• Sonuç bulunamadı

Nevşehir’in Ürgüp ilçesinin Ortahisar Beldesi’nde Azize Nino’nun yaşadığı düşünülen evde yer alan küçük bir kilisenin adıdır.

Azize Nino, M.S 280 ile 332 yılları arasında yaşamış, Gürcistan Ortodokslarının en büyük azizesi olarak kabul edilmiştir. “Orta Asya’dan Ortahisar’a” isimli belgesel filmde de dile getirilen Azize Nino’nun ailesiyle birlikte Ortahisar beldesi Ali Reis Mahallesi’nde Mehmet Yılmaz’a ait bir evde yaşadığı tahmin ediliyor (m.radikal.com.tr, 2010).

Kiliselere adı verilen aziz ya da azizelerin Hristiyanlığa önemli bir katkısı şüphesiz olmuştur. İnançları uğruna şehit olmuş ya da dini yayma uğruna çok zahmet

çekmişlerdir. Azize Nino’nun Gürcistan’ın en önemli azizesi olarak gösterilmesinde “kiliselerde fresk ve ikonların yasaklanması ardından İncil’i uzun saçlarının arasına saklayarak Kafkaslara kaçtığına ve burada Hıristiyanlığı yaymaya çalıştığına inanılması” (m.radikal.com.tr, 2010) etkilidir.

Azize Nino ile ilgili bir diğer anlatı da şu şekildedir: “Azize Nino Kilisesi’nin Kolastra diye bir yerde olduğu söylense de tam olarak yeri bilinmiyor. Ortahisar’da doğup büyüdüğüne inanılıyor. Babası zengin bir Romalıdır. Paganizmin güçlü olduğu bir dönemde Hıristiyanlığı öğrenmesi için Kudüs’e gönderiliyor. Hristiyanlığı öğrendikten sonra Gürcistan’a göç ediyor. Gürcülerin Hristiyanlaşmasında önemlidir. Gürcülerin azizesidir” (K.K. 1).

Gürcistan’ın ulusal kaynaklarına göre tarihsel sürecinde Beria ismi ile bilinen Doğu Gürcistan, 330 yılında yani Büyük Costantinus’un döneminde, tümüyle Mesih inancına geçmişti. Kitlesel inanç değiştirme hareketinde adı geçen Nino’nun Tanrı hizmeti sebep oldu (Tiefenback, 2012: 129).

Nino’nun hem elçi hem de Ermeni Gregorios’un sıfatına benzer “aydınlatıcı” diye tanımlanması Anadolu’dan gelme bu kadının itibarının ne kadar güçlü olduğuna ışık tutuyor. Yine Gürcü kaynaklarına göre Kappadocia’dan, Kolastra adı verilen bir kentten gelen Nino tek başına İberia halkının arasına yerleşti ve onların dillerinin yanı sıra gelenek ve göreneklerini de çok iyi öğrendi. Büyük ihtimalle Nona, yani “rahibe” kelimesinden kaynaklanan Nino adı onun gerçek ismi değildi. Belki halk onu öyle simgeledi ya da öyle telaffuz etti. Ermeni kaynaklarına göre gerçek ismi Nune idi ve Roma Şehitleri Kaynağı kitabı onu Christiana, yani “Hıristiyan Kadın”

2adıyla sunuyor. Aegyptos’ta Nino, Theogonos’ta “Tanrı tanıyan” nitelemesi ya da

lakabıyla tanımlanıyor. Bütün bunlar Kappadokialı kadının kendi ismine pek önem vermediğini işaret ediyor (Tiefenbach, 2012: 130).

James Dannenberg’in, Tyrannius Rufinus’un 403 yılında Latince olarak yazdığı Historia Ecclesiastica (Kilise Tarihi) adlı esere dayanarak yaptığı çalışma Azize Nino için en geçerli ve en erken kaynak olarak kabul edilmektedir. Eserdeki bilgiler Bakur isimli bir şahsın anlattıklarına dayanmaktadır. Çalışmada Gürcü halkının iman

 

2 Captiva(Latince): Kadın tutsak, tutuklu.

etmesine neden olaylar anlatılmıştır. Nino’nun sürdüğü mütevazı yaşam ile gece gündüz yaptığı dualarla ve hasta iyileştirmesiyle Gürcü halkını nasıl imana getirdiği şöyle anlatılır:

Geleneklerine göre bir çocuk hasta olunca birileri yardım edebilir umuduyla evden eve taşınır. Bir gün bir kadın bu geleneğe göre hasta bebeğini çevresindeki herkese götürdü ama uğradığı hiçbir evden umduğu yardımı bulamadı. Sonunda, belki o bir iyileştirme yolu bilir düşüncesiyle, Captiva2’nın evine geldi. Captiva kaygılı anneye

kendinsin insan iyileştirme yöntemini hiç bilmediğini ama tapındığı Tanrı Mesih’in hasta çocuğa insanların sağlayamadığı yardımı verebileceğine inandırdı. Bebeği Cilicum3’un üstüne yerleştirip dua ettikten sonra onu tamamen iyileşmiş olarak

annesine iade etti (Tiefenbach, 2012: 131).

Azize Nino’nun bu mucizesinden sonra çok ciddi bir hastalığa yakalanmış olan kraliçeyi de iyileştirmesiyle halkın kral ve kraliçe önderliğinde Mesih’in Tanrı olduğuna inanması ve iman etmesi de hikâye edilir (Tiefenbach, 2012: 132-133). Azize Nino’nun kraldan bir kilise yaptırmasını istemesiyle gerçekleşen mucize ise Palaestina (Filistin/İsrail) bölgesinin sınır subayı olan Bakur tarafından şöyle anlatılır:

Erkekler kral, kadınlarsa kraliçe sayesinde iman etti ve hep birlikte bir kilise yapmak üzere işe koyuldular. Binanın duvarları tez yapıldı ve sıra sütunlara gelmişti. Birinci ve ikinci sütun zorlanmadan kaldırılıp yerlerine yerleştirildikten sonra sıra üçüncüsüne geldi. Öküz ve insan gücüyle beraber her tür kaldırıma tekniği kullanmalarına rağmen sütun sadece kısmen ayağa kalktı ve hiçbir güç onu sonuna kadar dikemedi. Erkekler tekrar ve tekrar onu hareket ettirmeye çabaladıkları halde onu başaramadılar. Sonunda herkes yorgun düştü.

Halk şaşkındı ve kral verdiği kararlardan şüphe duymaya başladı. Ne yapılacağı konusunda hiç kimsenin fikri yoktu. Ama gece herkes gittikten sonra, ölümlü insanlar ve çabaları dinlenirken, Captiva tek başına inşaat alanında kalıp geceyi orada geçirdi. Ertesi gün kral halkıyla endişe içinde oraya gelirken, bir de ne görsün? Nice kaldırma aletinin ve çok sayıda adamın dikemediği sütun zemine değmeden ve bir kaide üstüne oturtmadığı ama özgürce, havada dik bir şekilde asılmış gibi

duruyordu. Halk bunu görünce Tanrı’yı yüceltti. Ve bunu kral ile Captiva’nın dinlerinin doğruluğuna ait bir kanıt olduğunu ikrar ettiler. Herkes şaşkın şaşkın olay yerine bakarken kimse dokunmadan sütunun yavaşça zeminde hazırlanan kaideye indiğini ve tam yerine oturduğunu gördüler. Bundan sonra diğer sütunlar öylesine bir kolaylıkla kaldırılıp kaidelerine oturtuldu ki, günün sonuna kadar hepsi yerleştirilmişti (Tiefenbach, 2012: 133-134).

Azize, kiliselerde üstünde beyaz bir khiton, başında yine beyaz bir örtü, sağ elinde hac, sol elinde İncil’le resmedilmektedir.