• Sonuç bulunamadı

BİR YAPILANDIRMA ÖRNEĞİ OLARAK KADIN BEDENİ

Belgede TOPLUMSAL CİNSİYET (sayfa 180-200)

Doç. Dr. Halis Adnan ARSLANTAŞ1

1 ESOGÜ Eğitim Fakültesi/ESKİŞEHİR, haarslantas@gmail.com htpps://orcid.org/0000-0002-5289-9017

175 GİRİŞ

Bu çalışmanın kuramlar düzeyinde ele alışının önemli bir nedeni vardır. Öncelikle belirtmek gerekmektedir ki kurama dayanmayan hiç bir bilgi geçerlilik ve güvenilirliğini sağlayamaz. Kuram, bilimsel araştırmalarda değişkenler arasında olabileceği varsayılan ilişkilerin dayandırıldığı ve literatürde bilimsel araştırma süreciyle yapılan çalışmalarla desteklenen bilimsel açıklamalar olarak tanımlanmaktadır. Kuramın bilimdeki işlevi değişkenler arasındaki ilişkiyi tahmin etme ve anlamayı sağlamaktır. Bilimin evrendeki gerçekliği ortaya koymaya çalışan bir misyondur ve evrendeki ilişkileri tanımlama ve açıklama işlevini yerine getirmektedir (Yener, 2018). Bu nedenle bir toplumda kadın bedeninin o toplum tarafından toplumsal olan için yapılandırılmasına dair açıklamalar çeşitli kuramlara dayandırılarak açıklanmış, geçerlilik ve güvenilirlikleri ispat edilmiş yaklaşımlardır. Bu önemlidir. Yine bir toplumda kadın bedeninin yapılandırılmasına dair açıklamaların bilimsel değişkenler arasında olabileceği varsayılan ilişkilere dayandırılması o açıklamaya bilimsel bir kimlik kazandırmaktadır. Aksi takdirde dile getirilen şeyler bir söylenti olmaktan öteye gidemez. Her söylenti ise toplumun kalp ve beynindeki zararlı bir virüstür.

Örneğin kadın bedeninin toplum tarafından toplumsal olan için yapılandırılmasında cinsler arasındaki değişkenlerin ilişki derecesini tahmin etmek kuramsal yaklaşımlarla mümkündür. Sonuç olarak Bilimin evrendeki gerçekliği ortaya koymaya çalışan bir misyonu olduğu kabul edilirse tıpkı erkekte olduğu gibi kadın bedeni ile ilgili

176 TOPLUMSAL CİNSİYET

aklın süzgecinden geçirilen söylemlerin de evrendeki ilişkileri tanımlama ve açıklama işlevini yerine getirdiği ve bu söylemlerin de bilimsel olduğu kabul edilmelidir.

Bu çalışmada cinsiyet, toplumsal cinsiyet2 rolleri, ataerkillik gibi kavramların kadın bedenini yapılandırma biçimleri yukarıda dile getirilen nedenlerden dolayı kuramsal düzeyde ele alınmış, cinsiyet yapılandırılmasının biyolojik yönünden çok toplumsal anlamlarının inşası sürecine dair kuramsal yaklaşımlar nitel bir biçimde dile getirilmiştir.

Bir literatür taraması olarak gerçekleştirilen bu çalışmanın teorik arka planı genel olarak konuyla ilgili kuramsal yaklaşımlar, özelde ise feminist kuramın Liberal, Kültürel, Biyolojik ve Marksist yaklaşımlara etki dereceleri gösterilmek istenmiştir.

Toplumsal cinsiyetin yapılandırılması konusundaki görüşlerin değerlendirilmeye çalışıldığı bu çalışmada gerek geleneksel gerekse modernizm yanlısı toplumlarda konuyla ilgili önemli kazanımların feminizmin lehine bir gelişme gerçekleştirdiği tespit edilmiştir.

Kuramsal bir yaklaşım olmaktan uzak olduğu halde modern toplumların söylem dilinde önemli bir yer alan feminizmin siyasal baskı oluşturucu özelliğinden kaynaklanan başarısını görebilmek ve feminizmi bu anlamda takdir etmek gerekmektedir. Hatta feminizm

2 Bu terim sosyoloji literatürüne Ann Oakley tarafından sokulmuştur. ‘Cinsiyet’(sex) biyolojik olarak erkek ya da kadın ayırımı dile getirilirken, ‘toplumsal cinsiyetin (gender) erkeklik ve kadınlık arasındaki eşitsiz bölünüşü dile getirilir (Marshall, 1998).

177

için son dönemin en etkin biçimlendirici ideolojisidir demek bir yanılgı olmayacaktır. Feminizmin bu başarısının arkasında yatan birçok önemli neden olabilir. Ancak bu gerekçelerden en önemlisinin ideolojik anlamda yeni bir ideoloji üretilmesinde tıkanan dünyanın bu günlerde toplumları rahatlatmanın bir yolu olarak bu ideolojinin yarattığı yenilik imajından faydalanmaya çalışması ve söz konusu tıkanmanın bu şekilde perdelenmeye çalışılması olabilir. Durum her ne olursa olsun artık kadın bedenini yapılanmasına yönelik bakış önüne geçilemez bir şekilde yeniden yapılandırılmakta ve önceki zamana yönelik davranışları destekleyecek her eylem çok ciddi bir biçimde ya yalnızlaştırılmakta ya da cezalandırılmaktadır. Bu cezalandırma ya da yalnızlaştırılma işleminde de gerek devlet gerekse toplum ya da birey hiçbir savunma gücü içeren bir anlama sahip değildir.

Tarihin neredeyse her döneminde bir baskı aracı olarak kullanılan kadın bedeniyle ilgili bu durum, kadının bedeninin sömürülmesini öğrenmesi anlamında şimdilik emekleme döneminde olsa da uzak gelecekte daha ciddi olgunlaşmalar yaşayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur dersek yanılmış olmayız. Günümüzde cılız bir şekilde varlığını bildiğimiz (halk arasında) geleneksel ile modern arasındaki çatışmada kapitalist ekonomik sistemin kadın bedenini sömürüyor olması kuvvetli bir delil olarak kapitalizmin suçudur. Kadın bedenini kapitalist ekonomik sistem tarafından yapılandırılması modası dünyadaki toplam mülkiyet dağılımından kadının daha fazla pay almasıyla zaman içinde yok olacaktır. Çünkü ekonomik doygunluğa

178 TOPLUMSAL CİNSİYET

ulaşınca bireyler yönetilmekten çok yönetme eğilimine doğru bir geçiş yaşamaktadır. Şu anda yönetilen kadın bedeni için de bu geçiş süreci kadının ekonomik bağımsızlığını kazanma oranını arttırmasıyla kadının lehine er geç gerçekleşecektir. Artık kadınlar seslerini modern zamanın araçlarıyla önceki zamanlardan daha çok ve net bir biçimde yükseltebilmekte ve bilinç düzeyleri de bu yanılsama yaratıcı süslü vaatlere kanmamaktadır.

Üzerinde yaşadığımız dünyada bir yandan geleneksel diğer yandan modernist tutumlar çok ciddi bir bunalım yaşamaktadır. Artık ideolojilerin söylemleri, teknolojik araçların katkısıyla gelişen insan beyni karşısında durağan bir zihinsel ve sosyal hayattan başka yeni bir şey üretememektedir. Bu üretimsizlikten aynı şekilde özelde Marksizm de kendisine düşen payı almakta ve üretememenin çaresizliğini yaşamaktadır. Kısaca dünya hiç yaşamadığı bir bunalım içinde gezinmektedir.

Sosyal bilimlerin dışında kalan diğer bilimlere şiddetli yönelim, meta üretimi ve artı üretimi zenginleşmiştir. Ancak bu üretimlerle birlikte var olan sosyal içerikli aparatlara yönelik bir çözüm önerisi geliştirilememiş olması yaşanan bunalımın bekli de en önemli nedenidir. Ortada kontrolsüz bir biçimde dolaşan çok güçlü sermayeler istedikleri gibi davranabilmekte, bu davranışlarının sosyal olana etkisini meşrulaştırmayı yasalar aracılığıyla da kanunileştirebilmektedirler. Sermaye için artık kendi ülke sınırları yetmemekte, adeta coğrafi keşifler ve sonuçlarının yaşandığı dünyaya geri dönülmektedir. Doğal zenginlikleri hızla tükenen dünyanın

179

yaşanan sorunlar karşısındaki çözüm arayışı belki de şu gün için ihtiyaç olan sosyale yönelik bakış açısının güncellenmesini yeniden ve bir daha insana öğretecektir.

Bu çalışma baskıcı anlayışların sonuçta pes etmek zorunda kalışlarının kadın bedeninden hareketle görülebilmesi açısından da önemlidir. Çünkü baskıcı davranışın her türü karşısındakini zafere ulaştırır. Bu anlamda kadının zaferi yaşadığımız yüzyılın ikinci yarısının “kadın hakları” çağı olarak nitelendirilmesi ile taçlandırılmıştır. Bu yaygın bir görüştür (Poster, 1989).

Her ne kadar buraya kadar dile getirilenlerle kadın kavramının yükselişi dillendirildiyse de unutulmamalıdır ki kadın ve erkek birlikte değerlendirilmeli ve erkeğe tepki göstererek, erkeği dışta bırakarak varılacak noktanın kadını yalnızlaştıracağı unutulmamalıdır. Kadının kurtuluşu ancak erkekle, erkeğin kurtuluşu da kadınla birlikte düşünülmelidir. Amaç kadınla erkek arasına tamiri zor mesafeler koymak olmamalı, böyle bir durumdan her ikisini de birlikte kurtaracak şeyler için mücadele edilmelidir. Bunun yolu, erkeğin kadına, kadının da erkeğe göre tanımlanmamasından geçmektedir (Onur, 1986) .3

3 Bir karşılaştırma örneği olarak Ortega (1999),“Erkeğin akbaba ya da melek gibi kanatlı olmasını istemenin bir anlamı olabilir, ama kadının "özü gereği" belirsiz olmaktan çıkmasını dilemenin anlamı yoktur. Bu, kadının varlığının belirsizliğinden ötürü erkeğe verdiği zevki yok etmek demek olur. Buna karşılık erkeğin varlığı berraklıklar üstünedir. Onda her şey açık seçik olup biter. "Öznel berraklık" elbette; somut, dünya ve hemcinsleri hakkında nesnel berraklık değil. Belki düşündüğü her şey düpedüz saçmalıktır, ama o, kendi içinde kendini berrak görür. Bu nedenle, erkeğin iç dünyasında her şeyin çizgileri sert ve kesindir, böylelikle kaskatı

180 TOPLUMSAL CİNSİYET

Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Kavramları Üzerine: Cinsiyetin İnşası

Doğal yaşamın başlangıcı sosyal açıdan herhangi bir cinsiyet ayrımı içermemektedir. İlişki ve ilişkiye dair rol sayısının artışına yönelik kazanımlar zamanla kadın ve erkek farklılığını bir kurgu olarak ortaya çıkarmış ve ortaya çıkarılış deneyimle de ilişkilendirilmiştir. Gerçekten de birlikte yaşamak bir deneyim işidir. Her deneyim bir başkası için öğretici ve eğitici özellikler taşımaktadır. Bu özellikler sayesinde insan hem toplumsal varlık olmayı hem de toplumdaki diğer unsurlarla belirli kurallar çerçevesinde sürekliliği olan ilişkiler kurma zorunluluğunu öğrenmektedir. Genel olarak kültür, zihniyet dünyası ve ideolojiler söz konusu olduğunda bu deneyime dayalı süreklilikler özellikle önem kazanmıştır.

Söz konusu süreklilik içinde bir çocuk dünyaya geldiğinde aile çevresindeki diğer insanların anne ya da babaya çocuğun biyolojik cinsini sormaları çocuğun cinsiyetini öğrenme isteğidir. Bu

kenarlarla dolu bir varlık olur çıkar. Kadınsa sonu gelmez bir alacakaranlıkta yaşar; istiyor mu istemiyor mu, yapacak mı yapmayacak mı, pişman mı değil mi bir türlü bilemez. Kadının içinde ne öğleüstü vardır ne gece yarısı: o bir alacakaranlık varlığıdır. Bu yüzden yapısı gereği sırlıdır. Duyduğunu ve kendisine olanı açıkça bildirmediğinden değil; normalde ne duyduğunu, kendisine ne olduğunu söyleyemez de ondan. Kendisi için de bir sırdır. Bu, kadına, "ruh"undaki kalıpların yumuşaklığını verir ki, bizim için tipik kadınsı olan yanıdır bu. Erkeğin sert kenarlarına karşılık, kadının iç dünyasında yalnızca nazik kıvrımlar vardır sanki. Bulutlar gibi, karışıklığın biçimleri de yuvarlaktır. Buna bir karşılık olarak, kadının bedeninde ten hep incecik kıvamlara yönelir, İtalyanların morbidezza (yumuşaklık) dedikleri şeydir bu. Victor Hugo'nun Hernani'sinde Madam Sol sonsuz, büyüleyici kadınsılıkta bir tümce söyler: "Hernani, toi qui sais tout!" ["Hemani, sen ki her şeyi bilirsin!"] Madam Sol burada "bilmek"le bilgiyi kastetmez, kendi kadınsı karışıklığından Hemani'nin erkeksi berraklığına bir üst yargı olarak sığınmaktadır (Gasset (1999):153-158).

181

kalıplaşmış soru sorma biçimi bizlere cinsiyet teriminin bir realite olarak ilk başta biyolojik yapıyla tanımlandığını anlatmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki bu soru aynı zamanda toplumsal cinsiyetin yalnızca cinsiyet farklılığını belirlemekle kalmaz, aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de belirtir (Berktay 2000).

Görüldüğü gibi görünüşte basit bir soru gibi görünen “cinsiyeti nedir?” sorusu cinsiyet teriminin sadece biyolojik tanımlanmayla anlam bulan bir terim olmadığını göstermektedir. Çünkü söz konusu soru doğan çocuk için hangi cinsin toplumsal ve cinsiyete dayalı rolünü devam ettireceğine dair bir merakın da sorusudur. Bu anlamda biyolojik var oluşla sosyal var oluş arasında düalist bir mücadele söz konusudur. Bizler bu mücadeleyi şu cümleden hareketle kolaylıkla görebiliriz; “Sağlıklı olsun ha kız ha erkek olmuş hiç fark etmez.” Cevap ta bu içerikle verilmiş bir cevaplar silsilesinden oluşmaktadır. Hem sorunun hem de cevabın samimiyeti soran ve cevap verenin aile içi ilişkilerindeki tutumlarında saklıdır.

Dünyaya geliş süreci ile birlikte erkek ya da kız olmak her toplumda resmi bir nitelik kazanarak toplumun yasal arşivinde bir tanımlanmaya dönüşür. Devlet dairelerinin resmi evraklarında geçen kız-erkek çocuk kayıtları ile ilgili bölümlerin varlığı bizlere toplumsal kurumların bu şekilde konuyu ele aldığını ve konunun da o toplumda bu şekilde resmiyetle yapılandırıldığını göstermektedir. Doğumla tanımlanan cinsiyet teriminin toplum kurgusu içinde bu forma girdirilmesi artık cinsiyetin resmi olarak toplumsallaştırılması

182 TOPLUMSAL CİNSİYET

anlamına gelmektedir.

Cinsiyetin bu şekilde toplumsallaşmasında yani kadın ya da erkek olarak tanımlanmasında o toplum ve o toplumun kültürünün yüklediği anlam ve beklentilerle birlikte cinsiyete dayalı psikolojik özelliklerin de çok ciddi bir yeri oluşturulur. Bu aşamadan sonradır ki kadınsı ya da erkeksi şeklinde anlamlandırılan psikososyal özellikler tutum olarak yerleştirilmeye ve davranış olarak görmek için beklenmeye başlanır.

Görüldüğü gibi normal bir bakışla konuya bakıldığında gerek cinsiyet terimi gerekse toplumsal cinsiyet kavramı neredeyse birbirinden ayrılmaz bir bütün gibidir. Kısaca toparlamak gerekirse; cinsiyet ve ona dair biçilen rolün ayrılmaz bütünselliği, toplumsal cinsiyet şemsiyesi altında toplumun kadın ve erkekten bekledikleriyle, kadın ve erkeğin cinsiyetlerine ait toplumdan beklentilerinin bir noktada kesişmesinden kaynaklanmaktadır. Bu da bize toplumsal cinsiyet öznelliğinin kurgu sürecinde başat etmenin biyolojik cinsiyetle olan öncül ilişkisini göstermektedir. Bu anlamda Antroplog ve etnolog Françoise Heritier (1933-2017), cinsiyet ayrımının, doğruluğu/yanlışlığı, eksikliği/fazlalığı ya da sorgulanabilirliği tartışması, toplumlara göre farklılaşan kültürel bir deneyimdir. Antroplog ve etnolog Françoise Heritier, “cinsiyetler arası değer ayrımcılığı olarak adlandırdığım şeyin insanlığın başlangıcında yerleşmiş bir kavramdır. İki cins eşit değere sahip değildir, biri diğerinden daha “değerlidir” ve dolayısıyla da erkeğin “değeri” kadından yüksektir” diyerek dünyada her zaman ve her

183

yerde erkeğin kadından üstün kabul edildiğini söylemiştir. Heritier’in bu söylemi, cinsler ayrımını kültürel aktarım yerelliğinden çıkarmış, dünya uygarlığına aktararak evrenselleştirmiştir (Özçelik, 2018) Heritier, bütün dillerde eşya ve durumları değerlendirmek için sert-yumuşak, kuru-yaş, aydınlık-karanlık, sıcak-soğuk gibi ikili kategorileri görmenin mümkün olduğunu bu anlamda da bu kategorilerin temelinin bazı kaynaklarda erkek olanın üstünlüğüne dayalı hiyerarşik kadın-erkek ayrımına dayandığını dile getirmiştir (Heriter ve ark., 2015). Kısaca, kadın ve erkek olmanın arasındaki farklılığı ortaya çıkaran şey bir yandan biyolojik cinsiyet, diğer yandan da toplumsal cinsiyetin yapılandırıcı özelliğinin etkinliği (Dökmen, 2012) olarak karşımıza çıkmaktadır.

Biyolojik olarak cinsiyet terimi erkek ya da kadın bedeninin tüm özelliklerini yansıtırken toplumsal cinsiyet kavramının içeriğini ideolojiler oluşturmaktadır. Gerçekten de ideolojiler biyolojik cinsiyete anlam ve değerler yüklerler. Örneğin herhangi bir inanç ya da gelenekte kadın olsun erkek olsun biyolojik beden uzuvlarına çeşitli anlamlar yüklenirken ideolojilerden soyutlanmış haliyle modern bilimsel perspektifte genetik dâhil tıbbın her alanında olduğu gibi çalışmalar yapanlar için kadın ya da erkek bedeni ideolojik anlamlar içermeksizin salt bir bedensel yapı olarak ele alınmaktadır. İdeolojilerin kadın ya da erkek bedenine anlam yüklemelerinin nedeni toplumsal cinsiyet kavramının oluşum sürecinde kurumlar ve sosyal çevreyle olan girift ilişkisi nedeniyledir. Bu girift ilişkiler

184 TOPLUMSAL CİNSİYET

kültürel bir algı olarak (Kirman, 2004) toplumsal yapıyı oluşturan ekonomi, politika gibi kurumlarla olduğu gibi davranışa dair farklılıklarla da ilişki içinde hareket ederek toplumsal cinsiyet kavramını doğurmuştur.

Daha önce dile getirildiği gibi halk arasındaki kullanımıyla kadın ya da erkek demek sadece cinsiyet temelli bir tanımlama değildir, aynı zamanda kadın ya da erkeğin toplumsal olarak tanımlanmasını da içermektedir. Bu tanımlamayla kadın ya da erkek toplum içerisindeki konum, yer ve davranışlarını hem oluşturmakta hem de yönetmektedir. Bu oluşturma ve yönetme toplumdan topluma zamandan zaman farklılık göstermekte ve salt biyolojik özelliklerdeki gibi (tıbbi müdahaleler hariç) bir sabitesi olmamaktadır (Kaypakoǧlu, 2003). Bu kurguda kavramın farklı toplumlarca oluşturulmuş olması toplumsal cinsiyet konusundaki beklentileri salt biyolojik erkeklik ya da kadınlıkla değil, kurgulanmış haliyle erkeklik ve kadınlığa atfedilen beklenti ve kabullerle tanımlamaktadır (Dally, 1973).

Her anne ya da baba doğumundan itibaren çocuk büyütmek, yetiştirmek gibi kavramları kullanır. Bunun anlamı; erkek ya da dişi olarak dünyaya getirdikleri çocuklarını yetiştirirlerken sosyalleştirici ajanlar vasıtasıyla ilgili toplumun cinsiyetlere dair beklentisine uygun erkek ya da kız çocuğu yetiştirdiğini ifade etmesinden başka bir şey değildir. Örneğin kız çocuğu kendisi için uygun olduğu kabul görmüş olan renk, nesne ve mesleklerle, aynı şekilde erkek çocuğu kendisine uygun olduğuna karar verilen renk, nesne ve mesleklerle

185

büyütülmeyi öğrenir ve daha sonraki kuşaklara da veraset yoluyla bu öğrendiklerini aktarır. Bu aktarma sürecinde renk, nesne ve meslek, kadınsı ya da erkeksi olan ayırt edici öznelliğin görünürlüğünü kolaylaştıran kavramlar olarak vardır (Saraç, 2013).

Günümüzde dünyaya gelen kız ya da erkeğin basit bir biçimde dişilik veya erillik anlamlarından daha fazlasını ifade ettiğini görüyoruz. Kadınların durumunu çözümlemeye çalışan ya da dönüştürme çabası içinde olan yazın sahiplerinin nerdeyse hemen hemen hepsinin amacı, bu şekildeki toplumsal cinsiyeti bir kategori olmaktan çıkartmaktır. Artık günümüzde meslekler cinsiyetsizleşmekte, yetişkinler için renklerin sayısı artarak renkler sahipsizlendirilmekte (yeni doğan bebek için halen önceki zaman tutumu geçerli olsa da) roller cinsiyetlerle değil kabiliyet yeterlilikleriyle değerlendirilmeye başlamıştır. Bunun anlamı, yeni bir yapılandırıcı kurgu gücünün eril ya da dişi cinsler için belirlediği eylem uygulamasına dair yeni bir itaat biçiminin toplum tarafından uygulamaya konduğudur. Bir başka söylemle cinsiyetin egemen toplumsal yapının kurguladığı cinsiyet ilişkileriyle, söylemleriyle, pratikleriyle inşa edildiğidir. Bu da bize cinsiyet farklılığının egemenin prensiplerince üretilen ve bir başka egemenle değerlendirilince de konuyla ilgili bir paradoksu içinde barındıran kurgu biçimi olduğunu bize göstermektedir.

Günümüzde toplumsal cinsiyet konusunda gerçekleşen bir başka değişim de erkek ve kadın arasındaki biyolojik farklılıkların, toplumsal cinsiyet kavramına yüklenen anlamla kategorik farklılıklara dönüştürülmesidir. Bu dönüştürme işlemi cinsler

186 TOPLUMSAL CİNSİYET

arasındaki ilişkinin toplumsal olarak bir örgütlenmeye dönüşmesi şeklinde bir itirazla kendisini göstermekte ve bu anlamda öncülüğü feminizm yapmaktadır. Feminizm, biyolojik determinizmin cinsiyet ya da tinsel olana dair söylemlerine yönelik bir reddiyedir. Bu reddiyenin içeriği kadının doğurganlık (Reed, 1982) erkeğin de kas gücü ile açıklanması tezini kabul etmez ve bu konudaki mevcut kabulü de kadın ve erkeklere ait dediğimiz rollerin toplumsal olarak üretildiği, bunun için de redde şayan olduğu savıyla desteklemektedir.

Feminizme göre toplumsal cinsiyet, insan bedenine zorla kabul ettirilmiştir. Bu kabul ettirme biçimi cinsiyetler itibariyle öznel kimliklerin toplumsal kökenlerini görünür kılan bir kategorikleştirmeden başka bir şey değildir (Kaylı, 2013).

Roller Açısından Toplumsal Cinsiyet

Toplumsal cinsiyet tanımı cinsiyete dayalı ayrımların toplumsal niteliğini ısrarla vurgulayan Amerikalı feministler tarafından kullanılmıştır. Söz konusu ayrımları roller kategorisinde ele alırsak rol, sosyoloji literatürüne tiyatro sanatının bir kavramı olarak girmiş ve sosyolojik anlamıyla yeniden ama bu sefer sosyoloji literatürü içinde kendi terminolojik kural ve anlamıyla kullanılmaya başlamıştır. Her rol kurallar zincirinden oluşmakta, kurallar ise bireyin sosyal yapı içerisindeki pozisyonunu, sorumluluklarını ve diğer insanlarla ilişkilerini yönlendirmektedir. Ayrıca her rol kurallarıyla birlikte örneğin anne olmak, öğretmen ya da hâkim

187

olmak gibi statülerle de bir bağımlılık içinde varlığını sürdürür. Kadınsı ya da erkeksi şeklinde adlandırılan rollere “cinsiyet rolleri” adı verilmiştir. Her toplum, her cinsiyete ait rolün kendi kuralları içinde yaşanmasını bekler ve destekler (Özkalp,1995). Bu beklenti ve desteğin doğal sonucu olarak toplum cinsiyet kalıp yargıları kadın ve erkeklerin karakteristik davranışlarının yaşatılmasını ister. Cinsiyet kalıp yargıları, kadın ve erkekle ilişkilendirilen roller için kullanılmaktadır (Yavuz, 2007). Bu rollerin oluşumunda cinsiyetin kültürel anlamlarını öğrenmek4 ve tutum olarak kazanmak oldukça önemlidir (Yılmaz 2004) Söz konusu önem biraz önce de dile getirildiği gibi toplumun tanımladığı ve bireylerin yerine getirmesini umduğu cinsiyetle ilişkili beklentiden kaynaklanmaktadır (Dökmen, 2012).

Ayrı ayrı kadın ve erkekten göstermeleri beklenen toplumsal cinsiyet kalıp yargıları çocukluktan itibaren öğrenilmeye başlar ve bu kalıp yargılar, kadın ve erkeğe karşı geliştirilen önyargıların önemli bir bölümünü oluşturur. Cinsiyete dayalı, kalıp yargılar, Küresel denilebilecek ve her toplumda neredeyse genel geçer olarak var

Belgede TOPLUMSAL CİNSİYET (sayfa 180-200)

Benzer Belgeler