitlik ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer bir takım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi m. 23/4 ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi m. 16/1 b. g hükmüne de yollama yapılmıştır.

Mahkemeye göre, “…Anayasa’nın 90. maddenin beşinci fıkrası uya- rınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup, kanunlar gibi uygu- lanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olan sözleşme hükümleri ara- sında bir uyuşmazlığın bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas alınması zorunludur. Bu kural bir zımni ilga kuralı olup, temel hak ve

özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır. Başvuruya konu yargılama

kapsamında verilen kararın 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesine dayana-

rak verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, ilgili Kanun hükmünün sözü edilen Sözleşme hükümleri ile çatıştığı görül- mektedir. Bu durumda, uyuşmazlığı karara bağlayan derece Mahkemeleri-

nin, AİHS ve diğer uluslararası insan hakları andlaşmaları ile çatışan

4721 sayılı Kanun’un 187. maddesini kararlarına esas almayarak, başvuru

konusu uyuşmazlık açısından Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca uygulan- ması gereken uluslararası sözleşme hükümlerini dikkate alması gerektiği

Benzer Belgeler