• Sonuç bulunamadı

Bilinçdışının Rolü ve Freud Etkis

Gerçeküstücülüğün kaynaklarının ve köklerinin How to Understand

Modern Art adlı kitapta “ortaçağlara kadar” uzanmakta olduğu, bazılarının ise yeni

olduğu dile getirilir. Gerçeküstücülüğe götüren bu eğilimler ve etkiler şu şekilde sıralanır:

1. Bosch, Piranesi ve Desiderio‟dan esinlenen eski fantastik ve romantik

bir sanat geleneği 2. Fransız Sürrealist şairlerinin direkt etkisi ki onlar da 19. yüzyıl Fransa‟sının ihtilalcı romantik edebiyatından etkilenmiş ve esinlenmişlerdir. 3.Bireysel romantik bir sanatçı olan Georgio de Chirico‟nun etkisi 4. Klee, Chagall gibi eserlerinde fanteziye ve hayal gücüne yer veren ve gitgide Neo-Romantism‟e götüren sanatçıların etkisi

5. Dadaism 6. Sigmund Freud‟un eserleri 7. Kübism‟e karşı stilistik bir

tepki. Modern sanatın klasik ve abstre taraflarına karşı tepki (“Resimde ve Şiirde Sürrealizm” Yeni İnsan 18 22 ).

Bu kaynaklara bakıldığında, Gerçeküstücü ifadeyi büyük oranda etkilemiş kişi ise Sigmund Freud olarak belirir.

Gerçeküstücü ifadeye, Breton‟un deyişiyle “katıksız ifade modeline” (29) kaynaklık eden Freud‟un psikanalizmi, gizli isteklerin, anıların bilince çıkarılır

25

çıkarılmaz iyileşmesi esasına dayanıyordu. Serbest bir araya geliş, rüyaların yorumlanması, dil sürçmeleri aslında başka bir gerçekliğe işaret etmekteydiler. Bunun için hipnoz da belli bir süre Freud‟un yöntemleri arasında yerini aldı. Fakat kısa bir süre sonra güvenilmez olduğunu iddia ettiği için bunun yerine hastalarından elde ettiği itiraflarla hastaları iyileştirme sürecine yöneldi. John MacCrone, Freud‟un bir devrimci olmadığını, yönteminin altında yatan akıl görüşünün ise Romantik görüş kaynaklı olduğunu; tıbbın bilime yöneldiği bir dönemde Freud‟un “tıbbın bilimsel olmayan geçmişine yönel[diğini]” iddia eder.

Freud‟un öne sürdüğü akıl modeli ise; id, ego ve süper ego olarak üçe ayrılır. İd, tüm kişiliği yöneten bilinçdışı enerji kaynağıdır, görünmeyende gizlidir; ego ise kişinin akılcı parçasıdır. İd‟in karanlık güçlerini denetlemek için savunma mekanizmalarıyla donanmıştır. Fakat bazen id, bu enerjiyi parçalayarak bilinç yüzeyine çıkabilir. Süper ego ise Freud‟un toplumsal bir vicdana verdiği adı sembolize eder. Freud‟a göre cinsellik yani libido, akılsal enerjinin başlıca kaynağı, her eylemin ardında yatan itici saplantıydı. Ona göre cinsel istek yetişkinlikte değil, insan doğduğu andan itibaren ortaya çıkmaktaydı. Psikoterapi sürecinde sorunları konuşmak işe yarasa da, rüya analizleri ve çocukluktaki cinsel travmaları ortaya çıkarma yaklaşımı daha ciddi hastalıklarda işe yaramıyordu. Freud‟un düşünceleri 1920 ile 1930‟larda dönemin aydınları tarafından büyük bir ilgi gördü, Romantik nesle bir meşruluk kattı, Gerçeküstücülüğe de bir alt yapı hazırladı.

Gerçeküstücü şair, Freud‟un hasta koltuğunda yatan ve bilinçdışını boşaltmak ve tedavi olmak isteyen bir hasta konumundadır. Otomatizm, ruhsal boşalma bundan ötürü gereklidir. Gerçekliği yeniden programlamanın, ona yön vermenin yöntemi ancak bilinçdışını boşaltmak onu gerçekliğe eklemlemekle mümkün olur. Bilinçdışı dolayısıyla tutkular, istekler dış gerçekçiliğin daha

26

“insanileşmesine” neden olur. Burada bilinçdışına duyulan bir bağlılık söz konusudur. Otomatizm, bu bilinçdışının aktığı bir oluk görevi taşır. Dış gerçeklik artık, iç gerçeklik tarafından kuşatılmıştır. Şairlerde bu metot, esin hipnozuyla gerçekleştirilir. Şairin uyutulmak gibi durumlara ihtiyacı yoktur. Çünkü gerçeğin hipnozu altında akıcı bir şekilde bilinçdışının buyruğunu izler. Bu gizil güç, şairin üzerinde bir otorite kurmalıdır çünkü kelimeler artık bir doktor görevindedir. Rüya ise artık bir bilgi alanıdır. Bu yüzden André Breton şöyle sorar: “Acaba ne zaman uyuyan mantıkçılarımız, uyuyan felsefecilerimiz olacak?” (16). Ayrıca, rüya ve gerçekliğin iki ayrı kutup olmadığını, “bu iki hâlin gelecekte, tabiri caizse bir tür mutlak gerçeklik olan sürreallikte bütünleşeceğine inan[dığını]” (18), “varoluş[un] başka yerde” olduğunu (53) dile getirir. André Breton‟a göre korku, olağandışının çekiciliği, şans, aşırılıklardan duyulan haz, araştırılması gereken duygulanımlardır: “Saçma seçimlere, karanlık dipsiz kuyu rüyalarına, çekemezliklere, süresi uzayan sabra, mevsimlerin geçişine, yapay fikirlerin düzenine, tehlike yokuşuna elveda; her şey için zamanımız var! Yalnızca şiir uygulaması zahmetine girmeniz yeterli” (23).

1924‟te yayımlanan “Birinci Sürrealist Manifesto”nun ardından, 1930‟da “İkinci Sürrealist Manifesto” yayımlanır. Gerçeküstücülüğe bazı yazarlar ve akıl sağlığı uzmanlarınca yapılan saldırılar “Gerçeküstücülerin çalışmalarının takıntılı ve kuşkulu insanların itirafları” olduğu etrafındaydı. Sahip oldukları metotlar hakkında da aşağılayıcı ithamlar dikkat çekiyordu. Örneğin, Profesör Janet‟ın sözcükleriyle “bir şapkadan rastgele beş kelime çekiyorlar ve bu beş kelimeyle çeşitli çağrışım serileri yapıyorlar[dı]” (60). Gerçeküstücülüğü böyle bir düzeyden algılamak, onun künhüne nüfuz etmeyi ve onu bir metot çalışması olarak görmeyi engellemektedir.

Gerçeküstücü deney dış gerçekliği alt etmeyi öncelikle dil ile başarmaya çalışmıştır. Bu sosyal eylem sorunu, bir “insan ifadesi” sorunudur. Dil, gerçekliği

27

kurarken; gerçekliği değiştirme gücüne de sahiptir. Dolayısıyla Gerçeküstücülüğün neden bir dil sorunu olduğu böylelikle anlaşılabilir. André Breton‟un ifadesiyle “Dada ve Sürrealizm, Pandora‟nın kutusunu açar gibi sözcük sürülerini -insan zihninden- salıvermiştir” (93). “Bu kendiliğinden veya daha kendiliğinden, dolaysız veya daha dolaysız faaliyetin ürünleri” yerleşik düşünce biçimini örgütlemek için Gerçeküstücülüğün güvendiği ürünlerdir. İlkel insanın sahip olduğu o dolaysız ve kendiliğinden akan saf ifadelere ulaşmak, bilinçdışını serbest bırakmakla mümkün olacaktır, diğer bir deyişle “mantıksal melekelerin işlemediği alanlar[ın]” (100) dilsel dolaşıma sokulması söz konusudur. Böylece insan mantığının denetimindeki dilsel ifade yolları açılacak, dil ifade etme özgürlüğüne kavuşacaktır.

André Breton, Gerçeküstücülüğün sosyal sorunlar alanında Marksist doktrini; fikirlerinin evriminde ise Freudyen doktrini benimsediğini; Freudyen eleştirinin sağlam bir temele sahip ilk ve tek eleştiri olduğunu dile getirir (102). André Breton‟un ifadesiyle, Freud “sinirsel hastalıkların patolojisini araştırdıkça, onların insanın ruhsal hayatının diğer olgularıyla, hatta en çok önem verdiklerimizle bağlantılarını da görmeye başla[dığımızı]; ve göründüğümüzün aksine, gerçekliğin bizi ne kadar az tatmin ettiğini gör[düğümüzü]” söyler. Eğer kişi sanatsal faaliyet içinde ise, “hayallerini semptomlar yerine sanatsal yaratılara dönüştürebil[ir]. Böylelikle nevroz akıbetinden kaçabilir ve bu sapma vasıtasıyla, gerçeklikle ilişki kurabilir (104).

Gerçeküstücü düşünce, bu eylemin içinde olanlara esini incelemelerini ve onun kutsal bir şey olduğunu düşünmeyi bıraktıkları andan itibaren esinin kendilerine boyun eğmesinin hayalini kurmaya başlamalarını salık verir. Yani esin kendiliğinden şaire hizmet edecektir. Şairin esini kontrol etme gibi bir amacı yoktur. İkinci Yeni‟de esin şaire boyun eğmiş değildir, ön belirlenimli anlamın olduğu her

28

yerde şair esini anlamaya, belirlenime uygun olup olmadığını kontrol etmeye çalışır. Dolayısıyla İkinci Yeni‟nin yapılan bir şiir olduğunu düşündüğümüzde, Gerçeküstü düşüncedeki esin ile İkinci Yeni‟deki esinin farkı ortaya çıkmış olur.

André Breton, yazmasının amacını şu şekilde ortaya koyar: “Başka bir şey için değil, insan aramak için” (116). Bunun için “medyumistik olgulara” oldukça önem verir, “Dünyaya ödün vermek yok” der. Dünyayla kastedilen, aklın ve mantığın düzenlediği dünyadır. Dolayısıyla malzemesini duyularıyla algıladığı dış gerçeklikten değil, hislerle sterilize edilen iç gerçeklikten alır. İnsanın bütünsel olarak algılanması için, onun ihmal edilen iç dünyasına bakılması gerektiği gerçeği kimi İkinci Yeni şairlerinin de gündemindedir. İkinci Yeni şairlerinden Sezai Karakoç‟un dediği gibi “(Ben)in en küçük davranışı bile büyük bir haber gibidir” (Edebiyat Yazıları II “Dişimizin Zarı” 27). Gerçeküstücülükte bu “hayret” duyma hissi de önemli bir işleve sahiptir. Bartoli-Anglard hayreti “dünyanın ve mükevvenâtın zenginlikleriyle, bilinmez olanın karşılaşması” olarak ifade eder (Aktaran Adonis 99).

29

BÖLÜM II