• Sonuç bulunamadı

3. KOLEKTİF BELLEK MEKÂNLARI VE BELLEK

3.3. BÖLÜM SONUCU

Mimari her zaman dönemin yeniliklerinden ilk etkilenen kavram olmuştur. Mimari esere bakıldığında bulunduğu yerin coğrafyasından, yönetim şeklinden, din anlayışından, sosyokültürel çevresinden bahsedilebilir. Mimari bizlere bunun gibi çoğaltılabilir birçok kavram üzerinden çıkarımlar yapabilmemizi sağlar. Böylesine güçlü anlamlar barındırabilen mimari elemanların yaşanılan dönemde bulunan topluma etkisi kaçınılmaz olacaktır. Toplumların ritüellerini, gelenekleri, adetlerini yaşatma duygusu farklı din, dil, ırk, millet fark etmeksizin her dönem canlı kalmıştır. Bu içgüdüyü koruyan ve tetikleyen ise bu eylemlerin bir şekilde gerçekleştiği, anıların ve yaşanmışlıkların saklandığı, mimari yapılı çevreyi oluşturan mekândır.

Mekân kavramı uzamsal, biçimsel veya duyusal birçok boyutta tanımlanmış olsa da mekânın toplumla örtüştürülmesi kavramın sosyolojik yönünü ortaya çıkararak farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Lefebvre, mekânın toplumsal bir üretim olduğunu vurgularken, aynı zamanda bu mekânlara anlamların da yüklendiğini belirtir. Mekân ve kullanıcı arasındaki etkileşim ve deneyimler, anlam ve imgelerin oluşmasına neden olur. Heidegger, Schulz, Auge gibi düşünürler bu ilişkilere dayalı olarak gelişen aidiyet hissinin mekânın yere dönüşmesini sağladığına dikkat çekerler.

Mekânlara veya yerlere karşı bireylerin zihinlerinde oluşan her imaj, akış içerisinde biçimlenerek kimi zaman yeniden oluşturulurken kimi zaman güçlenerek netlik kazanır. Kenti oluşturan her öge kentin içerisinde yer aldığı gibi aynı zamanda o kentin kullanıcılarının belleğinde de yer alması kaçınılmazdır. Bu durumda bireylerin yaşadıkları çevreden bağımsız düşünülemeyen belleği, kentsel çevrelere karşı geliştirilen imgelere ev sahipliği yapmaktadır. Bellek, başta zihinlerde oluşan kişisel deneyimlerle oluşsa da süreç, toplum ve mekânla bağlantılı olması kavramı toplumsal çerçeve içerisine konumlandırır. Bellek kavramının, gelecek nesillere aktarılan sosyal veya kültürel değerlerin bütünü olması toplumsal çerçeveden bağımsız düşünülemeyeceği anlamını taşır. Dolayısıyla bellek kavramı toplumsaldır ve kolektif bir olgudur. Temelini ortaklık ve aidiyet kavramlarının oluşturduğu kolektif bellek, kişisel deneyimlerin ötesinde toplulukla olan ilişkilerin ön planda olduğu hatırlama biçimidir. Geçmiş ile bağlantıyı kuran ve hatırlatıcı bir sembol olma görevini üstlenen mekânlar grupların ortak belleğini oluşturur. Varlığımızı sürdürdüğümüz yapılı çevrede toplumun ortak belleğinin oluşması birçok şekilde gerçekleşebilir. Bu oluşumlara etki eden ve somut bir biçimde her zaman karşımıza çıkan başlıca etki mimari çevredir. Dolayısıyla taşıdığı anlam ve ilişkiler

farklılaşsa da ortak belleği oluşturan ve sürdüren nesnel öge mimaridir. Geçmişe dair izlerin, anıların, yaşanmışlıkların var olduğu mekânlar zamanla sosyokültürel ve toplumsal değerlerle harmanlanarak ‘mekân belleği’ ni oluştururken, aynı durum kentsel ölçekte kent belleğine işaret etmektedir.

Bir şekilde anlamlı ilişkilerin kurulduğu bellek mekânlarının daima hafızalarda hatırlatıcı kalması birikmelere ve katmanlaşmalara neden olur. Toplumun zihninde ortak imge ve imaj oluşturmayı başarmış mekânlar kentlinin kültürel değerlerini taşır ve yaşanan birikmeler kentlerin hafızasını oluşturur. Kentsel yapılı çevreyi oluşturan mekânlar aracılığıyla sağlanan katmanlar arası süreklilik birikmeler açısından önemlidir. Mekânların sürekliliği geçmişi sabitleştirir. Bu bağlamda toplumsal değerlerle biçimlenerek zaman içerisinde anlam kazanmış olan mekân, anısal mekân olma niteliği kazanır. Toplumsal etkileşimlerle bu niteliğe sahip olunması, toplumun mekânlar üzerindeki benliğini ifade eder. Dolayısıyla bu mekânlar üzerindeki maddi-manevi zedelenmelere karşı direnç gösterilmesi beklenir. Değişimlere karşı dirençsiz ve tepkisiz kalma durumu, toplumun kente olan aidiyetsizliğinin ifadesidir. Benimsenmiş mekânlara karşı yapılan fiziksel müdahalelere, sürekliliklerdeki kırılmalara veya değişimlere karşı kentlilerin savunmaya geçmesi kentsel bilincin kazandırılmasıyla sağlanabilir. Kentsel bilincin olmadığı toplumlarda kolektif hafızanın oluşması da sürdürülmesi de zorlaşır. Toplumun kente karşı bilinci sahiplik ve aidiyet duygusu ile doğru orantılı olarak gelişir. Mekanlar aracılığıyla aktarılan ritüel, gelenek, tören, alışkanlık vb. değerler veya kent içerisinde yaşanan etkileşimler bu duyguların gelişmesini sağlar ve belleği güçlendirir. Kamusal mekânlar bu etkileşimlerin ve kesişimlerin en fazla yaşandığı alanlar olması yönüyle öne çıkmaktadır. Bireylerin kişisel deneyimleri mekânlara yüklenen anlam ve imgeleri şekillendirir. Deneyimler kanalıyla oluşan imgeler, deneyimlerin azalması ile zayıflayabilir, hatta yok olabilir. Bu sebeple toplumlar için anlamlı görülen imgelenmiş mekânların koruma-geliştirme tutumuyla sürekliliğinin sağlanması önemlidir. Bu durum kentlilik bilincinin oluşmasını sağlarken uzun vadede kent kimliğinin oluşmasını da beraberinde getirecektir.

Zaman içerisinde oluşmuş gelenek ve göreneklerle harmanlanarak süregelmiş olan kültürel kimlik, kuşkusuz mimari yapıların şekillenmesine ve özgün kimliklerin oluşmasına yol açmaktadır. Bir toplumun karakteri ya da kimliği aslında o toplumun kültüründen beslenir. Geçmişin bilinmesi kimlikleşmeyi tetikleyici olduğundan, kolektif bellek mekânlarının bilinmesi ve koruma-geliştirme yaklaşımıyla sürekliliğinin

sağlanması kimlikli kentlerin oluşabilmesi noktasında gereklidir. Bu noktada estetik kaygı geri planda tutularak mekânların toplum üzerinde uyandırdığı etki öncelikli olmalıdır.

Benzer Belgeler