• Sonuç bulunamadı

Bektaşîlikte Tarikatlaşana Kadar Geçen Süreç

Bektaşîlik tarikatı hakkında konuyla ilgili çalışma yapan araştırmacılar, tarikatın kurucusunun kim olduğu, kuruluş aşamasında Hacı Bektaş’ın rolü, tarikatın piri mi yoksa kurucusu mu olduğu, tarikatın ritüellerinin oluşmasında Balım Sultân’ın etkisi ve katkısının ne olduğu gibi çeşitli sorulara cevaplar aramışlardır. Her ne kadar tarikatın kurucusunun Hacı Bektaş Velî olmadığı ve Bektaşîliğin Balım Sultân’la birlikte tarikat yapısına büründüğü araştırmacılar arasında genel kabul görse de tarikatın mahiyetiyle ilgili tartışmalar hâlâ devam etmektedir.

Bektaşîliğin Balım Sultân’la birlikte bir tarikat olarak kendisini bulduğu araştırmacıların kabul ettiği bir gerçektir (Şardağ, 1985; Özkırımlı, 1996). Ancak, Hacı Bektaş Velî’den itibaren Bektaşîliğin tarikatlaşma eğilimi gösterdiği 16. yüzyıla kadar geçen süreçteki Türk kültür hayatında etkinliği de inkar edilemez. Bu sebeple Bektaşîlik gibi, çeşitli tarikatlara ait unsurları içerisinde barındıran dinî oluşumların temelindeki kültürel

68

değerleri incelemek gerekir. Bu sayede Bektaşîliğin tarikatlaşmadan önceki durumu ortaya konulabilecektir.

Bektaşîlik tarikatıyla ilgili olarak ortaya atılan fikirlerin genel olarak kaynağı Köprülü’nün

Türk Yurdu Dergisi’nde yayınladığı “Bektaşîliğin Menşeleri” isimli yazısındaki

düşünceleridir. Köprülü bu yazı dizisinde, Horasan bölgesindeki dinî hareketliliğin temelinde, Bâtınî inançlarla birlikte Türklerin Horasan’da Hristiyanlık, Hinduizm, Mazdeizm, Maniheizm gibi çeşitli inanışlarla etkileşime girmelerinin etkili olduğunu ortaya atmıştır (Köprülü, 1341: 121-140). Köprülü, Türkmenlerin heterodoks mahiyyetteki inançları benimsemelerinin altında da dinî inanışlarının Sünnî itikatlara uymamasının yattığını, konargöçer gelenek içerisinde yetişen Türkmenlerin, kadınlarla birlikte yaptıkları sazlı ve şaraplı şölenlerinin şeriat kurallarına aykırı olması ve bu durumun onları Bâtınî inanışlara sevk ettiğini belirttikten sonra Türkmenlerin eski geleneklerinde bulunan serbestliğin ancak ve ancak Bâtınî ve aşırı Şiî toplulukların inanışlarında buldunduğunu, bu sebeple de Türkmenler arasında Kızılbaşlık, Alevîlik ve Hurûfîlik gibi daha açık görüşlü inanışların yaygınlık kazandığını vurgular (1341: 121- 140). Aynı yazının devamında, Anadolu’da görülmeye başlayan Bâtınî inanmaların, İran ve Anadolu’da bulunan yerli inançların, Hristiyanlıktan gelen Mu’tezîle’nin, eski Hint, Çin ve Türk dinsel geleneklerinin Türkmenler arasında “Baba” adı verilen dervişler kanalıyla Anadolu’ya geldiğini savunur (1341: 121-140). Yani, Anadolu’daki tasavvufî hareketliliğin temel sebebi, Oğuz Türklerinin Batı’ya olan göçleridir. Birçok araştırmacı da bu düşünceyi desteklemiştir.4

Köprülü’nün ortaya attığı bir diğer fikir, Osmanlı Devleti zamanında devletin desteğini görmüş Sünnî bir tarikat olan Mevlevîliğin, Bektaşîliğin oluşması ve yayılmasında ön planda bulunan “Türkmen Babaları”na karşı olan olumsuz tutumlarının etkisi hakkındadır. Bu olumsuz bakış açısı Eflâkî’nin Menâkıbu’l-Ârifîn’inde de kendisini

4 Bu doğrultuda fikir beyan eden araştırmacılar, “Bektaşîliğin Doğuşu ve Teşekkülü Hakkında Çıkan

Tartışmalar” başlığı altında değerlendirildiğinden dolayı burada araştırmacıların çalışmaları tek tek zikredilmemiştir.

69

göstermiştir (Yazıcı, 1973: 370). Adı geçen eserde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî övülürken Hacı Bektaş Velî ise şeriate uymayan bir derviş olarak aksettirilmektedir.

Hacı Bektaş Velî’nin yaşadığı dönemle ilgili bilgilerin büyük bir çoğunluğu -taraflı bir bakış açısıyla yazılan eserler ve Hacı Bektaş Velî’nin daha çok menkabevî yaşamı üzerine kurgulanan eserler hariç tutulmak üzere- sözlü kültür vasıtasıyla günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bektaşîlik hakkında yazarı bilinen ya da bilinmeyen velâyetnâmeler, buyruklar, fütüvvetnâmeler, cönkler, cenknâmeler, erkânnâmeler, makteller ve nasîhatnâmeler gibi tarikatın yapısı hakkında bilgi veren eserler, Hacı Bektaş’ın vefatından sonra yazıya geçirilmiştir. Her ne kadar bu eserlerde Hacı Bektaş Velî ile ilgili bilgiler bulunsa da bu bilgiler daha çok onun menkıbevî yaşamı hakkındadır.

Velâyetnâme-i Hacı Bektaş Velî isimli eserde Hacı Bektaş, susam yaprağı üzerinde namaz

kılması, ayaklarıyla kayayı yoğurması, bir bıçakla taşı kesmesi, her şeyi taşa çevirmesi, Arafat Dağı’ndaki çilehânede bir yumruğuyla pencere açması, ölen bir çocuğu diriltmesi gibi olağanüstü özellikleriyle zikredilir. Eserde, Bektaşîlik tarikatının ritüelleri hakkında herhangi bir bilgi bulunmaz (Gölpınarlı, 1958; Korkmaz, 2006). Ancak, Bektaşîliğin temelinde bulunan Yesevîlik, Kalenderîlik, Haydarîlik gibi tarikatların kültürel ögeleriyle birlikte eski Türk inanışlarının izlerine rastlanır.

Hacı Bektaş Velî’nin Ahmet Yesevî ile görüşmüş olabileceği fikri ise tarihî kayıtlarla uyuşmamaktadır. Ancak, Velâyetnâme-i Hacı Bektaş Velî’nin içerisindeki çeşitli hikâyelerde (Gölpınarlı, 1958: 16, 19, 81) ve Velâyetnâme-i Hacım Sultân’da (Gülerer, 365, 366, 367, 378), Hacı Bektaş’ın Ahmet Yesevî ile olan alakası sıklıkla dile getirilmiştir. Bu eserler her ne kadar menkabevî hikâyeler üzerine kurgulansa da Bektaşîliğin tarikat olmadan önce yaslandığı menşe hakkında bilgiler vermesi bakımından önemlidir.

Bektaşîliğin Anadolu’da bir tarikat hüviyeti kazanmasında sadece Hacı Bektaş Velî’nin değil onun yetiştirdiği dervişlerinin de büyük rolü olmuştur. Hacı Bektaş Velî’den sonra Bektaşîlik tarikatının öğretilerinin yaşatılması aşamasında önemli katkılar sunan dervişlerden biri olan Abdâl Mûsâ, Hacı Bektaş’ın halifelerindendir. Silsileye göre Hacı

70

Bektaş’ın halifesi Abdâl Mûsâ onun da öğrencisi Kızıldeli lakabıyla bilinen Seyyid Alî Sultân’dır (Yıldırım, 2019: 124). Hacı Bektaş Velî’nin vefatından sonra zâviyenin başına Bâcıyân-ı Rûm’dan olan Hatun Ana’nın müridi Abdâl Mûsâ geçmiştir (Ocak, 1992: 373). Abdâl Mûsâ, Osmanlı Devleti zamanında çeşitli savaşlara katılarak gaziler arasında Hacı Bektaş Velî’nin menkabelerinin yayılmasını sağlamıştır. Kızıldeli Dergahı’nın şeyhlerinden olan Seyyid Alî Sultân ise Abdâl Mûsâ’nın mürididir. Tıpkı Abdâl Mûsâ gibi Osmanlı Devleti’nin yanında müridleriyle birlikte savaşlara katılmıştır. Hacı Bektaş öğretilerine sıkı sıkıya bağlıdır. Hatta, Rıza Yıldırım onun 15. yüzyılda Rumeli’nin Hacı Bektaş’ı olarak düşünülebileceğini ve Bektaşîliğin ana merkezinin Hacı Bektaş’tan ziyade Kızıldeli Dergahı olduğunun abartı sayılamayacağını ileri sürer (Yıldırım, 2019: 134).

Bektaşîliğin tarikat hüviyeti kazanmadan öncesi hakkındaki tartışmalardan biri “Bektaşî” adıyla ilgilidir. Aslında Hacı Bektaş’ın yaşadığı dönemde bir tarikat kurmadığı en azından bir tarikatı varsa da bunun adının Bektaşîlik olmadığı şimdilik elde bulunan kaynakların verdiği bilgilerle tespit edilebilmektedir. Bu kaynaklardan hareketle 13-14. yüzyıl arası dinî ve sosyal bir zümre olarak “Bektaşî”ler adıyla bilinen bir gruptan bahsedilemez. Ancak, 15. yüzyıla gelindiğinde bu dönem şairlerinden olan ve Seyyid Alî Sultân’dan nasîp alan Sâdık Abdâl (ö. ?)’ın Divanı’nda “Bektaşî” tabirine rastlanır ve hatta eserde Bektaşîliğin tarikat olduğu, tekyelerinin bulunduğu belirtilir:

Ki zâhid didi Bektaşî tarîkı Ne bilsin ma’nâsın ol giz tabâyi’

Ki Bektaşî Hak ile Hak demekdür Hemân oldur bilirsen sana nâfi’

(Sâdık Abdâl Divanı, 46/10-11).

Nûr-ı hikmet sırrıdur Bektaşîyânun tekyesi Mürşid-i kâmil olardur fehm idersen bî-gümân

71

Râh-ı Bektaşî’de tâlib hizmet eyle nice yıl Yürüden cânsız kayayı sırrına itme gümân

(Sâdık Abdâl Divanı, 59/16).

Bektaşîlik tarikatının Balım Sultân’a kadar olan evresinde Hacı Bektaş Velî’nin temel rolü, Anadolu’da Horasan Türk tasavvuf geleneğinin yayıcısı konumunda olmasıdır. Yani Bektaşîliğin tarikat olmadan öncesi, Yesevîliğe bağlı düşünce sisteminin Anadolu’daki bir yansımasıdır. Balım Sultân öncesi dönem Bektaşîliği hakkında bilgi veren Baha Said de bu hususa dikkat çeker: “Hülâsa: Bektaşîlerin ilk devre-i teşekkülinde Türk dili, Türk

dini, Türk töresi, Babaîlik, Ahîlik ve nihâyet müdevven olan İslâmî eşgâl-i tasavvuf, Hind, İrân, efkâr-ı ma’neviyyesi, Türk efkâr-ı umûmiyyesine ‘aliyyü’t-tedrîc telkîn edilmiştir”

(Baha Said, 1927: 216).

Burada üzerinde durulması gereken husus, Hacı Bektaş Velî hakkında ortaya atılan iddiaların sorgulanmasıdır. Hacı Bektaş Velî, ne Âşıkpaşazâde’nin ortaya attığı gibi tarikat kuramayacak kadar meczup bir derviş, ne de Eflâkî’nin eserinde yer verdiği gibi şeriatten uzak bir pirdir. Hacı Bektaş, Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan Bektaşîlik tarikatına adını verebilecek kadar şöhret bulmuş, birçok tarihî kaynakta adından söz ettirmiş menkabevî ve tarihî bir şahsiyyettir.

Benzer Belgeler