• Sonuç bulunamadı

2. Kişisel özellikler:

1.3. Bilişsel Davranışçı Kuram

1.3.1. Biliş ve Bilişsel Davranışçı Terap

Düşünme ve düşündüğünün farkında olma yeteneği, insanı oluşturan en önemli özelliktir. Bu özellik, psikolojide eski Yunan felsefesinden itibaren bahsedilmektedir. Albert Ellis, ruh sağlığında bu fikre hak ettiği değeri veren ilk isimdir. Ellis (1994), Düşünsel Duygulanımcı Terapi’yi geliştirerek, insanların ruhsal sorunlarının çoğunun, gerçeğe uymayan inançlardan kaynaklandığını belirtmiştir (Türküm, 1994). 1960’lı yıllara gelindiği zaman Aaron T. Beck, Bilişsel Terapi’yi geliştirmiş ve düşüncenin ruhsal patolojilerin kavramlaştırılmasındaki yerini tartışılmaz şekilde psikiyatri ve psikoloji alanına kabul ettirmiştir. Davranışçı terapi, psikanalize yönelik yapılardan da beslenmiştir ve bu yeni akımı olumlu bir şekilde karşılaması ile, bilişsel terapi akımının daha da ivme kazanmasını sağlamıştır. Seksenli yıllarda davranışçı terapistlerin pek çoğu bilişsel kuramı benimsemiş ve bu akıma Bilişsel-Davranışçı Terapi adını vermişlerdir (Türkçapar, 2008). Ellis tarafından geliştirilmiş olan Düşünsel Duygulanımcı Davranış Terapisi, Beck tarafından geliştirilen bilişsel terapi ve davranışçı terapi ile bilişsel terapinin bütünleşmesinden oluşan bilişsel-davranışçı terapi, ruhsal hastalıkları kavramsallaştırma, tedavi etme konusunda düşünceyi merkez olarak almaktadır. Uygulama ve kuramda bilişsel süreçlere odaklanıldığı için birbirine çok benzemekte, bu yüzden bu isimlendirmeler aynı başlık altında ve birbirinin yerine kullanılabilmektedirler (Türkçapar, 2008).

Bilgi işleme modeline dayanan bilişsel terapiler, bir psikoterapi ve psikopatoloji kuramı olarak psikolojik problemlerin bilişsel işlevlerine odaklanmaktadır. Burada bilişsel işlev, klinik olarak kişiyi, çevresini, yaşadıklarını, gelecekle ilgili algılarını, değerlendirmelerini, düşüncelerini, yorumlarını ve anlamlandırmalarını içermektedir. Bilişsel psikoloji tarafından ele alınan süreçler biliş, algı ve duyudur. Duyma, görme, tatma gibi duyular, duyusal nöronlar uyarıldığı zaman ilk ortaya çıkan sonuçtur. Algılama, dış ve iç dünyayla ilgili bilgi edinmek için bu duyuları organize etme ve değerlendirme sonucu elde edilir. Biliş, algılardan ve duyulardan gelen bilgilerin beyin içerisinde işlenerek, bunlarla alakalı geliştirilen plan ve yöntemlerin meydana getirdiği düşünme, problem çözme ve dil gibi karmaşık süreçlerdir (Türkçapar, 2008).

Bilişsel psikolojinin verilerine göre beyin çalışmasının ürünleri olan zihinsel işleyiş, temelde elektriksel düzeyde birbirleri ile bağlantılı olan nöronların tepkileri ile yürütülmektedir. Bu enerji akışının amacı ve işlevi, bilginin işlenmesidir. Bilgiden kasıt, duyular ya da algıların zihinsel tasarımlara dönüşmesidir. Bir insanın ilk defa Boğaz Köprüsü’nü görmesi ile, zihninde bununla ilgili bir tasarım oluşmaktadır. Beyinde oluşan bu görsel sistem, belli bölgelerde oluşan etkinlik ile başlamakta ve bilginin görsel bellekte depolanmasıyla sonuçlanmaktadır (Türkçapar & Sargın, 2012). Kişi daha sonra köprüyü hatırladığı zaman görsel korteks benzer bir sinir ağ profili örüntüsünü etkinleştirir ve Boğaz Köprüsü zihinde görselleştirilebilir. Sinir sistemindeki belirli nöronların birbirleri ile bağlantılı bir şekilde etkinleşmesi, belli bir örüntü doğurmaktadır ve tasarımlar da, o nesneyle alakalı bilgiler içermektedir. Tasarımlar duyusal ve algısal nesneler gibi soyut ve somut kategorileri de temsil edebilmektedir. Bu temsiller, bilginin işlenmesi sürecinde önemlidir. Bilgi işleme süreçleri duyuları ya da algıları karşılaştırma, çıkarma, ayırma, toplama, kümeleme, genelleştirme, zıtlaştırmadır.

Bilişsel psikolojideki temel ilkelerden temel alınarak, bilişsel kuram geliştirilmiştir. Temel unsurlar olayların kendisi değil, yorumlama ve algılama tarzıdır. Klinik bilişsel kuramın kapsamında bilişsel süreçler, bireylerin olayları algılama şekli, değerlendirmesi aralarında bulunan ilişkiyi belirlemesi, ön görmesi ile kişinin değişen ve kendisine engeller çıkarabilen çevresiyle uyum kurmasını sağlamaktadır. Bilişsel kurama göre, insanın hayatını yorumlama şekli, eylem ve duyguları üstünde önemli bir etkiye sahiptir (Türkçapar, 2008).

Bilişsel yapı, bireyin dış dünyayı ve içsel süreçlerini gözlemleme ve değerlendirme yaparken kullandığı öznel bir mercektir. Kişinin belli davranışsal ve duygusal tepkilerinin görülmesi için ilk olarak çevresindeki durumları, olayları ve kişileri algılamalı, daha sonra da anlamlandırmalı ve yorumlamalıdır. Bilişsel terapi, duygusal anlamda bir problem yaşandığı zaman, bireyin yaşadığı olayın içinde olduğu ortamla alakalı olabileceği ve değerlendirme sistemi arasında bir bağlantı olabileceğini savunmaktadır. Ruhsal rahatsızlıkların olduğu durumlarda yaşanılan durum ve içinde bulunulan ortam ile duygusal tepkilerin orantısız hale geldiği düşünüldüğü zaman, bilişsel etkenlerin gücü anlaşılmaktadır. Herkesin zevk alarak ve rahat bir şekilde

oturduğu ve film izlediği bir sinema salonunda korkan ve kendisini dışarıya atmak isteyen fobik bir hasta düşünüldüğü zaman, bu kişiye göre problemin sebebi, sinema salonudur. Burada yanıt alınamayan soru şudur: Eğer salonun problem yaratma gücü varsa, o kadar insan rahatken, neden yalnızca fobik hasta korkmaktadır? Aynı ortamdaki diğer insanların rahat olması, başka etmenlerin duygusal tepkiyi belirlediğini göstermektedir. Arada bulunan bu fark, fobik bireyin sinemada korku yaşarken zihninden geçenler incelendiği zaman anlaşılmaktadır. Korku esnasında zihinde “ya şu anda bir problem olursa ve buradan çıkamazsam?” düşüncesi olduğu görüldüğü zaman, durum anlaşılmaktadır. Birey, içinde olduğu durumu tehlikeli olarak görüyorsa kaygı duymakta ve oradan uzaklaşmak istemektedir. Aynı şekilde kişi, geriye döndürülemeyecek bireysel kayıplar yaşadığını ve bunun da değişmeyeceğini düşünüyorsa, bu durumdan da kendisini sorumlu görüyorsa, kederli ve karamsar hissetmekte, hiçbir şey yapmamaktadır.

İnsanların dünyaya karşı yorumlarını ve bakış açısını belirleyen, bilişsel yapıda bulunan inançlar ve beklentiler, işlevsel ya da çarpık değilse birey, sorun yaşamaya başlamaktadır. Buna paralel olarak insanların yaşadığı sorunlar genel olarak kurallara ve yanlış sayıltılara bağlı olarak ortaya çıkan hatalı ya da eskik değerlendirmeler ile gerçekliğin çarpıtılması yüzünden ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle insanlara rahatsızlık veren duygusal problemler, direk yaşananların ve olayların kendisinden değil, bunların değerlendirilme ve algılanma şeklinden kaynaklanmaktadır.

Bilişsel terapiye göre bu durum, ruhsal rahatsızlığın bilişsel yapıdaki problemlerden ortaya çıkmaktadur. Bilişsel-davranışsal, çevresel veya biyolojik sebeplerin etkileşimi ile yaşanabilen problemlerin sürmesinde bilişsel faktörler, önemli bir sürdürücü unsurdur. Davranışta sorunlara yol açan düşünceler, bilişsel eksikliklerin ya da bilgi işleme esnasındaki hataların sonucunda oluşabilmektedir. Bilişsel terapide ilk olarak düşünce, davranış ve duygular arasındaki bağlantılar saptanmaya çalışılmakta, kişinin yaşantılarını uyumsal ve gerçeğe uygun bir şekilde yorumlaması sağlanmaktadır (Karakelle, 2010). Probleme neden olan yorumlama ve anlamlandırma şekillerinin yerine, işlevsel ve gerçeklik ile daha fazla uyuma sahip olanları ortaya koyma ve onları göstermeye dayanmaktadır.