• Sonuç bulunamadı

A- Hüsün ve Kubhun Aklîliği Ya da Şer‘îliği Meselesi

2. Eş‘arîlerin Görüşü

َﻪﱠﻠﻟا

َﺐَﺘَآ

ِتﺎَﻨَﺴَﺤْﻟا

ِتﺎَﺌﱢﻴﱠﺴﻟاَو

ﱠﻢُﺛ

ﱠﻴَﺑ

َﻦ

َﻚِﻟَذ

“Allah, eşyanın güzelliklerini,

fenalarını takdir etti (yazdı), sonra güzellerin güzelliklerini, fenaların da çirkinliklerini açıkladı.”120 kudsî hadisi ve benzeri nassları görüşlerine esas kabul eden Ebu’l Hasan el- Eş‘arî (ö.324 / 936) ve usulcülerin çoğunluğuna göre, fiillerde Allah’ın emretmesini ve yasaklamasını gerektiren zâti bir husün ve kubuh bulunmamakla birlikte, fiillerin husün ve kubhu gerektiren bir vasıfları da yoktur, varsa bile geçicidir. Başka bir deyişle eşyanın bizzat güzelliği ve çirkinliği olmaz. Husün, Şâri‘in vücûb, nedb ve ibâha şeklinde tezahür eden izniyle, kubuh ise hürmet ve kerâhet şeklinde gözüken yasaklamasıyla olur. İzin verilen şey güzel, yasaklanan şey ise çirkindir. Mükelleflerin fiillerini husün ve kubuh ile vasıflamanın menşei akıl değil dindir. Namaz, oruç gibi ibâdetler sadece Şâri’nin emri olması cihetiyle güzel; zina, hırsızlık, haksızlıkla cana ve mala tecâvüz gibi fiiller de sadece Şâri‘in nehyi olduğu için çirkindir.121 Allah namazın fenalığını takdir etseydi çirkin olurdu. Şerrin güzelliğini isteseydi bu da güzel olurdu. Nitekim nesh âyetleriyle evvelce haram olan bir şey helâl veya vâcib olan bir şey de haram olabilmektedir. Şayet durum aksine olsaydı, yani iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik eşyada hakiki olarak bulunsaydı, dinin bazı hükümlerinin neshedilmesiyle güzelliğin çirkinliğe, çirkinliğin de güzelliğe dönüşnesi mümkün olmazdı. Bu açıdan, dinin emir, tavsiye ve yasaklarının husün ve kubuh noktasındaki belirleyici etkisi açıktır. Bu mezhebin görüşü “Güzel, Allah

emretti de öyle güzel oldu. Çirkin de Allah nehyetti de öyle çirkin oldu.” cümleleriyle ifade

olunabilir.122 Bu bakımdan bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna hükmeden Allah’tır. Akıl ise, Şari‘in bu husustaki hitabını, hükmünü anlamak için bir âlettir. Kısaca dinin bildirmesinden önce fiilin güzellik ve çirkinliği yoktur.

Eş‘arîler fiilde zâti husün ve kubuh bulunmadığı noktasındaki iddiâlarını şu aklî delillerle temellendirirler:

119 Zeydan, el-Vecîz, s. 70; Bardakoğlu, a.g.m., s. 63; Çelebi, a.g.md., s. 61.

120 Müslim, “İman”, 59; Mîras, Kâmil, Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, XII, 196-197. 121 Bardakoğlu, a.g.e., s. 67.

a-) İlk olarak güzellik ve çirkinlik hangi manâda anlaşılırsa anlaşılsın fiillerdeki

sâbit ve istikrarlı zatî sıfatlardan değildir. Bilakis izafî, nisbî va itibarî bir şeydir. Bu sebeple izafîliğin ve itibarîliğin değişmesiyle değişir. Meselâ bir iş bir kimsenin maksadına ve tabiatına uygun olursa, başka bir kimsenin maksadına ve tabiatına muhalif ve zıt olabilir. Bu takdirde birinin güzel gördüğünü bir başkası çirkin bulabilir. Aynı şahıs dahi bir fiil hakkında değişik zamanlarda farklı görüşlere sahip olabilir. Akıl bir yargıya verirken dış etkilere açıktır. Fiilin amacına uygunluğunu, galip durumunu ve niteliğini ölçü alır. Hâlbuki bu ölçüler her zaman gerçeği yansıtmaz ve nadir durumlarda da olsa varılan hükmün aksine bir hüküm vermek gerekebilir. Akıl bir şeyin husün ve kubhuna hüküm verirken o şeyin içinde bulunduğu durumu genelleştirir ve devamlı zanneder. Bu sebeple, aklın iyi gördüğünden Allah katında da iyi olduğunu, kötü gördüğünün Allah katında da kötü olduğunu söylemek, sevap ve günahın da bu ölçüler dâhilinde iktiza edeceğini iddia etmek, zordur.123 Öte yandan hiçbir eğitim ve öğretim görmeden, hiçbir telkine tâbi tutulmadan tabii şartlar içinde yalnız başına büyüyen bir insan, iki kere ikinin dört ettiği gibi matematik aksiyomları bildiği halde yalan söylemenin kötü, doğru sözlülüğün iyi olduğu şeklinde bir bilgiye sahip olamaz; çünkü bunlar doğruluğu yaygınlığından olan bilgiler (meşhûrât) kategorisine girer ki bunların kaynağı da daha önce ortaya konmuş dini düzenlemelerdir.

Bir şeyin güzelliğine ve çikinliğine hükmedilmesini gerektiren sâik ve âmil ikidir: 124a-Hubb-ı nefs (kendini sevme), b-Rikkât-i cinsiyye (Hemcinsine merhamet ve şefkat duygusu), hubb-ı nefs için insan, halkın övgüsünü kazanmak maksadıyla olmadık fedakârlıklara katlanır. Aynı zat kimsenin göremeyeceği yerde aynı fedakârlığı göze alamaz. Belki de aksini yapar. İnsan hemcinsine karşı çok merhametli ve gayet şefkatlidir. Bunun içindir ki, suya düşen bir insanı kurtarmak için aynı fedakârlığı göze alamaz. Avcılığı en büyük zevk bilen insanlar az değildir. Bu hususta sosyo-kültürel çevrenin, gelenek ve göreneklerin, küçük yaştan beri alınan terbiye ve alışkanlıkların da pek büyük etkisi vardır. Bu gibi sebeplerden dolayı bir millete ve bir cemiyete göre güzel sayılan şey aynı zamanda diğer bir millet ve cemiyet tarafından çirkin sayılır. Değer hükümleri zamana mekâna, ferde ve cemiyete göre değişir.125

123 Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 57-58; Âmidi, a.g.e., I, 119-121; Gölcük, Şerafettin, Kelâm Tarihi, s. 173. 124 Gazzalî, a.g.e., I, 57-59; Çelebi, a.g.md., s. 61.

b-) Eğer güzellik ve çirkinlik fiillerin zâtında ve aslında sabit aslî bir vasıf olsaydı,

asla değişmemesi gerekirdi. Hâlbuki değişiyor. Meselâ yalancılık çirkindir. Fakat suçsuz bir masumun hayatını, onu öldürmeye kasteden bir zalimin elinden kurtarmak için, başka çare kalmayınca yalan söylemek güzel sayılıyor, hatta vâcip görülüyor. Eğer yalancılığın zâtında ve aslında bir çirkinlik olsaydı, yalan söylemenin bu konuda güzel görülmemesi, şer‘an ve aklen vâcip görülmemesi gerekirdi. Zira bir şeyin zatına ait vasıflar izafî ve nisbî görülen hallere göre değişmez.126

c-) İnsan fiili, ihtiyârî ve irâdî değil, ızdırârî ve cebrîdir. Zira insanların cüz’î iradeleri de küllî iradeleri de Allah tarafından yaratılmıştır. Izdırarî ve cebrî fiillerde ise güzellik ve çirkinlik düşünülemez. Bununla beraber güzellik ve çirkinliğin esasta ve gerçekte var olmayıp izafî bir şey olduğunu söylemekle beraber, âdetlerin cereyan tarzına göre halk arasında güzellik ve çirkinlik şeklinde ortaya çıkan ve söylenen kavramları aklın idrak edeceği inkâr edilemez. 127

d-) Güzellik ve çirkinlik ne akılla ne zarurî olarak bilinemez. Örneğin, Ramazan

ayının son gününde oruçlu olmanın güzelliği ve hemen arkasından gelen Şevval Ayı’nın ilk gününde de ( Ramazan Bayramı’nın ilk günü ) oruçlu olmanın kötülüğü, aklen ya da zarureten bilinebilmekte midir? Hayır. Ama din, bir önceki günün orucunu farz kılarak, sonraki günün orucunu da haram hale getirerek, “yeme fiili” ile ilgili güzellik ve çirkinliği işaretlemiş olmaktadır.128

Şâfiî-Eşâri ekolünün temsil ettiği bu görüşe Zâhiriler ve Cebrîyye de katılmaktadır.129

Benzer Belgeler