• Sonuç bulunamadı

Büyük Sürgün Sonrasında Ahıska Türkleri

8. Ahıska Türkleri’nin Son Göçü

1.1.1. Romanda Yapı

1.1.2.3. Büyük Sürgün Sonrasında Ahıska Türkleri

Ahıska Türkleri, sürgünden sonra SSCB’nin Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi çeşitli bölgelerine yollanırlar. Bu bölgelere sürülen halk, hiçbir seçim şansı verilmeden devlet nereye yerleştirirse orada yaşamaya başlar. Çoğu Ahıskalı Türk’ü daha önce hiçbir şekilde görmediği bu yerlerde, yeni insanlarla ve

47

kültürlerle tanışarak bulundukları duruma uyum sağlamaya çalışır. Daha doğrusu uyum sağlamaktan başka çareleri yoktur. Vatanlarına dönecekleri günün hayaliyle yatıp kalkan insanlar kimseden yardım göremez. Sürgünden sonra gittikleri yerlerdeki ortam çok karışıktır. Her türden her milletten insan bir arada yaşamak zorunda bırakılır: “Her milletten insan vardı, dense yeriydi. Hitler’in gazabından kaçan Yahudiler, savaş sırasında esir düşen Almanlar, Kafkaslardan getirilmiş diğer milletler; Çeçenler, Tatarlar, Kırımlılar ve Rusya’nın asimilasyon politikası sonucu olarak görev alan Rus öğretmen, doktor, mühendis, yönetici ve diğer çalışanlar.” (Sanlı, 2003: 61).

Ülkenin çeşitli yerlerine yerleştirilen Ahıskalı kadınlar, bilmedikleri bir yerde çocuklarını babasız dünyaya getirmek zorunda kalırlar. Yardımlarına ise sadece komşuları koşar. Çocuklarını hiçbir tıbbi yardım almadan devletin verdiği tek odalı evlerde doğururlar. Bunlar da yetmezmiş gibi çocukları babasız gören kimi insanların aklına daha başka şeyler de gelir. Ahıskalı kadınlar bu şekilde çeşitli ithamlara maruz kalırlar. Her Ahıska Türk’ü kayıt altında tutulur ve orada olduğunu sürekli bildirmek zorunda bırakılır. Tehdit olarak görülen Ahıskalı Türkler sürekli takip edilir ve şüpheli davranış sergileyenlere hesap sorulur. Ahıskalı Türkler sürekli göz hapsinde ve özgürlükleri kısıtlanmış bir halde yaşarlar: “Ülke, etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiş bir hapishaneden farksızdı. Ne giren çıkabiliyor, ne de çıkan girebiliyordu. Bütün dünyaları yaşadıkları şehirden ibaretti. Bir başka şehre gitmek bile izne tabiydi.” (Sanlı, 2003: 67).

İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Ahıskalı Türklerin de geleceğe dair umutları artmaya başlar. Ama ikinci sınıf insan muamelesi gördükleri ülkede bir yerlere gelmek oldukça zordur. Nereye yönelseler bir engelle karşılaşırlar. Ahıskalı Türkler ise kendilerini hiçbir zaman oraya ait hissedemeden bir suçlu gibi yaşamaya mecbur bırakılır: “Yıllardır burada yaşamalarına ve bu ülkenin vatandaşı olmaların rağmen bir yabancı gibi davranılıyordu onlara.” (Sanlı, 2003: 70). Sürgün treninden kaçmayı başarıp Türkiye’ye ulaşabilen Ahıska Türkleri, sürgün sırasında kaybettikleri ailelerini bulma ümitlerinin her geçen gün azaldığını hissederek yaşar. Bazı Ahıskalı Türkler Türk vatandaşlığına geçmek, bürokrasi işlerine takılmamak ve

48

en önemlisi de Rus makamlarına karşı kendilerini koruyabilmek amacıyla Türkiye’den kişilerle evlenmeye mecbur kalırlar.

Türkiye’ye geldikten sonra burada da tutunmaya çalışırlar. Ne iş olsa yapmaya çalışan bu insanlar kimi zaman sadece karın tokluğuna çalışırlar. Geçim sıkıntısının yanına ailelerinin hasreti de eklenince gurbet hayatı dayanılmaz boyutlara ulaşır ama ellerinden bir şey gelmez. Çoğu bir kez dahi ailesini göremeden hayata gözlerini yumar. SSCB’de ise yaşamını sürdürmeye çalışan Ahıska Türklerinin iş tercih etme gibi bir durumları yoktur. Devlet ne işe uygun görürse orada çalışırlar. Zaten Ahıskalı Türklerin de derdi karınlarını doyurmak olduğu için verilen her işi yaparlar: “Buradaki her şey devletindi. En kutsal ve yüce varlık olan devlet, onların yaşama sebebiydi. Hatta insanlar bile devletin malı sayılırdı. Ve herkes devlet için yaşamaktaydı.” (Sanlı, 2003: 86).

Ahıskalı Türkler, Sovyetler Birliği tarafından askere de alınırlar. Herkes ve her şey devletin denetimi altındadır. Sovyetler Birliği, sadece Ahıskalı Türkleri değil birçok farklı milletten insanı da baskı altında tutar. Evlenenlere hükümet daha büyük bir ev verir. Diğer her şey gibi evlerde devletin malıdır ve nasıl kullanılacağı da yine devletin isteğine bağlıdır. Bu zor şartlar altında ailelerinden ayrı hayata tutunmaya çalışan Ahıskalı Türkler, daima onların varlığını hissederek ve çevresindekilere de hissettirerek yaşarlar: “Bir şey alırken, yerken, içerken kısacası her bir işi yaparken onun varlığını hiç unutmuyorlar ve daima onu hatırlatacak bir fiil icra ediyorlardı ki bu onların sevgisini hem artırıyor, hem de ona olan bağlılıklarının ifadesi olarak hayatlarının bir parçası oluyordu.” (Sanlı, 2003: 87).

SSCB’de okula giden Ahıskalı Türklere daima devletin yüceliğinden, devlet için var olmak gerektiğinden, Lenin’in liderlik vasıflarından söz edilir ve bunları kabul etmeleri için telkin edilirler. Sovyet ideolojisini akıllarına sokup, halkın yeni neslini asimile etmeye çalışırlar. Ahıskalı Türklerin memleketlerine dönme umutları ise her geçen gün biraz daha azalır, ellerindense dua etmekten başka bir şey gelmez. Yeni nesilden olan bazı gençler ise, Sovyet ideolojisinin etkisiyle, dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmanın sevincini yaşarlar. Ekonomisi düzgün olduğu için de herhangi bir geçim sıkıntısı yaşamayacaklarının rahatlığıyla binlerce insanın kanını

49

dökmüş Sovyetler Birliği’ne içten bir bağlılık gösterirler; ancak bu bağlılıklarına ve başarılarına rağmen hakettikleri yerlere hiçbir zaman gelemezler: “İkinci hatta üçüncü sınıf vatandaş kabul edilen ve bir sürgünle buralara gelmiş olan Ahıska Türklerine mensup bir çocuğun bu kadar başarılı olmasına ne inanabiliyor ne de kabullenmek istiyorlardı.” (Sanlı, 2003: 92).

Tüm dünyada olduğu gibi 1980’li yılların sonuna doğru Sovyetler Birliği’nde de bazı değişiklikler yaşanır. Sovyet Komünist Partisinin son başkanı olan Gorbaçov’un ülkeyi yeniden Rusya’nın eski ihtişamlı dönemlerine döndürmek amacıyla öne sürdüğü “glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma)” (Sanlı, 2003: 92) yaklaşımları aksine Sovyet rejiminin sonunu getirir. Ülkede milliyetçi hareketler artar ve iç karışıklıklar baş gösterir. Zaten birçok farklı milletten insanın bulunduğu bir yer olan SSCB’de her millet kendi bağımsızlığı için uğraşır. Ahıskalı Türkler ise memleketlerine geri dönmeleri için bu durumun bir fırsat olduğunu düşünseler dahi yanılırlar: “Gorbaçov döneminde Sovyet yönetiminin etnik çatışmaları silahlı güç kullanarak bastırmaya çalışması oradaki halkın milliyetçi duygularını daha da güçlendirmiştir.” (Şadıhanov, 2006: 3).

Gorbaçov’un uygulamaya çalıştığı yöntemler tutmayınca SSCB dağılır ve “21 Aralık 1990” tarihinde “Birleşik Devletler Topluluğu (BDT)” (Sanlı, 2003: 92) kurulur. Ahıska Türkleri kendilerini bunca yıldır bin bir zulmü reva görmüş olan devletin yıkılmasına çok sevinirler. Ama Sovyet felsefesiyle yetişmiş yeni nesil ise dünyanın süper güçlerinden biri olan SSCB’nin yıkılışına içten içe üzülürler. Sonlarının ne olacağını bilemeyen Ahıska Türkleri, gelecekten umutlarını kesmeden yaşamlarını devam ettirmeye çalışırlar. Sovyet Cumhuriyetleri tek tek bağımsızlıklarını ilan eder. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürgün edilmiş olan Ahıska Türkleri de kötü günlerin geride kaldığını düşünürler ve memleketlerine geri dönmeleri için artık hiçbir engelin kalmadığına inanırlar.

Her zamanki gibi yine Ahıskalı Türklerin bekledikleri gibi olmaz bütün sürgün edilmiş halklara geri dönüş izni çıkmasına rağmen Ahıska ve Kırım Türkleri kapsam dışında bırakılır. Artık Ahıska Türklerinin tek umudu Türkiye’nin kendilerine yardım etmesidir. Sovyetler artık kolayca girilip çıkılabilen, parası olanın

50

rahatlıkla istediği yere gidebileceği dışa dönük bir ülke durumuna gelir. Her cumhuriyet farklı bir üretimle uğraştığı için ülke dağıldığı zaman ekonomi bozulur. Üretilen ürün başka bir cumhuriyette onun işleneceği fabrikaysa başka bir cumhuriyette kalır. Bu SSCB’nin bilerek uyguladığı bir stratejidir: “Bütün ülkeler birbirine bağımlı bir şekilde organize edildiğinden çarklardan biri durunca her şey otomatik olarak durmuştu. Fabrika Kazakistan’da ise parçaları üreten yer başka bir ülkedeydi.” (Sanlı, 2003: 94).

Yıllardır dışa kapalı bir şekilde yaşayan insanlar artık diğer ülkelerdeki insanlarla iletişime geçmeye başlarlar. Bu duruma en çok sevinenler şüphesiz Ahıskalı Türklerdir. Yakınlarının onları ya da onların yakınlarını bulabileceği umutları yeşerir. Bağımsızlığını kazanan cumhuriyetler ile Türkiye arasındaki ilişkiler gelişmeye başlar. Kazakistan’da Türk-Kazak işbirliğiyle ortak bir üniversite açılır. Kazakistan’da yaşayan Ahıskalı Türkler Türkiye’den geldiklerini öğrendikleri Türkleri evlerine davet ederler. Bu şekilde kaynaşmaya başlarlar ve Türklerin açtığı okulda okumaya hak kazanan Ahıska Türk’ü gençler bile olur: “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel ile Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından imzalanan ‘Eğitim, Bilim, Kültür ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşması’ neticesinde üniversitemizin kurulması kararlaştırılmıştır.” (www.ayu.edu.tr)

Türkiye ve Kazakistan arasındaki en önemli ilişki bu dönemde öğrenci mübadelesi olur. İlişkiler gün geçtikçe ilerler. Ahıskalı gençler Türkiye’den gelen Türklere ellerinden geldiğince yardımcı olurlar. Bazı Ahıskalı gençler Türkiye’deki okullarda eğitim görmek amacıyla yapılan sınavlara girip Türkiye’ye gitmeye hak kazanırlar. Türkiye’ye gelen Ahıska Türkleri yıllardır komünizmin öğretileriyle yetiştirilmişlerdir. Türkiye’deki eğitimciler onlara hem ana dillerini hem de manevi değerlerini yeniden öğretmeye çalışır. Onlara kültürlerinden yadigâr kalan tek şey isimleridir. Soyadları bile Ruslar tarafından Rusçaya uygun ekler getirilerek değiştirilmiştir. Türkiye’ye öğrenci olarak gelen Ahıskalı Türkler akrabalarını burada da arar ve bazıları yakınlarına elli yılı aşkın bir süre sonra kavuşur. Bazılarıysa bir daha sevdiklerini göremeden hayata gözlerini yumar: “Öğrenciler iki ülke arasında köprü oluşturacak önemli bir misyona sahipti. Yapılan anlaşmalar çerçevesinde

51

ülkeler arası ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla her ülkeden belli sayılarda öğrenci gelmişti.” (Sanlı, 2003: 121).