• Sonuç bulunamadı

1.Troya (Hisarlık Tepe)

Troya, Çanakkale Boğazı’nın güneyinde, Ege Denizi’ne açılan noktadan 6 km. kadar içerdeki Hisarlık adlı bölgede yer almaktadır (Harita 1). 200 x 150 m. genişliğindeki Hisarlık Tepe olarak bilinen höyük, oldukça stratejik bir konuma sahiptir. Alüvyonel bir ova üstünde yer alan Troya, ovadan 31 m, deniz seviyesinden ise 38.5 m yüksektedir. Jeomorfolojik açıdan Troya’nın kıyı çizgisinde, Karamenderes ve Dümrek Çayının sürükleyip getirmiş olduğu alüvyonlar nedeni ile zaman içersinde değişmeler olmuştur. Günümüzde bu alüvyonlar nedeni ile Troya yerleşmesi kıyıdan oldukça uzakta kalmıştır. Erken Tunç Çağ’ında Troya’nın deniz kıyısına yakın olması deniz ticareti açısından oldukça avantajlı bir durum yaratmıştır85.

Hisarlık’ın Troya olduğu ilk kez 1822’de Charles Maclaren tarafından ortaya atılmıştır. Homeros Destanı’nda yer alan efsanevi Troya savaşının gerçek kaynaklarını araştırmak için yolan çıkan Frank Calvert, 1865–1868 yılları arasında deneme niteliğindeki ilk kazıyı gerçekleştirerek Hisarlık Tepe’nin bir höyük olduğunu tespit etmiştir. Calvert 1868’de Hisarlık’ı Homeros’dan etkilenen işadamı Heinrich Schliemann’a tanıtmıştır. Schliemann 1870-73, 1878-79, 1882 ve 1890 yıllarında kazılar yapmış olmasına karşın, Troya‘da ilk bilimsel çalışmaların Wilhelm Dörpfeld (1893-94) tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. Troya kazılarına 1932–38 yılları arasında Cincinnati Üniversitesi’nden Carl W. Blegen başkanlığında devam edilmiştir. Blegen, Homeros’un Troya’sı olma özelliği dışında burasının çok katmanlı kültür dolgusuna sahip bir höyük olduğunu tespit ederek

85

İlhan Kayan, (2002): “Troia Yöresinin Yüzey Şekilleri”, Troia:Düş ve Gerçek. Homer Kitabevi, İstanbul: s. 313; Aktüre, 1997: 108.

höyüğün genel tabakalanmasını ortaya çıkartmıştır. Yaklaşık 50 yıllık aradan sonra 1988 yılında Tübingen Üniversitesi’den Manfred Korfmann’ın başkanlığında uluslararası bir ekiple başlayan yeni dönem kazılarında çok önemli bulgulara rastlanmış, kendisinin 2005 yılındaki vefatına kadar Troya kazılarına devam etmiştir86. Troya kazıları 2005 yılından itibaren yine Tübingen Üniversitesi’nden Ernest Pernicka başkanlığında yürütülmektedir.

Korfmann’a göre Hisarlık Tepesi üst üste, yedi ayrı kültürü temsil eden, elli yapı evresinin oluşturduğu on yerleşim tabakasından oluşmaktadır 87 (Levha 1).

Troya I M.Ö. 2920-2350 ETÇ II Troya II M.Ö. 2550-2250 ETÇ II Troya III M.Ö. 2250-2200 ETÇ II

Troya IV-V M.Ö. 2200-1700 ETÇ III-OTÇ Başı

Troya VI M.Ö. 1700-1300 OTÇ-STÇ (Troya ve İllios) Troya VIIa M.Ö. 1300-1200 STÇ

Troya VIIb M.Ö.1200-1000 Erken Demir Çağı Troya VIII M.Ö. 700- 85 Yunan Çağı (İllion) Troya IX M.Ö. 85 - M.S. 500. Roma Çağı (İllium) Troya X M.S 13 - 14 yy Bizans

Troya II tabakası, anıtsal yapıların ilk kez görülmeye başlandığı dönemi karakterize etmektedir. Anadolu kronolojisine göre bu dönem, ETÇ II dönemi olarak bilinir. Troya II tabakasına geçmeden önce ETÇ II’nin daha erken evreleri olan ve Troya I tabakasından itibaren ortaya çıkan sur yapısı ve olası bir bağımsız yapıdan bahsetmek gerekir.

86

Veli Sevin, (2003): Eski Anadolu ve Trakya, İletişim yayınları,İstanbul:108; Manfred Korfmann,(1990):“1988 Troia Çalışmaları”, XI KST Cilt I, Ankara: s. 283.

87

Korfmann, (2002): “Tarih Öncesi Yerleşim Yeri, Hisarlı Tepesi”, Troia: Düş ve Gerçek, Homer, İstanbul: 347-354; Manfred Korfmann - B. Kromer, (1993) “Demircihüyük, Beşik Tepe, Troia- Eine Zwischenbilanz zur Chronologie dreier Orte Westanatoliens”, In Studia Troica 3: s. 135-171.; Joni Apakidze, (2008): “New Excavations at Troia”, Bulletin of the Georgıan Natıonal Academy of

Sciences, vol 2, no 2: s. 118-125; (Halen Troya tabakaları tartışmalı olması nedeni ile bu tarihler

Troya I dönemi M.Ö. 2920–2550 arasında olup ETÇ II’nin başlarına denk gelmektedir. “Schlieamann Yarması” olarak bilinen açmanın en derin kısmında açığa çıkartılmıştır. Bu dönemde yerleşme, çapı 90 metreyi bulan kaba taşlardan yapılmış şevli bir sur sistemi ile çevrilidir (Lev. 2a). Yerleşimin dört farklı yönden girişi bulunmaktadır. Bu sur duvarı üzerinde yer alan ve “Güney Kapısı” olarak adlandırılan ana girişin etrafı dörtgen kulelerle desteklenmiştir. Yerleşmede kuzeyden güneye doğru bitişik bir şekilde dizilmiş, aynı duvarı kullanan megaron planlı yapılar bulunmaktadır. Bu yapılar genel olarak tek odalıdır. Aynı tabakada “102 numaralı ev” olarak adlandırılan yapı 12.8 x 5.4 m ebatları ve bağımsız inşa edilmiş olması nedeni ile diğer yapılardan daha dikkat çekicidir (Lev. 2b). Söz konusu yapı dörtgen planlı olup sundurmalı ve tek odalıdır88. Bu yapı tipi daha sonraki Troya II, III ve IV yerleşme katlarında ortaya çıkartılan saray ve kült amaçlı olduğu düşünülen binaların yapı planlar ile benzerlik taşıması açısından önemlidir89.

M.Ö. 2550–2250 yıllar arasına tarihlenen Troya II yerleşimi, IIa’dan IIh’ye kadar 8 yapı evresi ile temsil edilmektedir. Aşağı ve yukarı şehri bulunan yerleşme bu dönemde yaklaşık 90000 m2’lik bir alanı kapsar. Yukarı şehre anıtsal bir giriş ile girilir. Yerleşmeyi çevreleyen sur duvarı ise 330 m uzunluğunda olup taş temel üzerine kerpiçten yapılmıştır. Yerleşmenin merkezinde megaron planlı yapılar görülür. Bu anıtsal nitelikteki özel yapılar IIc’den IIg’ye kadar varlığını sürdürür.

Troya II yerleşiminin ilk tabakası olan IIa’da dışa doğru çıkıntı yapan kule ve bastiyonlarla desteklenmiş bir surla çevrelenmektedir. “FL” ve “FN” olarak adlandırılmış iki farklı girişi bulunmaktadır. Yerleşme içerisinde plan vermeyen duvar parçalarından anlaşıldığı kadarıyla önemli yapıların olabileceği görülmektedir90. IIa’nın hemen üzerine yapılmış olan IIb tabakası, sur duvarı ile aynı planı taşır. Bu tabakalardan IIc’ye kadar, yerleşim içerisinde anıtsal nitelikte özel bir

88

C. W. Blegen, J. L. Caskey, M. Rawson, J. Sperling,(1950): Troy I, University of Cincinati: s. 89- 95; Sinan Ünlüsoy,(2006): “Vom Reihenhaus zum Megaron-Troia I bis Troia III”, Troia Archaologie

Siedlungshügnels und Seiner: Manfred Korfmann (ed), Mainz am Rhein, Verlag Philipp von Zabern:

s.133-137; Korfmann, 2002: 347.

89

Korfmann, 2002: 347

90

yapıya rastlanılmamaktadır. IIc tabakasına gelindiğinde ise, sur yapısı iyice genişleyerek 330 m uzunluğa ve 4m genişliğe ulaşır (Lev. 3a). Güneybatı ve güneydoğuda bastiyon ve kulelerle desteklenen sur bedeni üzerinde iki farklı yönden iki giriş yer almaktadır. Yerleşmenin güneydoğusunda, “FO” olarak adlandırılan ana giriş ve “FM” olarak bilinen güneybatıdaki diğer girişi yer alır. Her ikisi de anıtsal nitelikteki girişlerden FM girişi taş levhalarla döşenmiş olup rampalıdır. FO girişinden sonra, Mellaart tarafından rekonstrüksiyonu yapılan yerleşmenin içerisinde oldukça büyük yapılar olan IIA, IIB, IIE, IIH, IIR olarak belirtilmiş, yan yana dizili megaron planlı binalar bulunmaktadır91. Bunlar arasında büyüklükleri bakımından diğer yapılardan ayrılan anıtsal nitelikteki IIA ve IIR Megaronları önemlidir (Lev. 3a). IIA Megaronu’n önünde yatay şekilde uzanan ve olasılıkla avluyu çevrelediği düşünülen bir çevre duvarı yer alır. Bu duvar üzerinde, IIA Megaronu’n girişi ile aynı aksta olan propylon IIc kapısı bulunmaktadır. IIc tabakasında yer alan bu megaronlardan büyüklüğü ile dikkati çeken IIA Megaronu’na bitişik şekilde inşa edilmiş, ayrı duvarlara sahip IIR ve IIB yapıları bulunur. Bu yapılar arasında en büyüğü olan kuzeybatı-güneydoğu yönündeki IIA Megaronu, 29x10 m ebatlarındadır (Lev. 3b). Yapının iç odası olarak bilinen büyük oda 10x20 m ebatları ile oldukça geniş bir alan sunar. Ortasında 4 m çapındaki yuvarlak ocak yer alır. Ön odanın ölçüleri ise 10x10 metredir. Oldukça kalın duvarları bulunan yapı taş temel üzerine kerpiçten yapılmıştır. Duvar kalınlıkları yaklaşık 1,7 m dir92. Yapının işlevine ilişkin Mellaart, yapının krali bir yapı olabileceğini ileri sürer93.

IIA Megaronu’nun kuzeydoğu bitişiğinde IIA’dan daha küçük boyutlarda bir diğer megaron olan IIB’nin kalıntıları mevcuttur. IIA yapısı ile aynı yönde olan IIB’nin uzunlamasına iki odası bulunmaktadır. Antesinden sonra gelen, yapının ilk odasına ortada yer alan bir kapı ile girilirken, ikinci giriş, yapının köşesinden sağlanır.

91

Mellaart 1959: 143

92

Blegen vd., 1950: 204-205; Blegen, 1963: 65; Ünlüsoy, 2006: 140-141.

93

IId tabakasına gelindiğinde yerleşimin ana dokusu korunmuş ve IIe ve IIf evreleri boyunca anlaşılamayan duvar ve çukurlar tespit edilmiştir. IIg tabakasında ise IIc’den beri kullanımı süren IIA yapısı varlığını korumaktadır. Fakat IIc’de görülen “megaroid” yapıların yerini, IIg’de insulalar şeklinde daha küçük yapılar almıştır. Bu daha küçük mekanlardan oluşan yapılar dar sokaklarla birbirinden ayrılmaktadır. Yerleşimi çevreleyen sur sisteminde çok büyük değişiklikler olmamakla birlikte, sur bedeni üzerindeki giriş sayısı bire indirilmiştir. Güneydoğuda yer alan bu giriş önceki dönem girişlerinden farklı olarak daha uzun ve dar yapılmıştır. Uzun koridor şeklinde olması daha güçlü bir koruma sağlamış olmalıdır. “Troya Hazineleri” olarak bilinen ve içinde altın ve gümüşten yapılmış değerli kapların bulunduğu onlarca buluntu bu döneme tarihlendirilir. Bu evre büyük bir yangınla son bulmuştur94.

Troya II yerleşmesinde ele geçen kanıtlara dayanarak en azından IIb tabakasından itibaren yerleşmede özel bir yapının varlığı saptanmaktadır. IIc tabakasında ise yerleşmeyi çevreleyen savunma duvarı, anıtsal nitelikteki girişler ve yapılar, bu dönemde yerleşmede sosyal organizasyonun sağlandığına yönelik mevcut mimari kanıtlardır. IIc suru üzerinde farklı girişlerin olması, yerleşimde farklı yapılara ulaşılması anlamına gelmektedir. Bu da yerleşme içindeki yapıların farklı işlevlere sahip olmasını akla getirir. Özelikle IIA Megaronu’na uzanan eksende yer alan FO kapısı büyüklüğü ve işlevselliği açısından IIA yapısını daha özel kılmaktadır95. Söz konusu yapı sürekliliğini tabakalar boyunca devam ettirmesi dinsel veya seromoni amaçlı kullanıldığını düşündürmektedir96. IIg’ye gelindiğinde ise yerleşme içi yapıların karakterlerinde bir değişimin olması, sur bedeni üzerindeki giriş bire indirilerek daha güçlü ve dar yapılması yukarı şehri daha korunaklı kılmaktadır. Özelikle IIg’de ele geçen zengin Troya buluntuları, bu dönemde uzmanlaşmanın ve sınıfsal olguların netleştiği şeklinde yorumlanabilir97.

94

Erkanal, 1996: 71-72.

95

Megaron, Homeros’un İlyada Destanı’nda “erkeklerin ocaklı toplantı salonu” olarak ifade edilmektedir (Naumann. 1998: 350).

96

Naumann, 1990: 448.

97

Manfred Korfmann (2002): “Priamos’un Hazinesi’ne Yeni Bakış Açıları”, Troya Düş ve Gerçek, Homer Kitabevi İstanbul: s. 373-374.

Troya IIb katından itibaren çömlekçi çarkının görülmeye başlanması uzmanlaşmanın elle tutulur verilerindendir. Bir diğer yandan Troya II ile beraber aşağı şehrin olduğuna daire ahşap bir savunma sisteminin olması toplumdaki sosyal farklılaşmanın göstergelerindendir98.

Troya II’nin küçük buluntularına göz attığımızda en zengini Hazine A olarak adlandırılan hazine buluntuları oluşturur. Altından sosluk, biri küresel gövdeli diğeri bardak biçimli iki adet kap, küpeler, kolyeler, pendant biçimli diademler, bilezikler, saç halkaları, çift başlı topuz biçimli nesneler ve boncuklar, gümüşten iki adet anthropomorphic biçimli kap ve bir adet tunç tabak bulunmuştur. Diğer hazine buluntuları arasında, Hazine B’de gümüş goblet; Hazine D’de çift başlı altın spiral boncuk ve sepet biçimli küpeler; Hazine L’de nefritten ve bir adet lapis lazuliden yapılmış tören baltaları, kaya kristalinden lensler ve tıkaçlar, bir adet amber boncuk; Hazine K’da tunç figürin, Hazine N’de silindirik başlı rozet ve spiral desenli altın iğne önemlidir. Bu hazine buluntuları bize yönetici sınıfın ulaştığı refah seviyesini göstermesi bakımından önemlidir. Troya II’de büyük yoğunlukta üzeri bezemeli ağırşaklar ele geçmiştir. Troya II tabakasında sadece bir adet pişmiş toprak figürin bulunmuştur. Troya II tabakasına ait bu bilgiler, sadece anıtsal yapıların görüldüğü bir dönemi değil, aynı zamanda birçok değişikliğin ve yeniliğin de ortaya çıktığı bir dönem olduğunu da yansıtmaktadır99.

2.Demircihöyük

Demircihöyük, Eskişehir il merkezinin yaklaşık 25 km batısında Çukurhisar'dan Poyra Köyü'ne giden yol üzerinde, Zemzemiye sapağına gelmeden önce yer alır. Eskişehir Ovası’nda yer alan höyük, İç Anadolu’yu boğazlara bağlayan geniş Anadolu platosu ve Marmara Denizi arasında kalan sınır bölgesinde yer almaktadır (Harita 1). Günümüzde 5 m yüksekliğinde ve 70 m çapında ova

98

Manfred Korfmann, (2003b): “Troai Homeros’un Mirası” Arkeo Atlas Tunc Bakislar, Anadolu’da

Son Kalkolitik ve Ilk Tunc Cagi : s. 134

99

seviyesinde bir yerleşme halindedir (Lev. 4). Höyüğün kısmen alüvyonlu dolgu altında kalmış olması nedeni ile gerçek ölçüleri bilinememektedir. Yapılan sondajlarda yerleşme dolgusunun yüzeyin yedi metre altına, taban suyuna kadar indiği tespit edilmiştir. Höyükte ilk kazı, iki hafta gibi kısa bir süre ile 1937 yılında Kurt Bittel tarafından yapılmıştır. Uzun bir aradan sonra 1975–78 yıllarında Manfred Korfmann tarafından çalışmalara devam edilmiş, 1990 ve 1991 yıllarında höyüğün mezarlık alanı olan ve “Sarıket Mezarlığı” adıyla bilinen bölgede, Jürgen Seeher tarafından kazı çalışmaları yürütülmüştür. Yerleşim yerinin genel tabakalanmasına bakıldığında, A’dan Q’ye kadar 17 yapı evresi tespit edilmiştir100.

D-(E1, E2,)-(F1, F2, F3)-G ETÇ I

H, I, K1, K2, L, M, N, O, P ETÇ II

Demircihöyük’ün C-K tabakaları ETÇ I evresine, L-P tabakaları ise ETÇ II evresine tarihlenir. Yerleşmede iskan ETÇ II sonuna gelmeden önce sona ermiştir. Yüzeyinde bulunan çanak çömleklere ve yapılan sondajlara dayanılarak, Neolitik ve Kalkolitik dönemden itibaren yerleşildiği düşünülen Demircihöyük, ETÇ II döneminden sonra da uzun bir müddet iskan edilmemiştir. Orta Tunç Çağı’nda tekrar yerleşilen höyük, daha sonra Helenistik dönemde de geçici olarak iskan görmüştür. ETÇ tabakaları yaklaşık olarak M.Ö. 3000/2900–2500 arasına denk gelir. Söz konusu yerleşmede, zaman içinde evlerin inşasında kullanılan yapı malzemesinde değişim gözlenmekle birlikte, D yapı katından sonra radyal plan olarak adlandırılan yerleşim modelinin tüm iskan süreci boyunca, değişmediği belirlenmiştir. ETÇ tabakalarında görülen radyal planda yapılmış olan megaron veya megaronumsu yapılar, Korfmann tarafından “Anadolu Yerleşim Planı” olarak adlandırılarak literatüre geçmiştir101 (Lev. 5). Demircihöyük planında bu yapılar, dairesel bir şekilde yan yana inşa edilerek, arka duvarları dış kısımda testere dişini andıran

100

Manfred Korfmann, (1983): Demircihüyük Die Ergebnisse Der Ausgrabungen 1975-1978 Band I , Mainz: s.189-245; Manfred Korfman, (2003b): “Demircihöyük”, Arkeo Atlas Tunc Bakislar,

Anadolu’da Son Kalkolitik ve Ilk Tunc Cagi : s.111; Turan Efe, (2003b): "Küllüoba and the initial

stages of urbanism in Western Anatolia", yay. haz. M. Özdoğan, H. Hauptmann ve N. Başgelen,

Köyden Kente/From Primary Villages to Cities.Essays in Honour of U. Esin, Arkeoloji ve Sanat

Yayınları :s. 268-269.

101

savunma duvarını oluşturur. Bu duvar, F1 evresinde alt bölümü şevli bir şekilde

yapılarak taştan bir surla çevrelenmiştir. Evlerin ön kısmı, ortada bulunan avluya açılır. Müşterek kullanıma sahip gibi görünen avluda her evin erzak depolamak için kullanılan dörtgen planlı ve üzerleri ahşap kapak ile kapatılmış siloları vardır. Yerleşmede iki ana giriş tespit edilmiştir. Simetrik olarak tümlemede kazılmayan kesimde iki giriş kapısının daha bulunduğu öne sürülmektedir. Açığa çıkartılan girişlerden kuzeyde yer alanın zemini çakıl taşı ile döşeli olduğu tespit edilmiştir102.

Yerleşmede, genişlikleri 3.5 m ile 7 m, uzunlukları ise 11 ile 19.6 m arasında değişen toplam 13 yapı ortaya çıkarılmıştır. Evler, iki giriş kapısı arasında yan yana inşa edilmiş olup ortak duvarlara sahiptirler. Biri dışında genel olarak iki odalı inşa edilen yapıların köşelerinde fırın, ortalarında ise ocak yer alır103. Yapıların inşasında, Demicihöyük E katına kadar, kille sıvanmış ahşaptan dikmelerin kullanıldığı, yangın geçiren H katından itibaren ise yapılarda taş temel üzeri kerpiç örgü kullanıldığı saptanmıştır.

Yerleşimin merkezinde yer alan özel bir yapı veya anıtsal olarak nitelendirilecek bir mimari kalıntı ortaya çıkartılmamıştır. Bu türden idari bir yapının yerleşmenin merkezinde de olması aslında kural değildir. Bu anlamda yerleşimin kuzeyinde tabanı taş döşeli ana girişin hemen doğusunda yer alan evin, üç odalı haliyle diğer iki odalı evlerden daha büyük olduğu fark edilir (Lev. 6). Söz konusu yapının, topluluk içinde yüksek statülü bir şahsa ait olabileceğine, diğer bir ifadeyle bir yöneticiyle ilişkilendirilebilecek tek mimari kanıt olduğu iddia edilmektedir104. Demircihöyük’te yöneticiye ait bir yapının mimariye yansımamış olduğu düşünülebilir. Fakat yerleşmede bir “bey”in olduğunu düşündüren kanıtlar da mevcuttur. Bu fikrimizi destekleyen delil ise organize bir iş gücünü gerektirecek olan dıştaki şevli sur duvarıdır. Yerleşmenin merkezinde yer alan silolar ise yerleşmenin ihtiyacından fazlasını karşıladığı öne sürülse de aslında bu silolar bireysel kullanıma ait silolar olmalıdır. Demircihöyük, Üç Odalı Ev’in diğer yapılardan daha büyük

102

Manfred Korfman, Jurgen Seeher, (1987): Demircihüyük Die Ergebnisse Der Ausgrabungen

1975-1978 Band III 1 Die Keramik 1, Mainz, s. 169-172.

103

Korfmann, 1983: 245-246.

104

olması bu konutta yaşayan şahsın diğer yapılardakilere oranla toplumsal bir farklılık yarattığı öne sürülebilir.

Demircihöyük yerleşmesinde kesin olarak bir beye veya bir yöneticiye ait yapı saptanamamakla birlikte, bu yerleşmenin mezarlığı olarak bilinen Sarıket Mezarlığı’ında en azından sosyal tabaklaşmanın oluştuğuna dair bir takım deliller mevcuttur. Demircihöyük yerleşmesinin mezarlık alanında toplamda 602 adet mezar ortaya çıkartılmakla birlikte, bunlardan 78 tanesi OTÇ’ye ve 27 tanesi de Erken Demir Çağı’na aittir. Geriye kalan 497 adet küp mezar, sanduka ve toprak mezar tipleri ise ETÇ dönemine tarihlendirilmektedir. ETÇ mezarların yarısına yakın kısmında mezar hediyesi bulunmamakla birlikte bazı mezarlarda tunç ve gümüş takılarla, bronz balta ve asa başı ele geçmiştir105. Bu noktadan hareketle Demircihöyük’te mimari yansımasını göremediğimiz erkin, olasılıkla zengin ve fakir mezarlarının olabileceği Sarıket Mezarlığı’nda, bazı mezarların değerli madenlerin ve simgesel objelerin ölü hediyesi olarak konulması toplumda en azından sınıfsal ayrımın olduğunu gösteren deliler olduğunun da altını çizmemiz gerekir.

3. Küllüoba

Küllüoba Höyüğü, Eskişehir ili Seyitgazi ilçesi sınırları içinde yer almaktadır. Seyitgazi’nin 15 km kuzeydoğusunda, Yazıdere-Yenikent karayolunun 20 m doğusunda ve Yenikent Köyü’ne 1300 m mesafededir (Harita 1). Höyük, doğu-batı yönünde 250 m kuzey-güney yönünde 150 m dir. Ova seviyesinden yüksekliği ise yaklaşık 10 m dir (Lev. 7). Höyük, üzerinde fazla belirgin olmayan üç koni içerir. Doğu ve güney koni üzerinde ETÇ II ve III malzeme gurupları görülürken, batı koni üzerinde ETÇ I malzemesi yoğun olarak görülmektedir.

105

Jurgen. Seher,(1999): “Kuzeybatı Anadolu’da Tunç Çağı: Demircihöyük Yerleşmesi ve Mezarlığı”

Kayıp Zamanların Peşinde,Alman Arkeoloji Enstitüsü Anadolu Kazıları. Yapı Kredi Kültür Sanat

Güneyde ve doğuda yer alan tarlalara yayılmış olarak Klasik Dönem ve Bizans yerleşmelerine ait kanıtlar mevcuttur106.

Özellikle ETÇ dönemi bulguları ile öne çıkan Küllüoba yerleşmesinde, kazılara başlanmadan önce kazı başkanı Prof. Dr. Turan Efe tarafından Kütahya ve Eskişehir Bölgeleri’nde yıllar süren geniş kapsamlı yüzey araştırmaları yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucu Küllüoba Höyüğü’nde Efe tarafından 1996 yılında başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.

Höyükte yapılan çalışmalarda Geç Kalkolitik Çağ sonlarından (M.Ö. 3500) Orta Tunç Çağ başlarına kadar (M.Ö.1800) kesintisiz bir iskan olduğu anlaşılmıştır. Buna göre yerleşmede tespit edilen tabakalar şu şekilde sıralanır107.

Doğu Koni Batı Koni İslam Mezarları IA

Klasik Dönemler IB

Geç ETÇ III IIA (M.Ö. 2044–1937), IIB, IIC, IID Erken ETÇ III IIIA (M.Ö. 2314–2197), IIIB, IIIC

ETÇ II IVA, IVB, IVC, (M.Ö. 2603–2487), 1 IVD, IVE, IVF, IVG

ETÇ I 2,3 ETÇ’ye Geçiş 4,5 Geç Kalkolitik 6

Küllüoba batı konisinde ETÇ’ye Geçiş evresinde yerleşimin zikzak yapan bir savunma sistemi ve bu sisteme dik şekilde dayanan bitişik evlerle çevrili olduğu saptanmıştır. Yerleşmenin bu dönemde “Anadolu Yerleşim Planı” özeliklerini taşıdığı ve bu planın çok iyi temsil edildiği Eskişehir yakınlarındaki Demircihöyük

106

Turan Efe, (1998): “Seyitgazi/Küllüoba 1996 Yılı Kazısı”, XIX KST I, Kültür Bakanlığı Milli

Benzer Belgeler