• Sonuç bulunamadı

Ellerim annemin ellerinde, karnımda kelebeklerle merdivenleri ağır ağır iniyoruz. Okulun bahçesinden geçiyoruz. İçeri girene kadar her köşeyi ayrı ayrı inceliyorum. Mavi müstakil bir eve benzettiğim anasınıfı bölümüne geçiyoruz. Benim gözüm beyaz olan bina da kalıyor, sonradan öğrendiğime göre orası büyükler içinmiş. Ancak önümüzdeki yıl gidebilirmişim oraya.

Kapısında kocaman bir civciv olan sınıfın önünde annem elimi bırakıyor. Ben bıraksın istemiyorum. O büyümemi istiyor. Bu kapının önüne gelmeden, babaannemin “Kız daha küçük, orada ezerler bir sene daha bekleseydiniz.” demesine tutunmuştum. İhtimallerin tu-tarsızlığı ve belkilerin çelimsizliğiyle o vakit müşerref oldum. Velhasıl ufacık ellerim annemin ellerinden sıyrılıp civcivli kapının koluna gitti.

İçeride bir sürü çocuk vardı. Küt, kızıl saçlarıyla “öğretmenim”

diyeceğim ilk kişi de beyaz önlüğüyle karşımda duruyordu. Beslenme çantamı ve termosumu asıp kırmızı önlüklülerin arasına karıştım.

Heyecanlıydım, bu kadar çok çocuğu bir arada hiç görmemiştim.

Yerden yüksek oynayacaktık onlarla. Masaların etrafını çevreleyen sandalyeleri sırt sırta verip biten şarkıyla koltuk kavgasına tutuşacak-tık. Çok değil, az sonra ilk defa duyduğum teneffüs ziliyle beraber ayakkabılarımı giyip ben de onlar gibi dışarı çıktım. Yerlerde kocaman taşlar vardı. Ve benim minik ayaklarım içinde kayboluyordu.

Az ilerde birkaç kız toplanmış oyun oynuyorlardı. Nasıl olmuştu da okulun ilk günü gruplaşmışlardı bilmiyorum. Esmer, saçları örgülü oyun kurucuya usuldan yanaşıp” Ben de sizinle oynayabilir miyim?”

diye sordum. Oyun kurucu önce etrafındaki gözlere baktı. Sonra tepeden tırnağa süzdü beni. Gülen yüzümü tek bir omuz silkmesi silmişti. Üstüne bir de yanındakiler de dudak büzüp beni uğurladılar.

Arkamı dönüp birkaç adım attım.

Sonra çok acayip bir şey oldu. Hilal “Ne vardı sanki seni oyuna alsalardı.” dedi. Fatoş yeşil gözlerini gözlerime dikti “Ne yani böyle hiçbir şey yapmadan mı gideceksin?”. O an bir hızla yerden aldığım büyükçe taşı küçücük avucumda sakladım. Oyun kurucuya seslen-dim. “Hey baksana!” döndü. “Ben mi?” dedi. Sen dedim, avucuma sığmayan taşı tam sol gözüne isabet ettirmiştim. Sonra Fatoş’un yuvarlak yeşil gözleri kayboldu. Yerini bahçedeki tüm gözler aldı.

Kız hüngür hüngür ağlıyordu. Çok korkmuştum, tir tir titriyordum.

Herkes kızın yanına toplanınca ben koşarak sınıfa, öğretmenimin yanına gittim. Hem panikten ne yapacağımı bilmiyordum hem de bu an geçsin istiyordum.

92

Elimde pembe kalem kutum. Gözlerim far görmüş tavşan “Öğret-menim annemi arayın, gelip beni alsın. Numarası burada yazıyor.”

Annem, kalemliğin içine ne olur ne olmaz diye numarasını yazmıştı.

Tabi ilk başta öğretmenim ne olduğunu anlayamamıştı. Benim iki ara bir derede derdim, öğretmenim o kızı görmeden annemin gelip beni götürmesiydi.

Gerçi çok sürmedi. Benden az sonra, iki kız koluna girip öğretme-nimin yanına getirdiler mağdur oyun kurucuyu. Ben kaçmak istedim ama o kızlar ve aptal işaret parmaklarına takıldım. Öğretmenim kızın sol gözündeki morluğu ve ağıtını görünce “Kim yaptı bunu?” diye sordu. İspiyonculukla da o gün tanıştım “O yaptı öğretmenim!” ka-dıncağız şaşkın gözlerle baktı bana. “Ayşegül mü?” dedi. Hem sitem hem koruma hem kaygı vardı sesinde. Elimdeki kalem kutusunu alıp annemi aradı. Annem gelene kadar bir köşede ben ağladım bir köşede oyun kurucu. O gün tarif edemediğim bir his vardı içimde.

Korkudan tırnaklarımı yiyordum. Babaannemin daha ufak gider-se ezilir dediği Ayşegül elinde taşla bir kızın gözünü morartacak!

Olacak iş değil. Annem telefonda haberi alınca ilkin inanamamış.

Kimse benden yani, böyle akıllı uslu hatta yaşına göre ağırbaşlı bir kızdan, imkânı yok böyle bir şey beklemiyor. Annemden yiyeceğim azardaydı benim aklım.

Koridorun başında belirdi annem, ciddi adımlarla ilerlerken çak-tırmamaya çalışsa da gülmeye başladı. Ama öyle aferin kızıma ne güzel benzetmiş, hem onlarda kızımı oyunlarına alsalarmış der gibi değil. Hani derler ya gülsem mi ağlasam mı bilemedim, işte tam öyle bir durum. Öğretmenim ve annem okulun ilk günü veli toplantısı yapıyorlardı bizden az ilerde. Biraz sonra o kısa kesik ve gergin konuşma tembihler eşliğinde son buldu. Neyse ki bitmez sandığım o andan, kurtulup kendimizi okul bahçesinin dışına attık. Annem elini verdi bana, yol boyunca kendimi aklamaya çalıştım. Bir sürü çünküler dizdim yola. Toplasan iki saat olmamıştı ama bugün bile hatırımda taptaze bir tedirginlik.

Asıl şenlik eve gidince oldu. Evin ilk torunuyum, okulda ilk günüm diye babaannem halamları ve amcamı bir güzel tembihlemiş. Kızım okuldan gelecek yemekleri onun sevdiği gibi yapın diye. Yaşlı pilavı yapacakken bulgurdan vazgeçip pirinç pilavı hazırlamış halam. Amcam poşet poşet abur cubur almış.

Annemin yol boyu sessizliği ve içerdekilerin tepkisi ödümü patla-tıyordu. Şimdi her şeyi mahvetmiştim. Kahverengi demir dış kapıdan geçtik. Beyaz, yuvarlak tokmağını bugün bile çevirip adam akıllı açamadığım kapı, açık olduğu halde girmeyi geciktirmek istiyordum.

Balkonda dama çıkan tırabzanlardan tırmandı gözlerim. Damdan göz-lerimi sallandırdım. Daha üç yaşındayken tırabzansız merdivenlerden çıkıp inmem herkesi korkutunca demirden kahverengi tırabzanlar taktırılmıştı. Nihayet eve girdik.

Herkes heyecanla bana dikmişti gözünü. Babam ve annem ciddi-liklerini korumaya çalışıyorlardı. “Ben bir daha okula gitmek

iste-Konuşulan

93

miyorum.” dedim. Haklılardı, hem suçlu hem güçlüydüm. Tam da buydu hissettiğim. Küçük halam dayanamayıp gülmeye başladı, az sonra gülme krizine girdi. Ondan yüz bulmak, bende şu işten sıyrılmak istiyordum. Bu duruma babaannem bir türlü inanmıyor hatta taşı atanın ben değil de o kız olduğunu bile düşünüyordu.

Halamı susturamayınca tüm aile gülmeye başladı. Nedensiz hepsine tek tek sarıldığımı hatırlıyorum. Yemek vakti sofrayı serip oturduk.

Çok gitmediler bu konun üzerine. En azından benim yanımdayken.

Yoksa bulaşıkları yıkarken konuşulan en kritik havadislerde bugün

“Ayşegül’ün okulda ilk günü” vardı.

94

İMAME