• Sonuç bulunamadı

C – BİLİM VE SANAT HÜRRİYETİ:

Bilim ve sanat hürriyetinden maksat şudur:

Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme hakkına sahiptir.

Eğitim ve öğretime imkân hazırlamak; esas itibariyle, devletin bir vazifesidir ve onun tekeli altındadır. Ancak özel şahıslar da öğretim ile meşgul olabilirler.

Ama devlet bu meşguliyeti denetleme yetkisine sahiptir. 1982 A. md. 27’de bu hürriyeti düzenlemiştir.

Bu konuda evvelâ şu noktaları belirtebiliriz:

Bilim ve sanat hürriyetinin iki cephesi vardır:

Bir cephesi ile, fikir açıklama hürriyetinin bir neticesi ve uzantısıdır. Bu noktaya biraz yukarıda temas etmiş bulunuyoruz.

İkincisi ise, insanın manevî şahsiyetini geliştirmenin bir yoludur. İnsanlar, ilim ve sanat öğrenmek suretiyle, akıllarını ve gönüllerini tatmin etmek ister-ler. Böylece manevî şahsiyetleri gelişme yoluna girer.

Bu hürriyetin muhtevası üç esasa ircâ edilebilir: 1) Kişinin kendisinin öğrenmesi, 2) Kişinin başkasına öğretmesi, 3) Kişinin istediği öğretmeni seç-mesi hakkı.

Bu hürriyeti Anayasa’daki düzenlenişi bakımından ise ikiye ayırabiliriz:

a – Öğrenme hakkı:

Öğrenme hakkı, İslam müelliflerinin, değişik isimlerle ve farklı başlıklarda olmakla birlikte, üzerinde durdukları bir mevzudur. Müslümanların okuma, öğrenme, bilgilerini ve görgülerini bu yol ile geliştirme hakları vardır; hatta yeni şeyler öğrenme ve bilgilerini artırma Müslümanlar için dinî bir görevdir.

Nitekim Kur’an’ın ilk ayeti, “Oku” emri ile başlamaktadır:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.

Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti.” (Alâk, 96/1-5)

İnsan, ancak okumak ve bilmek suretiyle iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabilir. İlim, insanın gerek dünya ve gerekse âhiret işlerinde üzerinde yürü-yeceği hidâyet vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerim’de, okumayı ve öğrenmeyi teşvik eden pek çok ayet yer almaktadır.

199 Bkz. ibid., 194-195.

“Allah’tan, kulları içinde, ancak âlimler korkar...” (Fatır, 35/28)

“De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ...” (Zümer, 39/9)

“... Allah içinizden îman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır...” (Mücadele, 58/11)

Böylece İslam dini, öğrenmek suretiyle cehaletten kurtulmaları için insan-ları teşvik etmiştir. Bu tarz bir metod ile İslam dininin yayılması kolaylaşmış, İslam şuuru başlamış ve kökleşmiştir.

Bütün bunları ihtiva eden Kur’an ise, “Nûr” (Nisâ, 4/174), yani aydınlatıcı bir lâmba “sirac” olarak isimlendirilmiştir. (Ahzâb, 33/46)

Diğer taraftan İslam’ın hükümleri delil ve bürhana dayandığından, onları gerektiği şekilde anlamak da çeşitli ilimleri bilmeyi gerektirir.200

Hz. Peygamber (s.a.s.) de Müslümanları öğrenmeye teşvik etmiştir. Şu hadisler çok mânidardır:

“Çin’de bile olsa, ilmi oradan alınız. Çünkü ilim, kadın erkek her Müslümana farzdır.”201

“İlim ve hikmet müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.”202

“İlminden başkalarının faydalandığı bir tek âlim, körü körüne ibâ-det eden bin kişiden şeytana daha çetindir. Her şeyin bir direği vardır, bu dinin direği de ilimdir.”203

“Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın senin vasıtanla bir kimseye hida-yet vermesi, senin için kızıl develere sahib olmaktan daha hayırlıdır.”204

“İlim tahsili için yolculuk yapan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”205

“Her kim ilim tahsili için sefere çıkarsa, bu yüzden Allah ona cen-net yolunu kolaylaştırır. Şüphesiz Melekler de ilim tahsilinde bulu-nanlara kanat gererler. Göklerde ve yerlerde bulunanlar, hatta sudaki balıklar ve yuvalarındaki karıncalar, hepsi ilim adamları için mağfiret dilerler. Bir âlimin körü körüne ibâdet eden âbide üstünlüğü, ay’ın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.”205/a “Âlimler, peygamberlerin mirasçılarıdır. Çünkü peygamberler ne altın, ne de gümüş

bırakmışlar-200 Şeyhî, 16; el-Gazalî, 235.

201 Keşfü’l-Hafa, c. 1, sh. 138, Had. No: 397; Camiu’s-Sagir, Had. No: 1110; Feyzu’l-Kadir, 1/542.

202 et-Tac, c. 1, sh. 46; Keşfu’l-Hafa, c. l, sh. 363, Had. No: 1159 ve c. 2, sh. 68, Had. No: 1766.

203 et-Tac, c. 1, sh. 46; et-Tergib, c.1, sh. 102, el-Camiu’s-Sagir, Had. No: 5896; Feyzu’l-Kadir, 4/442.

204 Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud; (et-Tac, c. 1, sh. 68).

205 et-Tergib, c. 1, sh. 105; el-Camiu’s-Sagir, Had. No: 8839; Feyzu’l-Kadir, c. 6, sh. 176.

205/a Ebû Dâvud, İlim, 1.

dır. İlmi miras bırakmışlardır. İşte bu mirasa konan, sonsuz bir nasip almış olur.”206

Bu konuda daha bir çok hadis vardır.

İmam-ı Gazalî de “İhya” isimli eserinde, ilim konusunda ayrı bir fasıl ayırmış, bu kısımdaki ayet ve hadisleri zikretmiş ve değerlerini belirtmiştir.

Devlet, vatandaşların öğrenmesi için gerekli imkânları temin edecektir.

Öğrenme hakkı, vatandaşın devletten isteyeceği bir haktır. Bu haktan istifa-de için gerekli imkânları hazırlamak ise istifa-devletin bir mükellefiyetidir.207 (Bkz.

1876 A. md. 15; 1924 A. md. 80; 1961 A. md. 21; 1982 A. md. 27. Ayrıca bkz. md. 65)

b – Öğretme hakkı:

İslam dininin ilme ve öğrenmeye verdiği ehemmiyeti, ayet ve hadislerle göstermeye çalıştık. Şimdi de öğrenilen şeyin öğretilmesi hakkı üzerinde dura-biliriz.

1- Önce şunu belirtelim: İlme ve öğrenmeye bu kadar ehemmiyet veren bir din elbette ki onun öğretilmesini de isteyecektir. Nitekim istemiş ve nass-larla düzenlemiştir. Biz burada sadece hukukî açıdan meseleye bakmaya çalı-şacağız.

2- Kur’an, bir şeyi bilenle bilmeyenin bir olmadığını, bu bedihî hakikatı, beliğ bir surette belirtmiş bulunmaktadır.

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9)

Diğer taraftan, Allah’tan gerektiği şekilde ancak âlimlerin korktuğu, onla-rın değerinin yüceliğine bir başka işaret olarak açıklanmıştır.

“Kulları arasında, Allah’tan gerektiği şekilde korkanlar, ancak âlim-lerdir.” (Fatır, 35/28)

3- Diğer taraftan İslamiyet, öğrenmeye teşvik eden ve fakat öğrendikten sonra başkasına öğretmeyen, ilmini kendisine saklayan kimseleri ise kınamış-tır. Çünkü bu kimseler, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine vermiş olduğu bilgiyi saklamakta, başkalarının istifadelerine sunmamaktadırlar.

Resulullah (s.a.s.) “Kim bildiği bir şeyi, sorulduğunda gizlerse, kıya-met günü Allah ona ateşten bir gem vurur.”208 buyurmuştur.

206 Tirmizî, İlim, 1-2, Daavat, 98; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17; Hanbel, 2/325, 406; 4/239, 240-241;

Buhârî, İlim, 10; et-Tac, c. 1, sh. 63.

207 Bkz. Vehbe, 111-113 vd.; es-Suud, 76 (İbn-i Hazm’den naklen); el-Gazalî, 256 vd.

208 Tirmizî, İlim, 3 (Hadis No: 2787. Müteakip iki hadis de benzer mânadadır.); Ebû Dâvud, İlim, 9;

İbn-i Mâce, Mukaddime, 24; Hanbel, 2/263, 292, 305, 244, 352, 495, 499; Tabakat İbn-i Saad, 4, 2. kısım, sh. 56.

Bir başka hadiste ise, bildiklerini başkalarına öğreten kimselerin öldükten sonra da amel defterlerine sevap yazılmaya devâm edileceği açıklanmaktadır:

“İnsanoğlu öldükten sonra ameli (sevabı ve günahı) kesilir. Yalnız üç kimsenin sevabı devam eder, bunlar: Sadaka-i câriye (yani cami, su, okul, kütüphane ve diğer vakıf eserler gibi, halkın devamlı faydalandığı eser-ler); ve (talebe okutmak, yetiştirmek ve ilmî eserler yazmak suretiyle) fayda-lanılan ilim; üçüncüsü de arkalarından kendilerine dua edecek salih evlât bırakan kimselerdir.”209 Öldükten sonra da insanlara böylesine sevap kazandırma müjdesi veren bu ve benzeri hadis-i şerifler, asırlarca milyonlarca insanın ilimle iştigalinde teşvik edici faktör olmuştur. İlim yoluyla aydınlığa kavuşan kimselerin, cehaletten ve zulümattan kurtarmada başkalarına yardım-cı olması ve çalışması elbette mükâfatsız kalmayacaktır.

4- İslam tarihinde ve Peygamber (s.a.s.)’in hayatında bu davranışın binler-ce misali vardır. Bunlardan biri çok tipiktir:

İslam tarihinde Müslümanlarla kâfirler arasında ilk harp olan Bedir Har-bi’nde, kâfirlerden bir miktar esir alınmıştı. Esirlerin serbest bırakılması kar-şılığı fidyeleri 40 kıyye olarak tespit edilmişti. Bu miktarı bulamayan esirlere, hürriyetlerine kavuşmaları için bir başka çâre ve onlar için kolay bir imkân tanındı: Fidyesini veremeyen her esir, on Müslümana okuma yazma öğretme karşılığı serbest bırakılacaktı: Nitekim bu fakir esirler, Müslümanlara okuma, yazma öğreterek hürriyetlerine kavuşmuşlardır.210

5- İslam devletlerinin tarihinde özel ve resmi eğitim yerleri kurulmuştur.

Devlet hayatının gelişmesi, ilimlerin çeşitli şubelere ayrılması vb. sebeplerle, devletin bu hizmete el atarak, çeşitli seviyede okullar ve üniversiteler açtığını görüyoruz. Bilhassa Abbasiler devrinde kurulan üniversiteler, dünya üniver-sitelerinin ilk çekirdeği olmuştur. Hâlâ ismi kullanılan “Nizamiye Medrese-leri” ise, zamanında büyük ilim merkezleri olan yüksek okullar halindeydi.211

6- Zamanımızda özel okulların kurulmasına müsaade etmek, İslam devle-tinin kabul edebileceği bir keyfiyettir. Ancak bu müsaadenin kötüye kullanıl-maması için, bu hakkın verilmesi yanında, faaliyetlerinin devlet eliyle kontrolü de mümkündür (Bkz. 1876 A. md. 15; 1924 A. md. 80; 1961 A. md. 21; 1982 A. md. 27)

209 Bkz. Müslim, Vasiyye, 14; Ebû Dâvud, Vesayâ, 14 (1631); Tirmizî, Ahkâm, 1393; Nesaî, Vesayâ, 8; İbn-i Mâce, Mukaddime, 20; İbn-i Hanbel, c. 8, 372.

210 Bkz. İbn-i Hazm, el-Muhallâ, c. 6, sh. 156; Zeydan, 136.

211 Bkz. Hitti, c. 2, sh. 63 vd. 662 ve c. 3, sh. 752, 839.