• Sonuç bulunamadı

Beyin gelişiminde doğum öncesi (prenatal) dönem büyük önem taşımaktadır. Jensen’den aktaran Schunk (2011) “Doğum sırasında beyinde bir milyondan fazla bağlantı bulunur. Bu rakam yaşam boyunca ulaşılacak azami sinaps sayısının %60’ına denk gelir. Ayrıca “iki yaşında bir çocukla, bir yetişkinin sinaps sayıları eşittir. Çocuk üç yaşına geldiğinde ise sinaps sayısı yetişkinlerdeki sayıdan milyarlarca daha fazladır. Küçük çocukların beyinleri çok yoğundur ve çok karmaşık sinirsel bağlantılar vardır. …en çok hücre ve bağlantı çocukluk dönemindedir (Trawick-Smith’den aktaran Schunk, 2011). Yaş ilerledikçe sinapsların sayısında azalma olmaktadır. 18 yaşına giren ergenler bebekliklerinden kalma sinapsların yarısını kaybetmişlerdir, bu beyin bağlantılarının kullanılmamasında kaynaklanmaktadır, dolayısıyla sinapsların kaybedilmemesi için bu bağlantıların kullanılarak pekiştirilmesi, sağlamlaştırılması gerekmektedir. Çocuklar ve bebeklerde hangi sinapsların kalacağını içinde yaşadıkları ortam belirlemekte. Motor işlevlerin önem taşıdığı bir kültürde yetişen çocuklarda bu beceriler, bilişsel işlevlere önem verilen bir kültürle yetişiyorsa bilişsel işlevler güç kazanacak, yazılı ve sözlü dile önem veriliyor ve çocuk dil bakımından zengin uyaranlarla dolu bir ortamda yetişiyorsa da dil gelişimi bu şartların sağlanmadığı ortamda yetişen çocuklara göre daha hızlı olacaktır. Öğretim ve öğrenme süreçleri beyin gelişim seviyesi ile bağlantılı olmaktadır. Bu durumla ilgili Byrnes’ den aktaran Schunk (2011), insan beyinlerinin yapısal anlamda benzerlik gösterdiklerini, ancak aralarında fark olduğunu söylemektedir ve beyin gelişimine etki eden faktörleri beş başlık altında açıklamaktadır. Bunlardan ilk olarak kalıtımı açıklayan Schunk, Lemonick ve Dorfman’dan aktararak, insanın hayvanlar arasında en yakın

27

akrabasının şempanzeler olduğunu ve kalıtımsal yapıları arasında yalnızca %1.23 farklılık olduğuna dikkat çekmektedir ve bu fark “köprüler tasarlayıp, inşa edebilen, beste yapabilen, roman yazabilen, karmaşık denklemleri çözebilen ve daha birçok yeteneği olan bir tür ortaya çıkarmıştır” diye eklemektedir. Tek yumurta ikizlerinin beyinlerinde dahi yapısal farklar görülebilmektedir. Beynin boyut, yapı ve sinirsel bağlantıları kalıtımla belirlenmektedir. İkinci bir etmen olan çevresel uyarım doğum öncesi dönemle başlar ve hayat boyu önemini korumaktadır. Kritik dönemlerde bu uyarımın gerçekleşmemesi beyin gelişiminin geri kalmasına yol açmaktadır. Doğum öncesinde karnındaki bebeğiyle iletişim kuran, konuşan ve onlara şarkı söyleyen anneler bu sayede sinirsel bağlantıların (sinapsların) oluşumuna katkı sağlamaktadırlar. Bu dönemde “uyaran ve deneyimleri alıp işleyebilen sinirsel devrenin oluşmasıyla öğrenmenin gerçekleşeceği altyapı kurulmuş olur”. Üçüncü faktör olan beslenme beyin gelişimi üzerinde önemli etkiler yaratabilir, bu etkilerin türü ve boyutu kötü beslenmenin gerçekleştiği zamanla alakalı olmaktadır. Beyin hücrelerinin çoğu gebeliğin 4. ve 7. ayları arasında üretilmektedir, nöron ve gliyal hücrelerin üretim ve büyümesi kötü beslenmeyle yavaşlamaktadır. Dolayısıyla hamile kadınların iyi beslenmeleri, alkol, tütün ve uyuşturucu maddelerden uzak durmaları gerekmektedir. Dördüncü sırada ise cinsel gelişim ve stres tepkileri gibi birkaç işlevi daha bulunan steroid hormonlarından söz edilmektedir. Prenatal dönemde östrojen ve kortisol gibi hormonların emilimi beyinde yapısal değişikliklere yol açabilmekte ve henüz kesin olmamakla birlikte stresin, nöronların ölümüne neden olabildiği ve cinsiyet ile cinsel tercihleri etkilediği düşünülmektedir. Beşinci etken ise teratojenler olmaktadır. Bunlar gelişen fetüs ve embriyolarda anormalliklere yol açabilmekte ve aşırı vakalarda doğum kusurlarına sebep olabilmektedirler. Örneğin yüksek miktarda alınan kafein teratojene dönüşebilmektedir (s. 386- 388, 391).

2.6.1. Beyin Dil Bilimi

Beyin dil bilimi (Neurolinguistics) dil gelişimi ve dil kullanımının sinirsel yapıyla bağıntısını inceleyen dil bilimi dalına denilmektedir. Bu bilim dalı örneğin, öğrenilen bir sözcüğün beynin neresinde saklanıldığı, birden fazla dilin bilindiğinde bunların beynin farklı yerlerinde mi bulunduğu, bir kaza sonucunda konuşma yetisi yitirildiğinde konuşmanın yeniden öğrenilmesinin mümkün olup olmadığı, belirli dillerden kaynaklı olarak, yazının soldan sağa ya da sağdan sola yazılmasının yazanların düşünce sistemlerinde bir fark yaratıp yaratmadığı, yazı okuyamama hastalığı anlamına gelen

28

disleksi ye yakalananların beyinlerinin normal insan beyninden farklı olup olmadığı veya

dil yeteneğinin sosyal bir olay mı, yoksa genetik kaynaklımı olduğu gibi sorulara yanıt aramaktadır. Araştırmalar tüm insanların beyninin aynı düzende çalıştığını, ancak kazanılan deneyimler ve eğitimin etkisiyle beyindeki dil düzenlemesinin şekillenebildiğini göstermektedir (Bayraktar, 2006, s. 146, 148).

2.6.2. Beyin Laterizasyonu

Laterizasyon, insan beyninin belli bölgelerinin belli işlevlerden sorumlu olması anlamına gelmesiyle beraber, Sol–Lop fonksiyonları analitik düşünce, mantık, lisan, fen ve matematik, Sağ-Lop fonksiyonları ise üç boyutlu düşünce, sezgi, sanat, ritm ve müzik olarak belirtilmektedir. Sağ lobun konuşmadaki işlevi ise ancak, “sözel yaratıcılık ve konuşmadaki duygusal tonun anlaşılması gibi çok özel bazı görevleri” yerine getirmeye katkı sağlamaktır. Günümüzde “temel dil işlevlerinin “sol lobda gerçekleştiği ancak özellikle de karmaşık bir işlem yaparken her iki lobun da çalıştığı, eylemin özelliğine göre bir lobun daha baskın olabileceği kabul görmektedir (Özüdoğru, 2014, 45-47).

Bayraktar (2006)’ın belirttiği üzere “İnsan beyninde meydana gelen hasarların dil yeteneğine olan etkileri ilk olarak 19. yüzyılda Paul Broca tarafından incelenmiştir” (s. 147).

Beynimizin sol lobunun ön taraflarında yer alan Broca Bölgesi konuşma merkezi olarak tanımlanabilmektedir ve yaşıtlarına göre daha erken yaşta tıp fakültesinden mezun olan Paul Broca tarafından keşfedilmiştir. Bu bölgenin hasara uğraması kişilerin konuşma yeteneklerinin kaybolmasına (Broca Afazisi) yol açmaktadır. Bu durumdaki hastalar konuşulanları anlamakta, ancak konuşamamaktadırlar. Yine aynı lobda Carl Wernicke tarafından, işitsel girdilerin işlenmesinden sorumlu olan bir alan ile Broca bölgesine yakın, dilin işlem süreçlerinin gerçekleştiği bir alan tespit edilmiş. Bu bölgede meydana gelen hasar (Wernicke Afazisi) ise hastanın konuşmasının, akıcı olmasına rağmen, anlaşılmaz ve karmakarışık olmasına yol açmaktadır (Özüdoğru, 2014, s. 47).

Broca afazisiyle ilgili Bayraktar (2006), bu tür hastaların otomatik konuşma süreçlerinde hasar görülmeyebildiğini, yani “merhaba, aman Allahım” gibi sözleri söyleyebildiklerini, ancak karmaşık cümleleri tekrarlayamadıklarını veya yazamadıklarını belirtmektedir. Bir diğer önemli ayrıntıya ise yine Bayraktar (2006)’da rastlamaktayız. Öyle ki, “beyninde hasar bulunan hastalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda dille ilgili yeteneklerin sağ

29

elini kullanan insanların hemen hepsinde beynin sol yarı küresinden kaynaklandığı ortaya çıkmıştır. Bazı solaklardaysa sağ yarı kürenin hasar görmesi dil yeteneklerinin hasara uğramasına yol açar” (s. 147, 148).

31

BÖLÜM III

KONUŞMA DİLİ İLE YAZI DİLİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

Dil yetisine sahip olmak için geliştirilmesi gereken dört temel beceriden söz edilmektedir. Bunlar dinleme, konuşma, okuma ve yazmadır. Bu alanları birbirinden ayırmak neredeyse mümkün olmamaktadır. Bu bölümde dilin konuşma ve yazı yönü ile ilgili bilgilere yer verilmektedir. Konuşma, ses aracılığıyla gerçekleştiği için, sesin nasıl üretildiğine,

boğumlanma ve telaffuz sözcüklerinin ne anlama geldiğine, fonetik ve fonoloji arasındaki

farka ve fonolojik farkındalığın önemine değinilmektedir. Yazının ise, sesin kağıt üzerinde gösterilmesi olduğundan bu aktarıma imkan sağlayan alfabelere de yine bu bölümde yer verilmektedir. Türkçe ve Almanca dillerinde farklı seslerin bulunması ya da seslerin farklı harflerle gösterilmesinden kaynaklanan telaffuz sorununun kaynağını açıklamak adına her iki dilin yapısına ilişkin bazı özelliklere ve sahip oldukları sesler ile bu seslerin IPA (Uluslararası Sesçil Alfabe) ile yazılış şekillerine de yine bu bölümde yer verilmektedir.

Benzer Belgeler