• Sonuç bulunamadı

1990, s 79 “Büyük topluluk, yeryüzündeki bütün insanlardan ibarettir” diyen Farabi,

X’uncu yüzyılda siyasal felsefede, insanlığın tek bir büyük topluluk olduğunu belirtmek- te ve üstelik bunun en “kâmil topluluk” olduğunu da tespit etmektedir. Farabi şöyle de- vam eder: “Mahallenin ve köyün her ikisi de şehre tâbidir; şu farkla ki köy, şehre hâdım olması itibarîyle; şehre bir cüz’ü olmasıyla tâbidir. Bu kabilden ev, sokağın bir cüz’ü, şehir millet topraklarının bir cüz’ü, millet de Dünya nüfusunun bir cüz’ü sayılır”; Farabi, El-Medinetü’l Fâzıla, s. 79. “Sakinlerinin –ancak saadete erişmek maksadıyla– yardımlaştıkları bir şehir fazıl bir şehir olur. Zaten saadete erişmek maksadıyla kurulan her topluluk da fazıl bir topluluk sayılır. Onun içindir ki, bütün şehirleri –saadete eriş- mek maksadıyla el ele vererek– çalışan bir millet de fazıl bir millettir; bütün milletleri, saadete ulaşmak maksadıyla elbirliğiyle çalışan bir Dünya da fazıl bir Dünya olur”; “Büyük topluluk, yeryüzündeki bütün insanlardan ibarettir”; bkz. Farabi, El-Medinetü’l Fâzıla, s. 80. Farabi’de ve Stoacılığın kurucusu Zenon’da “beşeriyete şamil cemiyet fik- ri” tabiri için ayrıca bkz. Abdullah K. Yörük, “Fârâbî’nin Siyasî Felsefesi”, s. 96. Stoacı- lık için aşağıda biz. dipnot no.

134

Hâlihazırda “uluslararası hukuk”, ne bu kadar geniş bir anlayışta, ne de “devletler huku- ku” kadar dar bir yapıdadır.

135

Antonio Truyol y Serra, Histoire du droit international public, s. 50.

136

Roma, hükümranlığı altına aldığı halklar ile hukuken bir arada yaşama yoluna gitmiştir. Jus gentium, kişiler arasındaki ilişkileri, insanların kökenlerine temas etmeksizin düzen-

lemektedir. Lâtince gens kökü, klan, aile, ırk, soy; kabile, halk, ulus anlamlarına gelmek- tedir; bkz. Sina Kabaağaç, Erdal Alova, Lâtince Türkçe Sözlük, Sosyal Yayınlar, İstan- bul, 1995. The Law of The Nations – Kavimler Hukuku anlamı için ayrıca bkz. Will Durant, The Story of Civilization: Part III, ss. 404–406. Gentium tabiri halklar anlamına gelmektedir. Jus gentium, fethedilen halkla, fetheden halkın, emperyal ve kozmopolit ideoloji uyarınca, aynı Roma kurumlarına tâbi olarak birlikte yaşaması esasına dayalıdır. Çok çeşitli hukukî adetlerin karışımı olmakla birlikte, jus gentium, bütün halkların kural- larının doğal olarak, güven, iyi niyet ve hakkaniyet ilkelerine uygun olduğunu kabul et- mektedir. Zamanla jus gentium, jus fetiale’ye (savaşa, barışa ve anlaşma yapmaya ilişkin Roma dinî kurallarına) göre çok daha fazla önem kazanmıştır. Jus gentium, yabancıya hukukî bir koruma sağlama işlevine sahipti. Şayet, yabancının sitesi ile Roma arasında, yabancıya doğrudan koruma sağlayan bir anlaşma yoksa ancak jus gentium bu korumayı sağlayabilirdi. Roma özel hukuku olan jus civile’nin yabancıya uygulanabilmesi mümkün olmadığından, onun hukukî durumu ancak jus gentium’a göre belirlenebilirdi. Jus gentium, yabancılar başyargıcı (praetor peregrinus) tarafından uygulanırdı. Jus gentium’un giderek önem kazanması ticaretin gelişmesi ile olmuştur. Nitekim jus gentium, ticaretin gerektirdiği kozmopolit yapıyı gözetir biçimde gelişmiştir. Bu hukukun ortaya çıktığı tarih, Birinci Pön savaşının sona ermesi ve Romalıların dış ticaretinin artış göstermesi ile aynı zamana denk gelmektedir; bkz. Nayan Chanda, Küreselleşmenin Sıradışı Öyküsü, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2009, ss.48–49; S. Bakruşin, A. Efimov, İ. Mintz, E. Kosminski, Uluslararası İlişkiler Tarihi, Cilt 1, s. 69, Jacques Pirenne, Büyük Dünya Tarihi, Cilt 1, s. 241. Jus gentium’un Roma hukukundaki yeri hakkındaki doğru- dan bir bilgiyi Gaius’un Instiutiones inde bulmaktayız: “Kanuna ve adaba göre yönetil- mesi gereken halklar, kısmen kendi hukuklarına, kısmen de bütün insanlar için geçerli olan hukuka tabidirler, çünkü her halkın kendisinin bizzat oluşturduğu hukuk, onun Dev- leti için özeldir ve jus civile olarak adlandırılır. Ancak, doğal olarak bütün insanlar için oluşturulan hukuk, herkes için eşit oranda dikkate alınır ve bu hukuk, bütün halklar için geçerli olmasından ötürü jus gentium olarak adlandırılır. Bundan dolayı Roma halkı kısmen kendi hukukunu, kısmen de bütün insanlar için ortak olan hukuku kullanır”; bkz. Arzu Oğuz, Hukuk Tarihi ve Karşılaştırmalı Hukuk Açısından Uluslararası Ticaret Hu- kuku – Lex Mercatoria – Unidroit İlkelerinin lex Mercatoria Niteliği, Ankara Üniversite- si Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2001, C. 50, s.14 ve ayrıca Dominique Gaurier, Histoire du droit international, s. 11. Roma vatandaşları arasında jus civile uygulanırken, iki ya- bancı (peregrinus) arasındaki ya da bir yabancı ile bir Roma vatandaşı arasındaki ilişki- lerde ve ihtilâflarda jus gentium uygulanırdı. Jus gentium, erkenden jus civile’den farklı- laşarak çok daha esnek bir hukuk olarak gelişmiştir; Antonio Truyol y Serra, Histoire du droit international public, s. 16. Roma hukukunda, her hakka bir dava (actio) açma ola- nağı verilmişti. Verilen davalar ve bunlara ilişkin dava formula’ları, praetor’ların beyan- namelerinde sayılı olarak belirtiliyordu. Eğer bir hakka, bir dava verilmemiş ise, bu usul hukukunda, davanın reddi sonucunu doğuruyordu. Böyle tamamen şekli bir yargılama usulü, somut olaylarda çok katı ve haksız birtakım sonuçlara yol açabiliyordu. Praetor’lar, haklı buldukları, ancak bir kanun (lex) ile koruma altına alınmamış davaları reddetmemek için M.Ö. III’üncü yüzyıldan itibaren iyi niyetin (bona fides), talep hakkı- nın nedeni olarak, kanunun yerine geçtiği “bonae fidei iudicia” davaları öngörmüşlerdi. Bu davalarda dava formulası şöyle düzenleniyordu: “İyi niyetin gerektirdiği her şey”. Bu şekilde bona fides yardımıyla, dava formula’larının sınırlı sayıda (numerus clausus) ol-

onların karşılıklı ilişkilerine uygulanacak bir halklar hukukudur (jus inter

gentes) 138. De Indis’de (1532) verilen bu terminolojik kullanımda,

Vitoria’ya, eski ve geleneksel jus gentium (kavimler – halklar hukuku) kav- ramını, ilk kez, jus inter gentes (kavimlerarası – halklararası hukuk) şeklinde tanımlamıştır. Bu terminolojik mantık, uluslararası hukuk ifadesine ve bu ifadenin temsil ettiği kavramsal karşılığa yaklaşılmakta olduğunun bir gös- tergesidir. Bu terimler dizgesindeki ilerlemede kilittaşı, (olumlu ve olumsuz yönleriyle) egemenlik anlayışı olacaktır.

Vitoria, uluslararası topluluğun doğasından onun diğer siyasal topluluk- lara göre önceliğini çıkarsamaktadır. Burada bir düşünceden öbürüne geçer- ken ki önermesi, uluslararası topluluğun ya da orbis’in müşterek iyiliğinin (bonum commune totius orbis), onun parçası olan üyelerinin iyiliğinden önce gelmesi gerektiğidir. Akal, Modern Düşüncenin Doğuşu adlı yapıtında, Vitoria’nın bu önerge sırasını irdelerken şöyle demektedir139

: “Vitoria’yı önemli kılan özellik, bu siyasî toplumu140

, siyasî gerçeklik olarak son aşama saymaması ve onu, tüm dünyayı kapsayan bir bütün için- de, farklı siyasî toplumların arasına yerleştirerek, yeryüzü halklarının oluş-