• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.59. Bazı Ayet ve Hadislere İşaret Eden Kavramlar

Eserde geçen kavramlardan biri “kâlu belâ (evet dediler)”dır. “Elest bezmi” olarak da bilinen kavram, tasavvufta Allah ile kulları arasında âlemlerin yaratılışından önce, ruhların yaratıldığı zaman yapılmış bir ahite işaret eder. Bu konu Kuran’da Araf suresi 172. ayette geçmektedir ve ayetin meali şöyledir: “Hem Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp da onları nefislerine karşı şahit tutarak ‘Rabbiniz değil miyim?’ diye şahit gösterdiği vakit, ‘Evet, Rabbimizsin şahidiz!’ dediler. Kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu!’ demeyesiniz.”

Kulların, Rablerine “belî/belâ (evet)” dedikleri mecliste Gülşenî, kendisinin de “belî” diyerek ikrar verdiğini ve imanın ikrar demek olduğunu söylemiştir:

“KÀlÿ belì”de èahdıla ikrÀr idüp didüm belì

Ol èahd oluban dìn baña ìmÀn hemÀn iúrÀrımış (58/9)

Henüz ruhları yaratılmışken Allah’a söz vermiş olan kullar, dünyevî yaşamları içerisinde geldikleri ve dönecekleri kaynağı bulmakla da yükümlü olmuşlardır. Kul, aşk ile birtakım sınavlardan/belâlardan geçerek geldiği ve döneceği kaynağı bulacaktır; bu yola koyulmak içinse kulun, “kâlu belâ”da verdiği sözü hatırlaması ve unutmaması gerekmektedir.

Gülşenî, bu yolun talibine; “kâlu belâ”da Allah’a aşkla “belî (Rabbimizsin, şahidiz)” dediği için sözünden dönmemesini ve ikrar ettiği hakikati inkâr etmemesini öğütlemektedir:

èIşúile didüñ çünki belì dönme belÀdan İkrÀruñı terk eyleyüp inkÀra yapışma (152/8)

Eserde geçen kavramlardan başka biri, “nefahtü”dür. “Nefahtü” ile kastedilen ise Âdem’in yaratılışında ona Allah’ın ruhundan nefhetmiş olmasıdır. Kuran’da bu hadise Sâd suresi 72. ayette “Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın.”, Secde suresi 9. ayette “Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfürdü.”, Hicr suresi 29. ayette “Binaenaleyh onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan nefheylediğim vakit derhal onun için secdeye kapanın.” mealleriyle geçmektedir. Gülşenî “nefahtü” kavramını tek başına kullanmasının yanında;

kimi zaman, söz konusu ayetlerde geçtiği üzere “nefahtü fî-hi min rûhî”, kimi zaman da “nefahtü sırrı” şeklinde kullanmıştır.

İnsanın ruhu, “nefahtü fî-hi min rûhî (ona ruhumuzdan üfledik)”

demindendir (Allah’ın bu sözüyle işaret buyurduğu vakittendir yahut nefhadandır) ve o nefhayla, (Allah’ın yaratması dışında) sebebe gerek olmadan, hayat için aşkın rüzgârı esmektedir:

“Nefaòtü fì-hi min rÿhì” deminden rÿóı insÀnuñ O nefòıla óayÀt içün eser bì-çÿn yili èışúuñ (71/7)

Gönül âleminin “nefahtü” sırrı olup açıklanamaz bir cihan olduğunu ifade eden Gülşenî, bu sırrı açığa vuramayacağını söylemiştir:

“Nefaòtü” sırrıdur fÀş idemezem CihÀn-ı bì-beyÀndur èÀlem-i dil (76/7)

Gülşenî’nin bir ayete işarettiği başka bir kavram, “lâ vü illâ”dır. “Lâ vü illâ”, “Allah’tan başka ilah yoktur.” anlamına gelen “lâ ilâhe illallâh”

kelime-i tevhid’ine işarettir. “Lâ (yok/yoktur)” ifadesi, Allah’tan başka şeyleri reddetmek; “illallah (Allah’tan başka)” ifadesi ise, ilahlığın azametini ispat etmektir (Seccâdî, 2007: 291). Müridin yaşadığı manevî bir hâl olan “dem hâli” için, “lâ vü illâ”dan geçilmesi gerekmektedir; çünkü o “dem”, Allah’ın varlığının ispatına ihtiyaç duyulmayacak olan bir ândır. Gülşenî “la vü illa”dan geçip ikiye bir gözle baktığını/kesretteki vahdeti gördüğünü ve benlik olandan/nefisten kaçarak “Hu” zikrinin ânını korumakta/yaşamakta olduğunu söylemiştir:

LÀ vü illÀdan geçüp ikiye bir göz açup

Benlik olandan úaçup Hÿ demini ãaòlaram (85/10)

“La vü illa”dan geçerek mertebeleri aşan kimse, aşkın şamatası için kendisinin “hû”dan ne olduğunu (Allah’tan geldiğini yahut “hû” ile ne ilişiği olduğunu) bilir:

Úılan ùayy lÀ vü illÀdan merÀtib

Bilür hÿdan neyem heyhÀy-ı èışúa (151/11)

Eserde, bir ayete vurgu yapılan kavramlardan biri de “kün fe-kân”dır.

Bu kavramla, Yasin suresinin “Onun emri, bir şeyi dileyince ona sadece ‘Ol!’

demektir. O da hemen oluverir.” mealli olan ve kısaca “kün fe-yekûn” olarak bilinen 82. ayeti hatırlatılmıştır. Zira tasavvuftî inanışta, Allah âlemleri “kün”

emriyle yaratmıştır ve yaratma her ân, yine onun iradesiyle devam etmektedir.

O bir an âlemlerden iradesini çekse, tüm varlık yok olur. Dolayısıyla Âdem’den ve ruhlardan/canlardan, kâinatın en küçük zerresine kadar her şey, onun “kün” emri ile var olmuş ve olmaktadır.

Gülşenî, Hz. Muhammed’e seslenerek; cihanın bir vücut, Hz.

Peygamber’in de bu vücudun canı olduğunu ifade etmiş ve “kün fe-kân”dan gelen canın ondan başka ne olabileceğini sormuştur. Bu ifadeyle Gülşenî, her şeyden önce Hz. Muhammed’in nurunun yaratılmış olduğu inancına işaret etmiştir:

CihÀn bir ten kimidür cÀnı sensin

Nedür cÀn andan özge “kün fe-kÀn”dan (104/3)

Gönül âlemi, Allah’ın ol demesiyle oldurduğu, iki gibi görünen ama

“bir” olan bir cihandır:

İki vechile bir yüzden görünür

CihÀn-ı “kün fe-kÀn”dur èÀlem-i dil (76/5)

Eserde ayetler dışında gönderme yapılan bir de hadis-i kutsi bulunmaktadır. Kısaca “levlak” şeklinde de geçen bu hadis-i kudsi, Allah’ın Hz. Peygamber’e söylemiş olduğuna inanılan “Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım.” anlamına gelen “Levlake levlake lemâ halaktu’l-eflâk.”tır.

Gülşenî bu sözü, Hakk’ın Hz. Peygamber’e duyduğu sevginin/aşkın sözü olarak nitelemiş ve bunu bilmeyen kimseleri, yaratılış sırrını bilmeye ehil görmediğini ifade etmiştir. Zira tasavvufta âlemlerin yaratılış sebebi aşktır. Bu aşk kimi zaman Hakk’ın kendi zatına duyduğu, kimi zamansa peygamberine/kuluna duyduğu aşk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gülşenî’ye göre; “levlak” ile kastedilen aşk sözünün ne olduğunu bilmeyen, Hakk’tan olan Âdem’in sırrını bilmeye mahrem değildir:

Bilmeyen nuùú-ı muóabbet neydügin “levlÀk” ile

Ádem’üñ sırrını Óaúú’dan bilmege maórem degül (80/6)

Gülşenî, aşk demine/hâline yöneldiğinden beri, zikrini “levlak” edip, kendisinin, sevgilinin zikri hâline geldiğini söylemiştir:

èIşú u muóabbet demi vechüm olaldan murÀd Õikrimi levlÀk idüp sevgülü meõkÿrıyam (84/5)

Benzer Belgeler