• Sonuç bulunamadı

2.2. NEOFORMALİST YAKLAŞIMIN TEMEL KAVRAM VE İLKELERİ

2.2.1. Aktif Seyirci:

Neoformalizm seyirciyi pasif olarak konumlayan diğer yaklaşımlardan ayrılır. Zira sanat faaliyeti, daha önce bahsettiğimiz üzere insanın algısal, bilişsel etkinliğini temel alır. Bordwell’e göre seyirci; şemalara sahip, çıkarımda bulunan, beklentiler oluşturan, sunulanı değerlendirip hipotez üreten aktif bir zihne sahiptir (1985: 29). Dolayısıyla seyirci filmi anlamlandırma sürecine, bir anlamda da inşasına katılır. Thompson’a göre, filmin biçimsel araçları, algılarımızdan bağımsız sabit ve kendi

kendine yeten yapılar değildir. Bir film, izlenmese de maddi anlamda vardır ve ortadadır, ancak anlamlar onun biçimsel yapısı ve seyirci arasındaki etkileşimden var olur (1988: 25-26). Bu açıdan sanat, nesne ile seyircisinin etkileşimi, yani sanatsal deneyimleme sürecidir.

İnsan içinde geliştiği toplumsal formasyon doğrultusunda, içselleştirilmiş beklenti ve alışkanlık kümeleri geliştirir. İşte bu “örgütlenmiş anlam kümeleri” diğer bir deyişle zihinsel kalıpları, Bordwell “şema”lar olarak tanımlar. Etrafındaki şeylere ya da olaylara bakar, şemalarını kullanarak daha sonra görecekleri hakkında varsayımlar üretir. Sanat eserlerini algılarken de buna benzer bir süreç yaşanır. Bu anlamda sanat eseri henüz tamamlanmamıştır ve onu seyreden öznenin katılımını gerektirir. Şemalar, filmi seyrederken seyircinin bir dizi olası varsayım (hipotez) oluşturmasına temel olur. Böylece seyirci bir karakterin aksiyonu, perdenin dışındaki alan ya da bir sesin kaynağı v.s. hakkında varsayımlarda bulunabilir. Ayrıca öyküyü takip ederken, ipuçlarını yakalamaya, eksik bilgilere ilişkin tahminlerde bulunmaya; olaylar arası mantıksal bağlar kurmaya, olaylar sıralı değilse bunları sıraya koymaya çalışır. Filmi seyrederken filmdeki karakter ilişkileri ve olay akışının bir tutarlılık içinde olup olmadığını, şemalara başvurup test ederek filmsel bütünlüğü algılamaya çalışır. Özetle, seyirci gördüklerini şemasına göre değerlendirir, daha sonra görecekleri hakkında varsayımlarda bulunarak o yönde beklentiler oluşturur. (1985: 31-34)

Sanatçı belli bir tarihsel kesitte ve bir toplum içinde yaşadığı için, eserini etrafında cereyan eden yaşamla ve diğer sanat eserleriyle ilişkilendirmekten kaçınamaz. Dolayısıyla seyirci de filmdeki ipuçlarını yorumlarken günlük yaşamının ve diğer sanat eserlerinden edindiği önceki deneyimlerinin yarattığı şemaları kullanır. Thompson’ a göre, seyircinin biçimi anlamaya yönelik sürecinde; gerçek yaşamdan edindiği şemalardansa, benzer uylaşımlara sahip eserlerle önceden karşılaşmasından edindiği şemalar daha işlevseldir. Ayrıca şemalar tarihsel ve toplumsal bir kesitte oluştuklarından sabit değil değişkendirler, örneğin 1940’lı yılların seyircisi ile günümüz seyircisi farklı şemalara sahiptir (1988: 30).

Seyirci, film içindeki ilişkiler sistemini yani biçimsel modelin bütününü algılamaya, bir anlamda modeli tamamlamaya çalışır. Filmsel parçaların, basit bir şekilde önünden geçmesine izin vermez, bunlarla aktif bir ilişkiye girer. Biçimsel model gelişirken seyirci, şeması doğrultusunda beklentilerini oluşturur ve/veya beklentilerini yeniden düzenler. Seyircinin filmle ilişkisi büyük ölçüde bu beklentileri üzerinden gelişir. Dolayısıyla biçim; bu beklentiler karşısında, “her şeyin orada, yani seyredilen

modelin içinde var olduğu duygusunu yaratarak”, seyir deneyimini etkiler ve seyircinin modele yönelik tamamlama arzusunu tatmin eder (Bordwell ve Thompson, 2009: 58- 60).

Bir çok film, stilistik araçlarını anlatı bilgisi vermek için kullanır. Dolayısıyla seyirci filmde öncelikle anlatı şablonuna dikkat eder. Seyirci stilistik özellikleri ön plana çıkaran bir film seyrettiğinde bile bir öykü oluşturmak için ipuçları arar. Ancak bu seyircinin stilistik bir şeması olmadığı anlamına gelmez. Seyirci aynı zamanda film izleme deneyimlerinden oluşturduğu stilistik şemalar da kullanır. Örneğin uzak bir planı yakın bir planın izlediği, müzik ve sesin birdenbire kesilmektense azalarak bittiği seyirci tarafından kanıksanan stilistik özelliklere dönüşmüştür. Seyirci film hakkındaki stilistik varsayımlarını, farkında olmadan geliştirir ve film bu varsayımlara aykırı geliştiğinde onları fark eder. Ana akım sinemanın tek düze stili, stilistik şemasının yukarıdan aşağıya bir süreçle otomatik çalışmasını ortaya çıkarmıştır (Bordwell, 1985: 36-37).

Farklı eserlerde tekrar eden bazı stilistik öğeler, biçimsel tercihler vs. zaman içinde herkesin üzerinde uzlaştığı gizli sözleşmelere, otomatikleşmiş kalıplara yani geleneğe/uylaşıma (convention) dönüşür. Örneğin, klasik anlatı sinemasında, finalde karakterlerin karşılaştığı sorunların çözülmesi, biçimsel bir gelenek/uylaşımdır. Sinemada türler uylaşımlar üzerinden şekillenir. Örneğin karakterlerin şarkı söylemeleri ve dans etmeleri müzikal filmin türünün bir uylaşımıdır. Uylaşımlar aynı zamanda seyirci için sanatsal biçimi gerçek yaşam deneyimlerinden ayırır. Bu da seyircinin uylaşıma özgü bir kabul geliştirmesini sağlar. Bale, opera, pantomim gibi bütün stilize sanatlar, seyircinin özel uylaşımları üzerine temellenir (Bordwell ve Thompson, 2009: 60-61).

Özetle seyirci bir filmi aslında donanımlı bir şekilde seyreder. Filmi izlerken olaylar tanımlayarak; onları nedensellik, zaman ve mekân kurallarıyla birleştiren bir anlatı şeması kullanır. Böylece film seyretme süreci; filmin kendisi, seyircinin algısı ve önceki bilişsel deneyimlerine bağlı olarak işler. Seyircinin filmin anlatı şablonlarına uygun bilgisinin olmaması sebebiyle, şema seçimi hatalı olabilir. Bu durumda seyirci, filmi anlama sürecinde başarısız olur. Örneğin 1960'lı yılların sanat filmlerine yönelik şeması olmayan seyirci, Fellini'nin 8½, filmini anlamayı başaramaz (Bordwell, 1985:39).