• Sonuç bulunamadı

süreç içerisinde gelişimi ele alınmaktadır. Tarihsel anlatının yanı sıra modern siyasal kampanya modeliyle geleneksel siyasal iletişimden ayrılan, medyatikleşen, kişiselleşen ve profesyonelleşen siyasetin siyasal hayatı nasıl değiştirdiği/

dönüştürdüğünden, siyasi hayata kattığı yeni aktörlerden ve bu aktörlerin işleyişinden söz edilmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise; AKP, CHP ve MHP’nin referandum mitinglerinde siyasetin kişiselleşmesi bağlamında nasıl birer siyasal iletişim stratejisi izlediklerini ortaya koymak amacı ile mitinglerin analizi yapılmaktadır. Çalışma, bulguların genel olarak yorumlandığı sonuç bölümüyle sona ermektedir.

16 I. BÖLÜM

SEÇİM KAMPANYALARI VE 1950 SONRASI SEÇİM KAMPANYALARDAKİ DÖNÜŞÜM

Siyaset, kolektif toplumsal eylemin sınırlarını belirleyen “biz” ile

“onlar”ın oluşumunda düğümlenir. Politik düzlemin “biz” ile “onlar”ını yaratıp dönüştürme sürecinde sözcükler, jestler, anıtlar, bayraklar, elbiseler ve

hatta mimari tasarımların oynadığı rol, en az bir insanın üretim araçlarının sahibi olma, bir işçi olma ya da bir anne olma statüsü kadar önemlidir.

Doğrusunu isterseniz, toplumsal yapıdaki ortak bir yeri işaret eden bu terimlerin herhangi birinin ortak bir dava ya da muhalefet duygusu uyandırabilmesi dahi yüzyıllardır söylem üzerinde

patlak veren toplumsal çatışmaların ürünüdür4.

4 Samuel Bowles-Herbet Gintis, Demokrasi ve Kapitalizm: Mülkiyet, Cemaat ve Modern Toplumsal Düşüncenin Çelişkileri, 1996: 243.

17 I. 1. SİYASAL İLETİŞİM ÇERÇEVESİNDE DEĞİŞEN DÜNYA DÜZENİ

Siyasal iletişimin tarihsel yolculuğu Aristo’nun bu alandaki ilk başyapıt olarak kabul edilen Retorik eserine kadar dayanmaktadır. Burada Aristo, “iletişimsel olan ile siyasal olanın birliğine gönderme yaparak, Atina’da yaşayan yurttaşların ortak iyilerini yeniden tasarlayabilmenin tek yolunun iknaya dayalı birbirleriyle olan konuşma tekniklerinin geliştirilmesinde görmektedir (akt:Köker, 1998: 84). Ancak bugünkü haliyle “siyasal iletişimin sisteme dahil olması ve hatta akademik bir alan sayılması 20. yüzyılın ikinci yarısından sonrasına tekabül etmektedir. Bu kavramın II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’de doğup gelişmesinden sonra 1960’lı yıllarda Avrupa’ya geçtiğini ve Avrupalı ülkeler tarafından uygulamalara başlandığı bilinmektedir”(Topuz, 1991: 7).

“1930’lara kadar daha çok felsefeden ve sosyolojiden beslenen politika bilimi, savaş sonrasında kamu politikalarının rasyonelleştirilmesi doğrultusunda kendine bir uygulama alanı yarattı. Bu uygulama alanının varlık nedeni faşist ve Nazi rejimlerine geri dönüşü ortadan kaldıracak bir demokratik toplumun oluşumuna katkı sağlamaktı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönem demokratik toplum idealinin toplumsal sınıf ve katmanlarca yeterince benimsenmediği ve kurulan temsili demokrasilerin meşruiyetinin yeterince sağlam olmadığı teşhisinin güçlenmesine neden oldu. Temsili demokrasinin zarflarının giderilmesi yönünde yurttaşlarla

18 devlet arasında yapılan yeni bir anlaşma, sosyal refah devleti çerçevesinde yürürlüğe girerken, daha geniş katılımlı yurttaşlık eğitiminin ilkeleri de politika bilimcileri tarafından programlandı”(Köker, 1998: 31)

Tokgöz, çağımızda siyasal iletişim üzerinde çalışmaların yoğunluk kazanmasını, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya siyasal arenasında görülen büyük değişikliklere paralel olarak kendini göstermeye başlamasına bağlamaktadır. “II.

Dünya Savaşından sonra evrensel siyasal toplulukta görülen büyük değişiklikler arasında, genel oy ilkesinin evrensel ölçüde kabul görmesi, seçmenleri seferber edebilen kitlesel siyasal partilerin, baskı ve çıkar grupları ile kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesini ve yaygınlaşması sayılabilmektedir” (Tokgöz, 2010: 518). Siyasal iletişimin önem kazandığı dönemin II. Dünya Savaşı sonrası olmasının nedenini Köker (1998: 30) “Savaş sonrası döneme gelinceye kadar bireylerin politik toplum içindeki görüşlerine, söz ve eylem üretme tarzlarına yeterince önem verilmediği gerekçesiyle bu alanın bilgisini soruşturacak bir çalışma alanına gereksinim duyulduğu iddia edilmiştir” sözleriyle açıklamaktadır. Savaş sonrası dönemde bireylerin toplum içindeki görüşlerinin önemli olduğu farkındalığı baş gösterdikten sonra “insan uğraşları giderek daha çok bilgi üretme ve toplamaya yöneldikçe, siyasal iletişim daha önemli bir konuma oturmuştur” (Tokgöz, 1986: 103). Nitekim siyasal iletişim 1950’lerden sonra disiplinler arası bir alan olarak akademide kendine yer bulmuştur.

Siyasal iletişimin tarihsel yolculuğu ele alınırken “neden iletişimin 1950’lerden sonra ansızın önem kazandığı” sorusu dikkate değerdir. Wolton bu

19 soruyu irdelediği çalışmasında, bu durumun, iletişim kavramının “demokrasi” ile olan ilişkisiyle açıklamaktadır. Wolton(1991: 51-58)’a göre bu, genel oyun ve hayat düzeyi yükselişinin, gitgide daha çok sayıda yurttaşın özlemlerini hesaba katmayı mecbur etmesi anlamında demokratikleşmenin bir sonucudur. Topuz’da Wolton gibi siyasal iletişimin demokrasiyle ilişkisine vurgu yapmaktadır. “Siyasal iletişim, genel oy hakkının kitlelere verilmesiyle başlamış, kitle iletişim teknolojisinin gelişmesiyle de günümüzdeki anlamına ulaşmıştır. Siyasal iletişim kavramı ve uygulaması, II.

Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde doğup gelişmiş, 1960’lı yıllarda da Batı Avrupa ülkelerinde yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır”(Topuz, 1991: 7).

II. Dünya Savaşını izleyen dönem, aynı zamanda planlanabilir bir toplum anlayışının da hakim olduğu döneme denk gelmektedir. Köker (1998: 14), II. Dünya Savaşı sonrası demokrasinin yeniden inşası sürecinde “kitle”yi değerli, amaçlı ve şüpheci bir politik topluluk haline getirme girişimine dikkat çekerek, bu politik topluluğun düşünme ve inanma biçimlerini, etkilenme tarzlarını ortaya koyabilmek amacıyla kamuoyunun yeniden ve bilimsel olarak tanımlanması sürecinin politik iletişim süreci olarak adlandırıldığını belirtmektedir. “Bu süreç devletin yaptırdığı araştırmalar ve kamu hizmetlerindeki uzman görüşlerinin önem kazandığı süreç olarak, devlet ve devlete bağlı kadroların kendilerini meşrulaştırma ve yenileme çabalarına işaret etmektedir. Böylelikle siyasal iletişimin bilimsel bir disiplin olarak akademide gelişmesiyle eş zamanlı olarak, siyasetin bilimselleştiği gözlemlenmektedir. Devleti ve dolayısıyla da siyasal sistemi planlayarak şekillendirme ve bu sayede toplumsal gelişmelere müdahale etmek için siyasiler,

20 başlıca aracı olarak bilim adamları ve uzmanlardan yararlanmışlardır” (Keskin, 2002:

4-6). “Politika ve iletişim bilimlerinden bilimsel araştırma teknik ve yöntemlerini kullanarak bir disiplin oluşturan politik iletişimle birlikte 1950’lerden itibaren yaygınlaşan kamuoyu araştırma şirketleri, devlet idaresinde çalışan araştırma toplulukları ve akademisyenler politik ilginin ölçülmesi gerekliliği konusunda uzlaşan bir “bilimsel” politika anlayışının oluşmasına yardım etmiştir” (Köker, 1998:

22).

Bir nevi “toplum mühendisliği” yapılmak istenen bu süreci, seçmen kitlesinin görüşlerinin analiz teknikleriyle öngörülmesi çabaları takip etmiştir. Seçmenin istek ve beklentilerinin öngörülmesi sonucu oluşturulan ve politik adayın seçmene sunacağı “vaat paketi” siyasal alana kayan, halkla ilişkiler ve reklam sektörünün yardımıyla seçmene ulaştırılması izlemiştir. “Bilimsel bilginin siyasal iktidarın rasyonelleştirilmesi için kullanılması siyasiler ve uzmanlar arasında karşılıklı bir ilişki doğurmuştur. Siyasetçi açısından rasyonel yöntemler kullanarak yönetme fikri kamuoyunun düşüncelerini öğrenmeyi ve buradan hareketle oy alınabilecek yeni programlar ve stratejiler üretmeyi kapsarken, kamuoyu araştırmacıları ve akademisyenler kamunun siyasal ilgilerinin ölçülmesi gereği ve önemi üzerinde yoğunlaşmışlardır” (Keskin, 2002: 6). Habermas’a göre “Büyük Bilim Dönemi” (Big Science) olarak adlandırılan bu sürecin koruyuculuğunda, savaş sonrası başlayan ve soğuk savaş yılları boyunca da devam eden ordu-endüstri-üniversite arasındaki ilişki, politik alan içinde uzmanların, politik danışmanların ve hükümet adına çalışan bilim adamlarının sayılarını ve etkilerini önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde arttırmıştır”(akt: Keskin, 2005: 5).

21 Siyaset sahnesine teknokratların girmesiyle siyasal düşünce bağlamında kayda değer birçok değişiklik yaşanmıştır. “Bu değişikliklerin en önemlisi siyasal oluş alanında, hiç kuşkusuz devlet yönetimindeki geleneksel kadroların parçalanmasıdır. Bunun siyasal düşünce alanına yansıması ise siyasal iktidarın halka dayandırılması görüşünün yaygınlaştırılmasıdır” (Tokgöz, 2010: 522). Birçok düşünürce, demokrasi ve siyasal iletişimin “gerekliliği”nin kesişme noktası II. Dünya Savaşı sonrasıdır. Çünkü “II. Dünya Savaşı sonrasında temsili demokrasinin zaaflarının giderilmesi yönünde yurttaşlar ile devlet arasında yeni bir anlaşma Refah Devleti çerçevesinde yürürlüğe girerken Nazi rejimine geri dönüşü ortadan kaldırmak amacıyla batının siyasal ve toplumsal örgütlenme biçimi olarak “katılımcı ve çoğulcu demokrasinin” iyi ve üstün olduğu inancı yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır”(Keskin, 2002: 5).