Merdivenin karları erimişti ve kararmış basa
maklardan ıslak ve serin bir koku yükseliyordu. Mer
diveni indim. Avluda k a r vardı d a h a ; rutubetli ve yapışkan. Çubar'm kulübesi önünde çiğnenmiş kar
lar içinde zincir yatıyordu. Çubar yoktu görünürde.
Zincirin ucundaki meşin halka çözüktü ve meşin hal
kanın yanında bir kemik yatıyordu. Bakışlarımı çev
reme gezdirdim. Rutubetli karlarda izler görülüyor
du; a m a Çubar yoktu. Kemik, zincir, boyunluk ve kulübenin tahtaları arasında k a r a tüyler kalmıştı yalnız Çubar'dan. Kulübeye doğru yürüdüm. Zinci
rin yanında durunca yüreğim çarparak dizüstü çö
küp zinciri kaldırdım. Zincirden gelen soğuklukla yatışıyordum. Güldüm bile. Çubar yoktu. Ama iste
diğim anda ben de bir Çubar olabilirdim! Kimse ön
leyemezdi b u n u !
Zincirin ucundaki bogunsalığı boynuma geçir
dim; ellerim ve ayaklarım üstünde sürüklenerek ku
lübeye giriyordum ki, babamın sesi geldi kulağıma.
Başımı sesin çıktığı yere çevirdim. Balkonda babam;
gene bağırdı. Bu sefer sesi daha korkunçtu. Kendi
sini birinin görmesinden korkuyormuşçasına, çev
resine göz gezdirdi, dönüp koridor kapısını kolladı ve merdiveni paldır küldür inerek yanıma koştu. Ya
nımda durunca zorlu bir tekme salladı böğrüme; çiğ
nenmiş karlar üstüne yüzüstü düştüm. Güç belâ aya
ğa kalkıyordum ki, bir tekme daha salladı babam ka
burgalarıma. Afallamıştım. Babamın benden ne iste
diğini, niçin beni dövdüğünü bilmiyordum. Suçum
BADEM DALINA ASILI BEBEKLER 71 neydi ? Boynuma Çubar'ın bogunsalığını geçirdim di
ye mi? Çubar gibi k a r m m üstüne yatıp ötedeki badem ağacında cıvıldaşan serçeleri dinlemek istedim diye mi?
Saçlarımdan t u t t u ğ u gibi beni ayağa kaldırdı.
Sonra Çubar'ın bogunsalığını hınçla çekip boynum
dan çıkardı, kolumu tuttu, beni balkon merdivenine doğru çekti. Ama kulübeden üç-beş adım uzaklaş
madan durdu, eliyle çenemi t u t u p yüzümü yukarıya kaldırdı. Babamın yüzü şimdi her zamankinden de
ğişikti. Konuşacağını sandım. Konuşmadı. Gene yü
rümüştük ki, badem ağacı yanından geçen yoldan bi
ri seslendi. Yolda bir adam duruyordu; köylü kılığın
da başka bir adam ise badem ağacı dibinde. Gün güneşliydi ama öğleden sonra yağmur yağacaktı ga
liba ki, kuzeydeki dağlar üzerine saçak-bulutlar biri
kiyorlardı. Yolda duran adam bir kez daha seslendi.
Babam bana baktı, baş işaretiyle balkon merdivenini gösterdi. Ben merdivene giderken babamsa badem ağacı dibinde duran adama doğru yürüdü.
Merdiveni çıkıp balkonda durduğum zaman ba
bam yoldaki adamla konuşuyordu. Bir süre sonra badem ağacı dibinde duran adamdan yana iki adım attı; elini kaldırdı. Babamın eli uzak bir yeri işaret ediyordu. Köylü kıhğmdaki adam elinde uzunca bir ip tutuyordu; ayağı dibindeyse, bacakları havada di
kili, Çubar yatıyordu.
Adam, ipin ucunu geceleyin badem ağacı dibin
de nalları diken Çubar'ın bacağına bağladı; Çubar'ı çeke çeke yola çıktı ve demincek babamın eliyle
işa-72 BADEM DALINA ASILI BEBEKLER ret ettiği yere yöneldi.
Artık bakmıyordum babama. Ötekilere de bak
mıyordum; baksam bile göremiyordum onları. Çün
kü badem ağacının yaprakları ışıl ısıldı şimdi güne
şin altında. Ama bir badem ağacı değildi orda; üç.
Belki daha fazla badem ağacı vardı. Karpuz fenerler yanıyordu badem ağaçlarının dallarında. Ve bir yol uzuyordu ağaçlar arasından, dar ve uzun. Dar ve uzun yolun sırtı apaktı. Yolun ucunda bir yerde gümüş çitler; gümüş çitler üstünde ise cennet kuşları ötüyor
du.
12.
Dönüp duvarları badanasız odaya girdim. Çu-bar'm ölümüyle, ölümünün verdiği azapla kıvramp du
rurken evimizin başka bir odasında kaderimi değişti
recek, yaşamıma bambaşka bir yön verecek yeni bir trajedinin hazırlandığım sonradan anladım.
ikindiyin gerçekten yağmur yağmağa başladı ve Çubar, Çubar'la ilgili her şey pencerelerin ıslak cam
ları arkasında kayboldu; ben yağmurun monoton şı-rıltısıyla derin bir uykuya daldım. Uyurken dışarda yağan sürekli yağmur nasıl kışın son karlarını eri
tip tüketirse, Çubar'm ölümüyle içime girip yerleş
miş olan acı ve korkularımı da dağıtıyordu. Koltuk
ta ne zamana dek uyuduğumu, bilmiyorum; korkunç gök gümbürtüleriyle uyandım. Odada zifiri bir ka
ranlık vardı. Rüzgâr uluyordu dışarda. Yağmur
sicim-BADEM DALINA ASILI BEBEKLER 73 leri çılgınca sesler çıkararak pencere camlarını kır
baçlıyordu. Oda a r a d a aydınlanıp kararıyor; sonra boğuk bir gümbürtüyle bütün ev temelinden sarsılı
yordu.
Koridordan sesler gelir gibi oldu; fışıltılı. Kapı arasından kör bir ışık sızıyordu odaya. Arada kay
boluyordu ışık; bir süre sonra t e k r a r beliriyordu ve ürkek bir hırsız gibi sızarak masadaki bisküileri ay
dınlatıyordu. Dinmek bilmiyordu dışardaki rüzgâr;
vahşi vahşi uluyor, bir rampacı gibi, feryat ve çığ
lıklarla evin saçak ve pencerelerine saldırıyordu. Fa
k a t rüzgârdan çok kapı arasından sızan ışık ve fışıl
tılı seslerden rahatsız olmağa başlamıştım.
Kapı az daha açıldı ve duvarları badanasız oda
ya fazla ışık girdi. Koridordan şimdi gürültü ve ağ
laşmalar geliyordu. Kalktım. Koridora çıkıyordum ki, kapı arasında elinde bir fener, başı ve omuzları ka
ra bir şalla örtülü genç bir kadın durdu.
Geçen yaz üzüm bağı ortasındaki amcamın evin
de ağıt duaları okunurken elimden t u t a r a k beni Man-sur'un cesedi yanma götürmüş olan ManMan-sur'un ab
lası Zöhre hanımdı bu kadın. Gözlerinde korkuyla gölgeli bir merhamet, bakıyordu. Odaya girdi, keder
li bir içtenlikle elimi t u t t u ve ikimiz kapı arasında durduk. Koridorda üç kişi vardı; ikisi kadın. Yüz
leri sarı ve korkuluydu. Babam, içerisinde annemin yattığı odanın kapısında duruyordu. Duruşunda ola
ğanüstü bir huzursuzluk göze çarpıyordu. Çenesi tit
riyor, canının bedeninden ayrılacağını duyuyormuş gibi, buruk yüzünü duvara dayıyordu. Babamı bu
74 BADEM DALINA ASILI BEBEKLER
halde ilktir görüyordum. Onun halinden evimizde önemli bir şeyler olduğunu anlıyordum ama yakla
şıp ne olduğunu sormayı göze alamıyordum bir tür
lü.
Derken sessizliği yoldan geçen bir arabanın te
kerlek gürültüsü bozdu. Dışardan koridor kapısı yumruklanıyordu. îki kadın hızla y a t a k odasına gir
diler. Koridorun sürgülü kapısı gıcırtıyla açıldı, ko
ridora taze hava ve yağmur serpintisi doldu; sonra da Dr. Z ile Tomak amcam girdiler. Dr. Z'nin sır
tında kaim bir kürk vardı, amcammsa hemen hemen topuklarına inen meşin bir m a n t o ; ve başındaki me
şin şapkası üstünde alnına kalkıp lâstik bantla bağlı şoför gözlükleri. Gözler Dr. Z'ye dönüktü şimdi. Ba
bamın, kimbilir ne zamandan beri acı bir ağrıyla maskeleşmiş yüzünde kırışıklar belirdi. Dr. Z'ye bir şeyler söylemek istiyordu galiba, önceleri de kalınca olmakla beraber şimdi âdeta şişmiş, hastamsı bir renk almış dudaklarını kıpırdattı, ama konuşamadı;
iki eliyle Dr. Z'nin omuzlarını dolayarak boğula bo-ğula ağlamaya başladı. Tomak amcamın yüzü sert ve küskündü; her zamanki aksi haliyle babamın ko
lunu t u t t u ; Dr. Z'den ayırdı ve ikisi önde, arkada ba
bam, içersinde annemin yattığı odaya girdiler.
Zöhre hanım, elimi güçle sıkmasına rağmen, be
nim varlığımdan habersizdi. Ancak Dr. Z odaya gir
diği anda benimle ilgilenir oldu; başımı avuçlayarak karnı üstüne çekti. Zöhre hanım ve ben y a n karanlık koridorda sessizce kapıya bakıyor, orada evin ve ge
cenin acısını sona erdirecek olağanüstü bir şeyin
be-www.cizgiliforum.com
enginel
BADEM DALINA ASILI BEBEKLER 75 lirmesini bekliyorduk.
Neden sonra y a t a k odasının kapısı açıldı. Ba
bamla Tomak amcamın kolları arasında, kocaman bir t o m a r şeklinde, kara battaniyelere sarılı annemi çı
kardılar. Kadınlar sarsıla sarsıla ağlıyor; erkeklerse, başları göğüslerine düşük, babamın ve amcamın kol
ları arasında otomobile götürülen annemi takip edi
yorlardı.
Yavaş yavaş boşaldı koridor. Rüzgâr tamamen dinmiş, yağmur kesilmişti. Zöhre hanım hâlâ şaş
kındı ve kendine gelip benimle ilgilenemiyordu bir türlü. Ayakkabılardan dökülmüş çamur ve sularla koridor az önce terkedilmiş bir savaş yerini andırı
yordu.
13.
B a h a r birdenbire geldi o yıl. Sabahtan akşam saatlerine dek sıcak ışmlariyle toprağı ısıtıyordu gü
neş. Ağaçlar erkenden tomurcuklanmıştı. Martın sonlarına doğru tomurcuklar çatlıyor ve bodur ağaç
larla yüklü yamaç ve kırlar al sarı ve ak nakışlarla süsleniyorlardı. Bağların üzüm kütükleri de hayli semirmişlerdi ve daha Nisan'ın başlarında asmaların yavru eli büyüklüğünde yaprakları güneş altında ısınıyorlardı. Saçak oluklarında serçe cıvıltıları, ka
zılı topraklar üzerinden uçan t u r n a sürüleri, sabah
leyin horoz ötüşleri uzun ve güzel bir yaz muştulu-yorlardı. Yalnız evimiz annemin hastalanıp şehir
has-78 BADEM DALINA ASILI BEBEKLER
otomobilin ne zaman Pilibaşı'ndan ayrıldığını, yaban
cıların ne yöne gittiklerini bilememiştim.
14.
Kahvaltımı yapıp evden çıktığım zaman güneş hayli yükselmişti gökyüzüne. Uzakta deniz, güneşin ışıkları altında titrek bir pırıltıyla akımsı bir renge girmişti. Evimize ve Pilibaşı'na sağır bir sessizlik çökmüştü. Güneş görmeyen asma yaprakları üstün
de kırağılar henüz kuramamışlardı; elimi yaprakla
ra götürüp ıslatıyor, sonra yüzüme doğru kaldırarak avucumun içini yalıyordum. Şoseye çıktım. Kimse yoktu görünürde. Ötedeki kalaslar arasında uçuşan yabani a n l a r ı n uğuitulan evimize kadar ulaşıyordu.
E v e az daha yaklaşınca şoseye açılan koridor kapısı
nın y a n açık olduğunu gördüm. Soluğumu tutmuş, kapıya bakarken evin güney-batı duvarı dibinde du
r a n bir adam ilişti gözüme. Adamın duruşu ve bakışı evimizde kötü bir şey olacağını veya olup bittiğini ima ediyordu. Avluya indim. Balkonda Tomak am
cam duruyordu. Kendine benzemiyordu Tomak am
cam. Yukarda yolda birkaç kişi daha belirdi. Ne za
m a n ve nerden gelip Çubar'ın kulübesi yanında dur-duklannı bilmediğim başka iki köylü. Bir yerlerde bir ineğin hazin böğürmesi duyuluyordu. A m a sesler ve insanlar donuk bir dünya üstünde kalakalmış si
lik izleri andırıyorlardı. Farkında olmadan evden uzaklaşmaya başladım.
BADEM DALINA ASILI BEBEKLER 79 Badem ağacı yanında durduğum zaman
Piliba-§ı verandasından çıkan seslerle kendime geldim.
Verandada birçok insan vardı; birkaçı ünifor
malı. Salon kapısı açıktı ve salona, gömleklerinin kolları dirseklerine sıvalı, adamlar girip çıkıyorlar
dı. Merakla, biraz da korkarak, verandanın az uza
ğında d u r a n kamyona yaklaştım. Yerde yığılı eşya
ların yanında uzun boylu, kalın kemikli, h a n t a l bir adam durmuş, verandadakilere bakıyordu. Başka iki kişi kocaman bir tabloyu getirmiş, h o m u r d a n a r a k tabloyu kamyonun bordasına dayamışlardı. E t r a f a ekşimsi, keskin bir koku dağılıyordu. Güneş ışıkları yığındaki çini vazoların üstünde titreşiyordu. Pili-başı'nda olup biteni öğrenmek için verandaya doğru yürümüştüm ki, gözlerim kamyonun bordasına da
yalı tabloya takıldı; birden durdum. İçimden garip bir ürperti geçti. Hava ansızın kararmış gibiydi. El
lerim titriyordu. Üşüyordum. Sarp bir dağ yamacı üstünde duruyordum sanki; her an ayaklarım di
bindeki gevşek toprağın kayacağını, uçan toprak ve taşlara karışıp bir uçurumun dibine yuvarlanacağımı sanıyordum. Hava daha da karardı. K a r yağıyordu lapa lapa. Bir barikat yükseliyordu gözlerim önün
de - çini vazolarla, kadifeli koltuklarla, yaldızlı haç
larla, ışıltılı şamdanlar ve yaprakları varaklanmış badem ağaciyle bezeli. Bir melek k a n a t çarpıyordu karlar içinde. Şamdanların yarıgölgesinde Sevgil ko
şuyordu, elinde al bayrak; ve barikadm dibinde çam yarması bir adam, erkeklik âleti eünde, çıplak bir kadının ayakları dibinde yetişmiş zarif ve şeffaf
lâ-80 BADEM DALINA ASILI BEBEKLER