• Sonuç bulunamadı

1.2. Sevdâdan “Cünûn/Dîvânelik”e Geçiş

1.2.2. İlahî aşk boyutunda sevdâdan “cünûn/dîvânelik”e geçiş

1.2.2.3. Bahârın gelmesi

Sevdâ aşamasından cünûn/dîvânelik aşamasına geçişi ifade etmek için kullanılan bir diğer unsur ise bahâr mevsimidir. Bahâr mevsiminin de tıpkı hilâli görmek gibi, deliliği şiddetlendirdiğine i nanılmaktadır. Ahmet Talat Onay, tabiatın yeniden dirildiği

bahâr mevsiminin bütün tabiat üzerinde olduğu gibi, insan üzerinde de etkili olduğunu ve bu mevsimin delilerin deliliklerinin attığı bir mevsim olduğuna inanıldığını şu şekilde ifade etmektedir: “ Cinnet, beyindeki akıl ve muhâkeme hücresine kanın fazla hücumundan ileri gelir… Bu mevsimde ağaçlara su sereyân eder; insanların, hayvanların vücutlarına da zindelik, cevvâliyet yayılır. İşte bunlar gibi kanı gür delikanlılarda kabına sığamamazlık olurmuş ; delilerin cinneti bilhassa bu mevsimde artarmış” (2000: 112). Psikiyatri uzmanı Dr. Adnan Çoban, bahâr mevsimi ve psikolojik rahatsızlıkların şiddetlenmesi arasındaki ilişkinin sadece eski tıp anlayışıyla sınırlı olmadığını, günümüz psikiyatrisinde de bu hususun geçerli olduğunu söylemektedir: “Evliyâ Çelebi, bahâr mevsiminde aşk hastalarının arttığını anlatır. Hakikaten bahâr, özellikle depresyon, melankoli ve mani hastalarının kötüleştiği bir mevsimdir” (2005: 57).

Zahirî anlamı itibarıyla deliliğin ge rçek anlamıyla bağlantılı olan ve deliliğin daha da şiddetlenmesinde etkili bir faktör olan bahâr mevsimi, aşk deliliğinin batınî anlamı için de sevdâ aşamasından cünûn/dîvânelik aşamasına geçişi, yani aşk deliliğinin daha da şiddetli hâle gelmesini ifade etmek amacıyla kullanılmış tır:

Esridi cûş-ı mahabbetle ehl-i sevdâ hep Dimâğa bûy-ı cünûn verdi rûzgâr-ı bahâr

Şeyh Gâlib (G 104/4)

“Sevdâlıların hepsi, sevgi coşkun luğuyla sarhoş oldu; bahar rüzgarı, akla delilik kokusu getirdi.”

Yukarıdaki beyitte, sevdâ aşamasından cünûn/dîvânelik aşamasına geçişi ifade etmek amacıyla kullanılan ve “coşmak, sarhoş olmak, kendinden geçmek” anlamlarına gelen “esrimek” fiili, sözlü kte “sarhoşluk” anlamına gelen; fakat mutasavvıfların batınî bir anlam yüklemiş oldukları “sekr” kelimesine işaret etmektedir. Mutasavvıflar tarafından genellikle zıddı olan “sahv (ayıklık, kendine gelme)”la birlikte ele alınan “sekr”i, Kuşeyrî de “sahv”l a beraber ele almakta ve birbirinin zıddı olan bu ıstılahları şu

şekilde açıklamaktadır: “Sekr, kuvvetli bir vâridin31 tesiri ile gaybet32 hâline geçiştir. Sahv ise gaybet hâlinin nihayete ermesinden sonra his ve şuur hâline dönüştür… Kul, cemâl vasfı ile mükâşefe hâline erdirildi mi (yani sûfî cemâl tecellîsini ve kemâl sıfatlarını temaşa etti mi) sekr hasıl olur, ruh neşelenir, kalp aşk hislerine gark olur” (1991: 201). Kuşeyrî’nin bu ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, sekr hâli, sevginin galebe çalmasıyla birlikte ortaya çıkan ve bunun neticesi olarak da kişinin şuur hâlini yitirmesine ve dış dünya ile irtibatının kopmasına sebep olan bir hâldir.

Sevdâ aşamasını anlatırken de ifade etmiş olduğumuz gibi, ilahî aşk, Allah ile ruhlar arasında bir anlaşmanın y apıldığı elest meclisinde başlayan; fakat “düşüş”ün neticesi olarak unutulan bir aşktır. Her ne kadar unutulmuş olsa da her insanın içinde potansiyel olarak var olan bu aşk, ancak insanın çabası neticesinde tekrar açığa çıkmaktadır. İşte “sekr” hâli, kişin in içinde bulunduğu “unutkanlık” durumundan sıyrılarak içindeki aşkı açığa çıkarmak için çıktığı manevî yolculuktaki önemli bir aşamayı, aşk coşkunluğuna ulaşmayı ifade etmektedir. Aşk coşkunluğuna ulaşmak da tam anlamıyla sarhoş olmak gibi çeşitli kademe lerden meydana gelmekte ve her ikisi de kişinin şuur hâlini yitirmesine ve bunun sonucu olarak da dış âlemle irtibatının kopmasına sebep olmaktadır. İlahî aşkın ortaya çıkma biçimiyle, sarhoş olmak arasındaki bu paralellik sebebiyle de mutasavvıflar, aşk c oşkunluğuna ulaşan kişinin durumunu ifade etmek için “sekr (sarhoşluk)” kelimesini kullanmışlardır. Nasrullah Pürcevâdî, bu hususu şu şekilde açıklamaktadır: “Onlara (mutasavvıflara) göre “sekr” in anlamı, insanın Yaratan’a karşı duyduğu sevginin etkisiyl e ortaya çıkan özel bir hâldir. Genel olarak ister tasavvufî anlamıyla olsun ister tasavvuf dışı anlamıyla olsun sevgi ya da aşkın, kimi mutasavvıfların eskiden beri şarap ve bâde içme mertebe ve aşamalarına benzettikleri birtakım mertebe ve dereceleri bul unmaktaydı. Bâde içmenin ilk aşaması bâdeyi tatmaktır. Ondan sonra bâde kadehlerinin birbiri ardınca içilmesi gelmektedir. O kadar var ki sonunda kişi tam anlamıyla sarhoş olup kendinden geçer. “Manâ erbâbı” diye adlandırılan sûfiler, aynı tabirleri muhabb etin mertebelerini ve muhibbin hâllerini anlatmak için kullanmışlardır. İlk aşamaya “zevk (tatma)” adı verilmiştir. Sonraki aşamaya “şurb (içme)”, son aşamaya ise “sekr” ve “kendinden geçme” adı verilmiştir.

31

“Vârid, kulun kastı olmaksızın kalbe gelen ilham, feyzdir” (Kuşeyrî, 1991: 220).

32

“Gaybet, duyguların kalbe gelen vârid (feyz, ilham) ile meşgul olması sebebiyle, halkla ilgili hâllere ait bilgilerin ve şuurun kalpten kaybolması hâlidir. Yani manevî âlemle meşgul olan duyu organlarının, maddî âleme ait duyarlılığını ve şuurunu kaybetmesidir” (Kuşeyrî, 1991: 198).

Dolayısıyla mutasavvıflara göre “sekr”, insanın yüce Hakk’a olan sevgisinin galebe çalmasından kaynaklanan bir hâldi. Bu sekr ve sarhoşluk, muhibbin bütünüyle kendinden geçtiği ve akletme ve ayırt etme yetisinin yok olduğu bir yere varabilirdi. İşte bu kendinden geçmeye mutasavvıflar “fenâ” adını vermek teydiler” (1998: 305, 306).

Bütün bu bilgilerden de anlaşıldığı gibi, kulun Allah’a duyduğu sevginin çeşitli dereceleri/mertebeleri vardır ve “sekr” hâli de şiddetli sevgiden kaynaklanan bir hâldir. Yukarıdaki beyitte sevdâ aşamasından cünûn/dîvânelik aşa masına geçişin “sekr (sarhoşluk)” kelimesine işaret eden “esrimek (coşmak, sarhoş olmak, kendinden geçmek)” fiiliyle ifade edilmesinden hareketle de diyebiliriz ki, kulun Allah’a duyduğu sevginin gittikçe artması ve onun bütün varlığını sarması neticesinde sevdâ aşaması sona ermekte ve kişi, cünûn/dîvânelik aşama sına geçmektedir. Dolayısıyla da cünûn/dîvânelik aşaması, kişinin sekr hâline ulaştığı aşamadır. Cavit Sunar, sekr hâline ulaşmış olan manevî yolcunun durumunu şu şekilde ifade etmektedir: “Bu makam da manevî yolcunun gönlünde dünya ve dünyaya ait hiçbir şey kalmaz. Onda hâkim olan ancak Hakk’ın fiillerinin tecellîsidir. Dolayısıyla, bu makamda manevî yolcunun kalbi gittikçe hassaslaşır, ilahî aşk günden güne artar, Allah her şeyden tecellîye başlar v e manevî yolcu bütün varını yoğunu, hattâ canını bile Allah yolunda harcamaktan çekinmez Fakat bununla beraber, manevî yolcunun nazarından eşya denen perde henüz kalkmamıştır. Bu sebeple de manevî yolcu, Dost izinde koşup feryat ile gözyaşları döker” (2003: 94-95). Cavit Sunar’ın bu ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, sekr hâline, başka bir deyişle cünûn/dîvânelik aşamasına ulaşmış olan kişi, manevî yolculukta önemli bir mesafeyi kat etmiş olmakla beraber, henüz tam anlamıyla kemâle ulaşamamıştır.

“Sekr (sarhoşluk)” hâlinin bir başka özelliği ise zaman zaman ortaya çıkan bir hâl olması ve sonrasında yerini, zıddı olan ve “ayıklık” ifade eden “sahv” hâline bırakmasıdır. Dolayısıyla da cünûn/dîvânelik aşaması, sevdâ aşamasının tamamen sona ermesi anlamına gelm emektedir. Burada söz konusu olan şey, “sekr” hâline giren kişinin, geçici bir süre kendinden geçerek şuur hâlini yitirmesi ve sonrasında tekrar kendine gelmesi, yani “sahv (ayıklık)” hâline geçmesidir. Yani cünûn/dîvânelik, sevdâ aşamasındaki kişinin aşk coşkunluğuna ulaşmanın neticesi olarak yaşadığı, geçici ve zaman zaman tekrar eden bir hâldir. Zahirî ve batınî olmak üzere iki katmanlı bir anlama sahip olan aşk deliliğinin batınî anlamıyla ilgili olan “sekr” hâlinin bu özelliliği,

aşk deliliğinin zahirî anlamıyla da tam bir paralellik göstermektedir. Çünkü daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi, aşk deliliğini meydana getiren “sevdâ (kara sevda/aşk melankolisi)” ve “cünûn/dîvânelik (mania)”, birbirini izleyen ve karşılıklı olarak birbirine yer veren iki delilik türüdür. Yani birinin sonu, diğerinin başlangıcı olmaktadır. Bu da zaman zaman sekr hâline girerek kendinden geçen ve daha sonra sekr hâlinin sona ermesiyle beraber, şuurunu yeniden kazanan kişinin durumuyla tam bir paralellik göstermektedir.

Benzer Belgeler