• Sonuç bulunamadı

BATI VE DOĞU AVRUPADA SİVİL TOPLUM KARŞILAŞTIRMASI

2. İNGİLTERE, FRANSA, POLONYA VE MISIR’DA SİVİL TOPLUM-

2.4. BATI VE DOĞU AVRUPADA SİVİL TOPLUM KARŞILAŞTIRMASI

Sonuç olarak, 1989 yılında Polonya Halk Cumhuriyet’inin adı Polonya Cumhuriyeti olarak değişerek egemenlik ulusa verilmiş, demokratik parlamenter sisteme geçilerek ve serbest piyasa ekonomisi benimsenerek özgür bir sivil toplumun temellerinin atılması bağlamında politik ve ekonomik bir değişim yaşanmıştır.

Unutmamamız gereken nokta, sadece serbest piyasa ekonomisine geçiş özgür bir sivil toplum için yeterli değildir. Ayrıca siyasal kültürün de özgür bir sivil toplumun gelişebilmesine imkân sağlaması gerekir.

2.4. BATI VE DOĞU AVRUPADA SİVİL TOPLUM KARŞILAŞTIRMASI

Siyasal gücün ve egemenliğin toplumsal tabana yayılmasıyla birlikte, bireylere siyasal otorite tarafından “vatandaşlık” statüsü verilmiştir. Örneğin; İngiltere’de “1689 Haklar Bildirgesi” ile başlayan bu süreç, Amerika’da “1776 Virginia Haklar Bildirgesi”

ve Fransa’da “1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” ile iyice olgunlaşmıştır.284 Kapitalizmin olgunlaşmasıyla birlikte, kamusal yaşam-özel alan, sivil toplum-devlet arasındaki ayrışmanın sınırları giderek ortadan kalkmaktadır. Bugün artık sivil toplumun merkezi özel yaşam alanıyla sınırlı kalmamakta, sivil toplumun var olma alanı bizzat kamusal alan olmaktadır. Hatta sivil toplumun var olma alanı kamusal alanı da aşarak NGO’lar ile (Non Governmental Organization) yani hükümet dışı kuruluşlar ile uluslar arası bir boyuta ulaşarak devletler üzerinde de önemli bir baskı mekanizması oluşturmuştur285. Kısacası Batı Avrupa’da gelişmiş olan sivil toplum kamusal alanı kuşatmanın yanı sıra, uluslar arası bir boyut da kazanmıştır.

Batı Avrupa toplumlarını modern siyasal kurumlara ulaşmalarını sağlayan etmenler aynı olmakla birlikte bu toplumların geçirdikleri farklı tarihsel evrimler sebebiyle siyasal kültürleri farklı olabilmektedir. Bu farklılığı, yani sivil toplum ve devlet ilişkisini düzenleyen normların farklılığını Batı Avrupa ülkelerinden olan İngiltere ve Fransa ekseninde karşılaştırmalı inceleyebiliriz.

İngiltere’de sivil toplumun temelini on ikinci yüzyıla kadar uzanmakla birlikte, esas itibariyle İskoç Aydınlanması’na dayanmaktadır. Bu düşünceye göre devletin görevi, ekonomik gruplar arasında hakemlik yapmak ve İngiliz firmalarının denizaşırı ticarete yönelmeleri için uluslararası pazar açmaktır286. Bu nedenle İngiltere’de ekonomik yaşam içerisinde hâkim olan devlet değil, ekonomik gruplar olmuştur.

İngiltere bir devrim geleneğinden çok sözleşme geleneğine sahip olduğundan bireysel ve toplumsal özgürlüklere yeşil ışık açan sekülerizm aracılığıyla, sahip olduğu tarihi gelenekleri ve birikimleriyle Modern Çağ’ın getirisi olan kazanımlarını sentezleyerek siyasal değerlerini yaşatmayı sürdürmüştür. Sözleşme geleneğinin özünde barındırdığı konsensüs ve uzlaşma nedeniyle, İngiltere’de demokrasinin gelişimi için aristokrasinin ortadan kalkması gerekmediği gibi, sekülerizmin gelişmesi de kamusal       

284 Ahmet Mumcu, İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, Savaş Yayınları, Ankara, 1994, s.71.

285 Alberto Melucci, “Social Movements and the Democratization of Every Day Life”, Civil Society and The State: New European Perspectives, (e.d.) John Keane, 1988, London: Verso, s.257.

286 Bertrand Badie, Pierre Birnbaum, The Sociology of The State, (Çev. Arthur Goldhammer), The University of Chicago Press, Chicago: London, 1983, s. 123.

yaşamdaki dinsel ağırlığın bertaraf edilmesine bağlı kılınmamıştır.287 Sonuç olarak İngiltere’de devlet, sivil toplum gibi kavramlar yerine daha çok bireycilik, özgürlük, aktif siyasal katılım, daha az devlet müdahalesi gibi kavramlar dile getirilmiştir.

Fransız geleneği ise, İngiltere’nin tam tersine daha zora dayalı bir siyasal yapılanmaya sahiptir. Fransa’nın bu katı, merkeziyetçi yapısını Orta Çağ’a kadar geri götürebiliriz. Ancak Fransa’nın devletçi geleneği Sanayi Devrimi sonrasında da devam etmiştir. Batı Avrupa’da on sekizinci yüzyılla birlikte devletler ekonomik, toplumsal faaliyetlere doğrudan müdahale etmeden küçülmeyi seçip sivil topluma daha geniş bir alan bırakmayı tercih ederlerken, Fransa tam tersi hareket ederek toplumsal refleksleri zayıflatmayı tercih etmiştir. Medya Batı Avrupa’da sivil toplumun örgütlenmesi gibi önemli işlevler görürken, Fransa sivil toplumun bu şekilde örgütlenmesini önlemek için 1761 yılında Gazette de France adıyla bir devlet gazetesi çıkarmıştır . Sonuç olarak Fransa’da sıkı denetim mekanizmasıyla birlikte devlet, mutlak otoriteye sahip olarak gelişmiştir.

İngiliz geleneğini benimseyen ülkeler daha bireyci, özgürlükçü bir siyasi ve ekonomik yaşamı benimserken, Fransız geleneğini tercih eden ülkeler daha merkeziyetçi ve müdahaleci bir siyasi ve ekonomik yaşamı benimsemiştir. Kısacası, İngiltere sözleşme geleneği ile 1980’li yıllarda özelleştirmenin öncülüğünü yaparken, Fransa ise merkeziyetçi devlet anlayışı çerçevesinde müdahaleci bir ekonomik yaşamı benimsemiştir. Fransız modelinin etkisi, Türkiye, Doğu Avrupa Ülkeleri ve önemli ölçüde Kıta Avrupa’sında etki alanı bulmuştur. Ancak 1990’lı yıllarda Sosyalist Blok’un yıkılmasıyla birlikte bireyci, özgürlükçü, demokratik değerler tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır.

Doğu Avrupa’da sosyalizmin etkisi altındaki ülkelerde sivil toplum, Batı Avrupa’daki gibi gelişememiştir. Batı Avrupa’da sivil toplum, yasal olarak örgütlenmiş özgün ve devletten bağımsız örgütlenmelerden oluşmuş ve bu örgütlenmeler kamusal yaşamdaki siyasi dinamiklerin temelini teşkil etmiştir. Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde ise devlet, sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik yaşamın tümünü işgal etmiş ve “sivil” bir oluşuma yer bırakmamıştır. Sosyalist ülkelerde özel mülkiyetin ortadan

      

287 Badie, Birnbaum, a.g.e., s. 109.

kalkmasıyla devlet sadece ekonomik yaşama müdahale ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda tek tip ideolojiyi toplumun tümüne dayatarak farklılıkları ortadan kaldırmıştır.

Katolizmin ve Protestanlığın bulunduğu ülkelerde din devlet çatısı altında örgütlenmediğinden sivil toplumun alt yapısı oluşabilmiştir. Örneğin, komünizmin hâkim olduğu yıllarda Polonya, Katolik bir dini anlayışa sahip olduğundan din sivil toplumun bir unsurunu teşkil edebilmiştir. Polonya’da 1956 yıllından sonra kilise, toplumsal, dinsel, kültürel konularda bağımsız hareket ederek, rejimin politikalarına karşı halkı örgütleyen bültenler, kitaplar, dergiler basan kişilerle yakın ilişki içinde olmuştur288. Polonya’daki ve Batı Avrupa ülkelerindeki örnekler bize dinin ancak devlet dışında örgütlenmesi durumunda sivil toplum niteliği taşıyabileceğini göstermektedir.

Katoliklik her şeyden önce sosyal ve siyasal yaşama ilişkin yeni etik değerler üreterek, adeta farklı bir sesin temelini oluşturmuştur. Oysa Doğu Avrupa ülkelerinin genelinde Ortodoks kiliseleri, var olmanın ötesinde bir dünya öngörememişler ve dolayısıyla da bulundukları toplumlara yeni ufuklar açamamışlardır. Ortodoks değerlerin egemen olduğu komünist rejimlerde din, devlet çatısı altında örgütlendiğinden ve Ortodoksluğun içinde barındırdığı etikten dolayı bir sivil toplum unsuru teşkil etmemiştir. Ortodoksluğun temelinde bulunan “sadakat” anlayışı sadece kilisenin değerlerine karşı sadakatle sınırlı kalmamış, aynı zamanda siyasal değerlere de sadakate dönüşmüştür289.

Polonya’da sivil toplumun doğuşuna Katolik kilisesinin verdiği destekle birlikte, 1976 yılında kurulan İşçi Savunma Komitesi (KOR) neden olmuştur. KOR, devletin politikalarındaki tutarsızlığı, keyfiliği, eşitsizliği görerek halkı komünist partinin güdümündeki devlete karşı örgütlemiştir. KOR, zamanla Polonya’daki komünist rejimin yıkımında önemli rol oynayan İşçi Dayanışma Hareketine dönüşmüştür. İşçi Dayanışma Hareketi 1980’li yıllarda Dayanışma Sendikasına dönüşmüştür. İsminde sendika kelimesi geçmekle birlikte, Dayanışma’nın asıl amacı Polonya Cumhuriyeti’ni komünist rejimden arındırmaktı. Bu doğrultuda Dayanışma Sendikası devlet radyosunun halk tarafından kullanılmasını, sansürün kaldırılmasını, muhalefetin hoş görülmesini, siyasal mahkûmların serbest bırakılmasını, mülkiyet hakkının devredilmesini, fabrikaların       

288 Pelczynski, “Dayanışma ve Polonya’da Sivil Toplumun Yeniden Doğuşu (1976-1981)”, a.g.m., ss.

391-393.

289 L.M. Vorontsova, S.B. Filatov, “The Russian Way and Civil Society”, Russian Social Science Review, Vol 38, 1997, ss. 8-17.

denetiminin demokratik şekilde seçilmiş işçi temsilcilerine vermeyi, devletin temel organlarının demokratik yoldan seçilmiş konseyler tarafından yönetilmesini talep etmiştir. Dayanışma hareketi böylece komünist parti egemenliği altındaki ekonomik ve toplumsal alanda ilk defa ciddi bir sivil toplum potansiyeli teşkil etmiştir. Kısacası, Doğu Avrupa’da Sosyalizmin hâkim olduğu yıllarda Polonya, Çekoslovakya, Macaristan gibi ülkelerde siyasal muhalefetin bastırılması bu rejimlerin tek tek yıkılarak sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde demokratik ve parlamenter rejimlerin doğması ile sonuçlanmıştır.

Sonuç olarak, Batı Avrupa’da sivil toplum kamusal yaşamın politizasyonu yani daha fazla katılımcı bir demokrasi anlayışını içermektedir. Doğu Avrupa’da ise sivil toplum, dünya ekonomisine uyum sağlamak, sivil haklara sahip olmak, anayasal bir sisteme sahip olmak anlamlarına gelmektedir. Görüldüğü gibi, Doğu Avrupa ülkeleri Batı Avrupa Ülkeleri’nin on dokuzuncu yüzyılda geçirdiği aşamaları yüz elli yıl sonra geçirmeye çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda sivil toplumun, devletin tüm toplumsal yaşamı kuşattığı sosyalist ülkelerde değil, minimal devlet anlayışının geçerli olduğu ve liberal değerleri benimsemiş olan demokratik toplumlarda geliştiğini görmekteyiz. Bu nedenle Doğu Avrupa’da sivil toplum, sosyalist rejimlerin yıkıldığı 1990 yılından itibaren mümkün olabilmiştir. Unutmamamız gereken bir nokta da sivil toplum için demokrasi, demokrasi için ise sivil toplum zorunludur. Batı Avrupa ülkelerinin genelinde demokrasi ve sivil toplum birlikte gelişirken, sosyalist değerleri temel alan Doğu Avrupa ülkelerinde ne sivil toplum ne de demokrasi gelişebilmiştir. Ancak Doğu Avrupa ülkelerinin 1980’li yıllarda liberalizmi referans almalarıyla birlikte sivil toplum meydana gelmiş ve sivil toplumun gelişmesiyle de demokratikleşme süreci başlamıştır.